BAKKAL MÜNİR
Sunu
Diyarbakır’da sosyal karşılığı olan hizmet sektöründeki esnaf ve ticaret erbapları yoksulluğun kol gezdiği yıllarda zor ve meşaketli koşullara rağmen şehrin sosyal hayatına büyük katkılar sunmuşlardır. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların en insani hakkı olan yeme-içme ve gıdaya erişmek, Yerel ve Merkezi İdarenin temel görevi olduğu halde, yoksulların gıdaya erişilmesini, hizmetini bu esnaf ve ticaret erbapları çok cüzi kârlarla üstlendiler. Bu görevi üstlenen, yürekleri güzel ve insan sevgisiyle dolu olan esnaflarımızdan, İzzetpaşa Caddesinde Bakkal Emin Siverekli, Onur Palas altında Bol Kepçe Zeynel Usta, Deliller Hanının altında Sofi Salo:
Boşver eyi olur vatandaş lokantası ve Gazi Caddesinde Toros Oteli altında ki Bakkal Münir bunlardan bir kaçıdır.
Bakkâl Münir…
Bakkal Münir Dayı; uzun boylu, şalvarlı, sekiz köşeli kasketli yurdum insanıydı, Gazi Caddesinde Toros Oteli’nin altında cephesi dar ama uzunlamasına bir işletmeydi, işletme diyorum çünkü ne bakkaliyeydi, ne kahvaltı salonu, ne de lokantaydı, işçi, amele, garibanların uğrak mekânlarındandı… Bakkal Münir’in dükkanı, Gazi Caddesi, Dörtyol Yeni Kuyumcular Pasajının olduğu yerde, tabanı bazalttaşlarla döşeli, girişte çekmeceli bir masa, terazi ve aparatları (kilogram ve gramaj taşları) üzerine satılan yiyeceklerin bırakıldığı uzunca bir dezge “Tezgah” görücüye çıkan yiyecekler sıralanırdı…
Dükkanda uzun bir sıra, birkaç masa, sandalye, salaş bir dekoru tamamlanan bir mekândı. Bilindiği gibi kentimizde yaz ayları çok sıcak geçtiğinden öğlen yemekleri hafif kayıntı ile geçiştirildi, Bakkal Münir’in mönüsü hayli zengindi; Otlu ve erimiş peynir, kaymak, haşlanmış yumurta, helva, zeytin, turşu, kavurma ve sıcak taze çakır ekmeği, kahvaltı niyetine satılan yiyeceklerdi…
1
YSE, DSİ, TCK, Sümerbank Şayak Fabrikası, Tekel İçki Fabrikası, kamu çalışanları, haliyle kent esnaflarıyla ilintili olmuşlardır. Kamu çalışanları, bedenen çalışan işçiler Ulu Cami önündeki amele pazarına gitmeden, küfeli ve palaskalı hamallar, kargalar
kahvaltılarını yaparlarken, onlarda Bakkal Münir’in dükkânında kahvaltı yaparlar veya kahvaltılık olarak peynir, ekmek ve öteberilerini alıp, müdavimleri oldukları çayhanelerde, kahvelerde giderlerdi. Mekân işleticileri, kahvaltılıkları ile gelen müşterilerine küçük bir tepside çayla birlikte servis ederlerdi, kahvaltılıklar tepsiye yerleştirilip kahvaltı yapılır ve sonrasında da herkes işine doğru yol alırdı, böylece mekân da kirlenmezdi, kahvaltının kırıntıları da yere dökülmezdi. Bu küçük tepsiler her çayhanelerde ve kahvelerde mevcuttu, sabah kahvaltılıkta, sonraları da tütün tepsisi olarak kullanılırdı. O zamanlar filtreli sigara olmadığı ve yoksulluğun zor yıllar olduğu zamanlardı, insanlar tütün içerlerdi, tabakalarındaki tütünleri bu tepsilerde havalandırılır veya tütün nemliyse tepsiye serip mekanın “dık” denilen mangalın altında belli bir sürede kurutulurdu…
Zaman; Suriçi’nde yaşamların eritilen diliminde, bazen gülüş, bazen keder, acı ve düşüşlerle kör-topal eriyip giderdi, bir girdabın içinde dönüp duran, fırdönen zaman diliminde, varolma mücadelesiyle geçerdi… Kentin Kamu Kuruluşları dışında birkaç çeltik, un, buz fabrikası dışında çalışma alanı yokluğundan dolayı, günlük sağlıksız koşullarda ve güvencesiz çalışılan yıllardı! Bu kadar olumsuzluklara rağmen kirlenmemiş iyilik, bozulmamış insanlık, egosu tavan yapmamış alçak gönüllü insanların kent kültürüyle yoğrulduğu dönemin eşiğindeki basamakların ağır-aksak olsa da çıkılan zamanların öncesi dersek yerinde bir terim olsa gerek!
