Şeyhmus DİKEN

Şeyhmus DİKEN

Söz Deyince!

Söz Deyince!

Söz Deyince!

İnsanın söyleyecek çokça sözünün olduğunun farkında olması, ama söyleyeceklerini ifadede bedenine, ruhuna kendine ket vurması ne zormuş meğer.

Hem de bunun sınırlı ve seçili bir zaman dilimine hapsedilerek değil! Ucu açık zamana yayılarak belirsizliğe mahkûm olması!

Sözünü söylemeye yekinmeye cesaret ettiğinde ise, kelimeler konusunda hayli “seçici” davranmak zorunda kalması, hatta buna kendini zorlaması ne acı!

Kelimeleri yanyana yerleştirip kâğıda kaleme ya da modern zamanların aleti ile klavyeye dökmeye yeltendiğinde aslında o kelimelerin kendi kelimeleri olmadığını fark etmesi!

Seçtiği kelimelerin kifayetsiz kaldığını görmesi!

Yetkin kelimelerin zihninde at koşturduğunu “beni de yaz” derken, onların kullanımı halinde akıbetinin iyi gelmeyebileceğinin ruh hâlinin hemhalliğinin olanca yaşanılır halleri!

Başka, bambaşka bir “DİL” gerekiyor belki!

Ötekileştirilen insana, insanlığa dair kötücül hallerin kudretini zalimliğini olağanlaştıran baskın muktedir dile karşılık; kurbanlaştırılan mazlumun trajedisini dillendirebilecek yepyeni bir “Dil” belki!

İşte! Tam da böylesi “Tuhaf zamanlar”da; kelimenin tam anlamıyla hükmünü yitirmiş kelimelerle “dil dökmek” ya da çok konuşmak, sanki onca meramı derdi “eksik anlatmak”tan daha ürkütücü mü, ne!

İnsan tekini derinden etkileyenin, kendi içine döndürenin, illa ki fiili olarak yaşanan hâlin doğrudan mağduru olması gerekmeyebilir.

Bütün mesele bu mağduriyetler üzerinden kendi ya da yakınında tanık olduklarının geçmişinin, kendinden sonrakilerin geleceği olmaması için çaba sanki!

Bu sebeple; bugünden yarına “unutmak” geçmişte ya da an itibariyle yaşananlar adına kaba tabiriyle utançtır ilelebet…

İçinde hayatların film şeridi gibi akıp geçtiği bir eski yapının, onca yaşanmışlığının hiçbir yerinde yer almamış birilerinin iki dudağı arasından çıkmış bir cümleyle tar û mar edilmesi!

Ya da adına insan denen “eşref-i mahlukat”ın “dilce susup / bedence konuşulan bir çağda / biliyorum kolay anlaşılmayacak…”* var iken, yoklar kervanına dâhil edilmesi!

Adı, sanı unutulmuş; şecereden düşürülmüş ölümlerin sanki hiç yaşamamış gibi sayılması! Onları en kaba tabiriyle bir kez daha öldürmekle eşanlamlı değil midir?

Ne acı, ne acı ve ne zor…

Dün susmuş olanların geçmişinden ve geleneğinden geliyoruz…

Belki de hep suskun kalmış / kalacak olanların farkında olunduğu bir tuhaf gelenekten geliyoruz.

Zor olan, sonsuza dek sürmeyeceği bilinen cehennemi anbean yaşamak...

Çünkü; “budur / işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen / korku”*

Not: Bu metni bu hafta içinde okuduğum Koridor yayınlarında çıkmış olan Elie Wiesel’in Gece kitabının izleği ve bende yarattığı ruh hâli üzerinden yazdım…

*İsmet Özel, amentu şiirinden…

26 ocak 2018 Diyarbekir

Şeyhmus Diken

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şeyhmus DİKEN Arşivi
SON YAZILAR