ANA HEYRAN MA NİYE QAXMÎSAN? (2)
Merhaba Sevgili Okurlarımız. Aradan geçen bir haftamız umarım sağlık ve mutlulukla geçmiştir. Geçen hafta sanırım komşuların kapı çalmasında kalmıştık. Bakalım bu hafta o güzelim hêwşlerimizde o güzel komşular arasına neler yaşanırmış?...
-Buyrun, xoş geldin, başımla gözüm üstüne geldin, diyazamın gelini. Fatma Bacıma söledin mi?
-Söledim, kele bacım ma niye bêle yapîsan? Bi kere de siz geleydiz bizim hewşe. Ma bizimki ev degil? Göresen hevuzun kinarındaki çiçeklerimi, Muhemmedî güllerimi êle bî güzel açmişlar ki!
-Qurban başan ma ne fark êdi, ha bizimki, ha sizinki. Allah var êde, eksiklığızî vermîye.
-Uy uy şorîgim axtî, ne güzel olmiş bu tomates biber qavurmasî. Elen, kolan sağlık bacım.
Bu dialoglar içinde komşular bir bir gelirdi.
-Mari qız, senin bu zehterin niye bele lezzetlidir, abla qurban hele bahan anlat baxam, içine ne qatîsan?
-Ablam benim, kavun çekirdegimi êyice qavurîyam, qırıx leblebi, qüncî, karabiber hepsini daş dibekte êyicene dögîyem. Zehter otînan qırmızî biberi de qatîyam, başka bî şê qatmîyam. İstîsen sahan da yapam, ma ne olmiş, komşilığ ölmiş?
-Nermin Xanım, kele bacım niye birezim daha yemîsen? Ağzan qurban yêyesen, yêmesen küserem ha.
-Yox bacım üsten sağlıx agzımın dadî yox, yêyemîyem.
-Vî canım çıxadî, ne olmîş bacıma?
-Bilmîyem, dalım buxunum ağırî, gözlerim açılmî?
-Ağıran yerleren hecemet vururuğ geçer. Birebirdir benim bî yerim ağıranda iki üç şüşe vurîyam geçî. Gözlerin niye açılmî onî da bilîyem. Bahardır, kan têzelenî, gerek kan aldırasan. Ya Mardınkapî’sına gîdax parqtaki Fatma abla cilet vursun kol damaran ya da küçeden sülükçî êmce geçende sülük alağ, dalan atağ. Sen bilîsen.
-Sülükçî êmi ötegün bizim kapînın ögünden geçti, elinde küçük hebenesi “Sülik var sülik, her derde derman, sülik!” dêyidi bağırîdi. Bilmîdim yoxsa sahan alırdım.
-Sağol bacım Allah seni var êde. O küçük hebenelerden bizim qomşî aradî, bulamadî.
-Küçük hebeneyî ne yapacaxtî?
-Ma sen bilmîsen, bizim buralarda körpesi ölenler sene dönümde o küçük hebenelerden alırlar, içine su doldururlar, dağıtırlar. Sözde o uşağlar öbür dünyada ana babasına o hebeneden zemzem suyî verecağlar. Ele sölîler, ben ne bilmem anam.
-Sen gene de ha bu turşîdan ye. Nêum qardaşın xanımî yapmış, Allahvekil on barmağın barabar yersen.
-Qız, Nêum qardaş dedin bax aklıma ne geldi? Ben bêle qomşilığ görmemişem. Kışın kar yagmıştî, sıçan bile başınî quliğinden dışarî çıxaramîdi. Damlarî bizim hewşe baxî ya, damın karınî süpürende bî qırtik kar zahar bizim hewşe düşmiş. Bî baxtım ki kapî çalınî. Nêum qardaş elinde carutdan sıtıl "Xerdir Nêum qardaş, bî şê lazım?" diye sordum. "Yox qomşî bî şê lazım değil, damî süpürüken sizin hewşe kar düştî, onî temizliyecağam." dedi. "Vi ma ne olmiş, êyiptir qomşî biz atarığ." dedimse de kabul etmedi, "Qomşî heqqi." söledi, karî sıtıla doldurdî, apardî. Ha bunî heç unutamîyam. Bêle qomşîlığın üstüne de qomşîlığ heram olsın, he Vala.
Mekanın cennet olsun komşumuz Naum amca…
Sevgiyle, dostça, kardeşçe paylaşılan her lokmanın damaklarda yarım asırdır unutulmadan bıraktığı tadlarla, yarına başka bir hewşte, aynı güzelliklerde farklı tadlarla buluşmak üzere kapı önü sohbeti başlardı.
-Qızlar bahan baxın hele, sofrazî tez toplayın, işizi tez bitirin, size söz verîyem, êvleden sora belloh yapacağam.
-Söle Valla!
-Niye inanmîsan? He Vallah yapacağam, sizi çıxarîya götüreceğam, hem de Ben-û Sene’ye.
-Fatma abla senden de olmasa bizî bî yere götüren olmaz.
-Hade senden Nebahat qablarî yıxayın ben de bellohî yapam. Ona söle eşikte oturmasın, bin kere demişem ki kapî eşiğinde oturmağ oğursızlıxtır. Oturmayın, rızkız kesilir, işiz rast gêtmez qızım!