2
Ögle öğününde de Kerejdağ yoğurdunu “Çakılmast” haline getirip, İçkale’deki buzhanelerinden getirilen ve parçalanan küçücük buzlar bakır kâselerde cacık, Çayöğünden karpuz, Simaki Kavunu, dilimle servis edilirdi…
Yoksulluk yıllarıydı hem ekonomik hem de doğal ve temiz bir ortamdı, mönü gayet zengindi! Kavun, karpuz dilimle, üzüm, domates, salatalık tartılarak veya taneyle bakır sahanlarda servis edilirdi… Münir Dayı’nın tek yardımcısı Çerkez’di, mekânın tabanı bazalttaş döşemeliydi, öğlen saatlerinde ve ikindiye yakın Çerkez tarafında taşlar sulanırdı, suyla temas eden taşlar klima misali mekânın içini serinletirdi…
Sonraki yıllarda İzzetpaşa Caddesinde Emek Sineması altında Aydın Abi tarafından Aydın Büfe 1974 yılında kentte ilk kurulan, meyve suyu, tost ve sandviç yapan işletme olarak kentin hafızasına girdi. Aydın Büfe açılınca Aydın Abi Çerkez’i kendi büfesine transfer etti… Münir Dayı ikindi vakti işi bittiğinde soluğu Nuri Ustanın kahvesinde alırdı.
3
Geçmişten günümüze kadar süregelen bu durum zaman geçse de gramafon, pikap, radyo, Televizyon, TRT dönemi derken, teknoloji dönemi; video, cd, kamera, cep telefonu, bilgisayar, bilişim dönemi akıl almaz bır hızla ilerledi ama yoksulluk da o oranda hızla artmaya başladı. Her şey hızla değişime uğradı, önce giyim kuşam, kanımca giyim kuşam “Kent Kültürü” gelenek, görenekleri, yeme-içme kültürünü de olumsuz yönde etkileyip, eskiye dair ne varsa bu çarkın dişlerinde öğütüldü…
“Bir ülkeyi silahla savaşarak işgal etmeye gerek yok, kültürünü yok ederseniz o ülke benliğinden uzaklaşıp onuru zedelenir ve teslim olur…”
Yoksulluk yıllarındaki yamalı giysiler yoksulluktandı, yırtık kot modası altında zibidi görünümlü gençler türedi, antin-guntin saç-sakal modelleri oluştu…
Bu modellerin üstlerinde zibidi giysiler var ama içinde insan yok, bazı insanlarda da yürek sadece organdır kendileri için çarpar, içlerinde merhamet ve vicdan yok!
Bize özgü olan (Kerejgağ Traşı) Arabürüz Traşı, karşımıza Amerika Traşı moda olarak çıktı, parmak sakal, antin-guntin sakal modelleri ile ne idüğü belirsiz bir kültüre teslim olduk… Ayaküstü büfeler yerden bitme bir şekilde peydah oldular, bu büfeleri de “Fast-fost” diye adlandırdılar, bunlardan beslenen kimyasal katkılı gıdalarla sağlıksız bir nesil yetişmeye başlandı, terimlerine yabancı olduğumuz hastalıklar peyda oldu…
Sonlarken
Şimdilerde her köşe başında fast-fost büfeler ve nostalji diye bize yutturulan kahvaltı salonları; bu salonlardaki kahvaltılık çeşitleri bizim kültürümüz değildir mevzu doymak bilmeyen para hırsı ve kapitalizmin korkunç yüzüdür. Daha sonraki yıllarda bu tarzda dükkan/işyerleri açılmadı, meydan tostçular, fast-fostçulara kaldı…
Kahvaltıcı adı altında birçok salonlar açıldı, yüzlerce yıllık bir kültürden miras gelen doğal yiyeceklerden oluşan lezzetler arasındaki farklılık izah edilmeyecek kadardır. Geçmişin doğal peynirleri, kövurma, tereyağı, közlenmiş biber, kaymak, kahvaltıları dejenere edilmiş bugünkü menüler arasındaki farkı genç nesillere çok iyi anlatılması gerekmektedir.
Diyarbakır Kahvaltısı adı altında muzlu, brokolili ile bu ve bunun benzeri örf adet, geleneklerden oluşan, kültürel değerlerimiz yozlaşıp dejenere edilerek sunuluyor. yeni nesillere anlatacak dinamiklerimiz ile gerçek amaç dışındaki işlere yönelmeleri nedeniyle bu değerimiz de sistemin çarkında öğütülüyor.
Diyarbakır’ın tarihsel kültürel değerlerinin yaşatılması için koşulsuz bilgi birikimi tarıhe not düşülmeli ve kayıt altına alınmalıdır, biz de mim düştük, ‘Mim’in üstünde nokta, ‘Cim’in karnında mim, dinamit fıçısı fünyesi çekilmiş patladı-patlayacak vesselam!
*Katkılarından dolayı Diş Hekimi Yılmaz Kaya’ya çok teşekkür ederim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.