-Fatma ablam ben senin elin lezzetine bayılîyam. Qurban oluram ben o hünerli ellere. Hem xuyın güzel, hem sözün güzel hem de özün güzel. Ben ne öğrendîsem senden öğrendim. Nebahat da sahan çekmiş, okulda her kes bizim arxadaşlığımıza heyrandır. Bî günî çekişmedıx, benim senin demedıx neyimiz varsa paylaştıx, sırlarımızî “Ser verdıx, sır vermedıx.” misali saxladıx. İçtiğımız sudan başakasî ayrı gêtmedi.
-Ê ne güzel işte bu arxadaşlığız herkese örnek olsın.
-He he sizin arxadaşlığız arxadaşlık değil artık iki bacî gibisiz. Bu güzellıxlarî axşama qeder sölesağ bitmez. Çıxarîya geç kaldığ. Ben de sade yaglî, zebzeli, ş’erelî bulgır pilavî yaparam. Yanında da teze soğan êyi gider. Êle degil Fatma bacım?
-Hediye Xanım, bulgır pilavîdan belloh yan yana gêtmez, sen de nergizleme yap.
-Doğrî sölîsen, teze soğanım var, şimdi yaparam. Muqedes’e söliyem yumurtalarî xaşlasın.
-Qızlar beni eyî dinleyin; oturmağî, qaxmağî eyî bilesiz, çıllaqalık, çırtiklıx yapmîyasız, bizi xaxın içinde rezil etmîyesiz. Qedir kıymet bilesiz, siz siz olasız xızmette qusur êtmiyesiz. Çutkafa Kado’nun kurre qarısî, o tolas oğlına qız arî, xoş onara verilecağ qızımız yoxtır ama gene de bizi diline düşürmîyesiz baxtıza düşmîşem. O bêarlarla ugraşamanığ.
-Qele bu Deli Ferxo degil? Dur dur meleqofumun cebinde girmibeş qurış vardır. Begenirse vereceğam.
-....... (Küfürün bini bir paraya) bahan sölediz deli, değil? Deli babazdır, benim adım Selma'dır, ben prensesem prenses. Bahan süpürge verin hele lê, evimi süpürecağam, mısafırım var bu gün.
-Yox yox sahan demedıx lê Selma Xanım. Sen bizim başımızın tacîsan. O xırniklî oğlana söledıx. Xırnigi şorigine karışmîş, bilmiki sile.
Ellerine tutşuturulan bir kaç kuruşla keyfi yerine gelirdi mahallenin renkli delilerinin...
-Ha işte sahan süpürge, ama bize bî şarqî sölemeden seni dünyada bıraxmam. Dê hadê bize bi şarqi söle, benim talêhime olsın.
“Dane dane benleri var yüzünde yüzünde...”
-Qele anam geç kaldığ, eve gidağ, işimiz var, çıxarida devam êderığ.
Kapı önü muhabbetine doyum olmazdı. Komşular uğurlanırken küçe başında şegirt görünürdü, günlük masrafla birlikte.
-Ana ana babamın şegirtî geldi çininde bi şeqe et bî de marxamanın içinde zebze var ne yapam?
-Têw lê lê, sen ne yapamî sölîyene qeder oğlanın çinî düşer, hele o et çıxınınî al çininden, mutbaktaki çankala as, pisik yemesin ha! Pacada girmibeş qurış var, onî da saqosının cebine at.
Çıxarîya cuma günleri kadın kadına gidilirdi. Ben-u Sen, sur dışında, asırlık dut ağaçlarından güneş ışığının kıtlıkla yeryüzüne düştüğü, surların altından kaynayan, buzdan soğuk, baldan tatlı, kardan berrak dört gözenin bulunduğu bir piknik alanıydı. Şimdilerde çarpık kentleşmenin en bariz örneği Ben-u Sen Kümeleri, köyden kente göçün beraberinde getirdiği sorunlarla boğulan bir mahalle ve bu mahallenin yoklukla sakinlerini bağrında barındıran eski Ben-u Sene bizim en gözde çıxarî yerimizdi.
Biz kızlara gün doğmuştu. Durmak var mıydı? İşleri el birliğiyle bitirir, hazırlıklarımızı yapar hep birlikte Ben-u Sene’nin yolu tutardık...
Renkli coğrafyamızda, birlikte yaşamanın zenginliği içindeydik. Mezopotamya'da yaşama merhaba diyen bizler; havaya, suya ihtiyacımız olduğu kadar, birlikte yaşamanın gereği sevgiyle paylaşıma da ihtiyaç olduğuna gönülden inanır, Diyarbekir'de kendi sokağımızda beş etnik kimlikle bir arada yaşamanın zenginliğiyle, farklılığıyla büyür ve bu güçten beslenirdik. Çünkü her kültürü yaşayarak tanır ve bu tanışıklıkla zenginleşirdik…
Kısacası birlikte çok mutluyduk, çok…
*Bu yazımı eski komşumuz Fatma Abla’ya ve kızı canım arkadaşım Sevgili, Nebahat Gülserin Karul’a itaf ediyorum…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.