BILGE KADINLA SORGULAMA -8-
Binlerce yıldır, çaba sarf edilmesine rağmen, problemler eksilmemekte ve hiçbir sorun kendi çözümünü bulamamaktadır. Bu, köklü ve derin bir problemdir. Bilge kadınla, bunun kaynağına inip, sorgulamaya çalıştık.
Bilge kadın, neden sorgular, sorgulamak bir anlam mıdır, bunun nedeni nedir?
B.K: Kendimi anlayabilmek ve bütünsel görebilmek için. Kendini anlamadan ve nasıl bir kaynak olduğunu görmeden, hangi sorunu çözebilirsin.
Kendini anlamak nedir, bunu biraz açabilir misin? Neden kendini anlamak istiyorsun?
B.K.: İnsan kendini anladığı zaman, her şeyi daha net görür, daha dingin, huzurlu ve bütünlüklü olur. Kendini anlayan, neyi niçin yaptığını bilen, gören insan, çözümü bulmakta da gecikmez. Var olan sorunların bir parçası olduğunun farkına varır, bu sorunların kaynağının bir parçası olduğunu fark edersen, çatışma ve bulanıklık ortadan kalkıyor
Neden, dingin olmak istiyorsun?
B.K.: Çünkü kavga her yerde var. En derin kavgalar da insanın içinde oluyor. Bunu sorguluyorum, hem de sürekli sorguluyorum ve niye sorguladığımı da inceliyorum. Belki de bir şeylerin cevabını bulmak ve ters giden şeyleri görmek için. Çünkü aldığın her cevap, kesinlikle seni kendine getiriyor ve daha anlaşılır kılıyor. Çatışmalar son buluyor. Hangi insan, parçalara bölünmüş bir hayatı, yaşamı ister ve bundan beslenir.
Sorgulamak doğamızda mı var?
B.K.: Bir ihtiyaç olmadan, sorgulama içinde olur mu insan? Bilemiyorum. Bunu detaylı incelemek gerekir. Ben, bu ihtiyacı duyuyor ve sorguluyorum. Nedenine gelince, belki de yerini yani kendini bilmek, bunu bilince haddini biliyorsun.
Ne demek bu?
B.K.: Hatırlıyor musun, bir gün sana demiştim, insan kendini, evren bütünlüğünde görebilse, her şey çok daha kolay olur. İşte, bunu görünce, yerini biliyorsun, yerini bilince de, haddini biliyorsun.
İnsan, kendini nasıl bilir, bunun bir tekniği var mıdır?
B.K.: İnsanın kendini bilip, anlayabileceği yer, yaşam ve ilişkilerdir. Bunun en esaslı uygulaması ise görmektir. Ama bu zihin yapısıyla, insanın kendini görmeyeceği de nettir. Bilmek, görmektir. Olduğu gibi görmek. Araya hiçbir şey koymadan, eklemeden, kınamadan, yargılamadan, olduğu gibi görmek ve bu, kendini bilmektir. Bu, kocaman evrende, hakikaten kendi yerimi bilmek istiyorum. Neyim, bir şeyin parçası mıyım, dışında mıyım, içinde miyim? Sorgulamadan, bilmek ve tanımak mümkün olmuyor?
Sorgulamak nedir?
B.K.: Kendini tanımanın, bilmenin alanı, gerçek inceleme okulu. Niye kendimi anlamaya çalışıyorum? Anlama, insanı daha dingin, huzurlu kılıyor. Taşlar, yerli yerine oturuyor. Bir şeyler yerine oturmuyorsa, o, insanda huzursuzluk yaratır. Yaptığın şeyin içeriğini görmediğin anda, huzursuz olursun. Kendinle çatışmaya başlarsın. Gerçekten, sorgulamanın anlamı, benim için, kendimi anlamaktır. Kendini anladığın zaman, hakikaten, ilişki, paylaşım ve dünyayı da anlıyorsun. Ne güzel söylemiştin ‘ben dünyayıyım’ diye. Yaşadığımız dünyada, bir sıkıntı, problem varsa, kendine dönme ihtiyacı, zaruri bir hal alır. Problem olmamış olsa, sorgulamak gibi bir ihtiyaç da olmaz. Bu nedenle sorgulamak, temel bir ihtiyaç. Bizim, kendimiz olmaktan çıkmamız gibi bir problem alanı var. İnsanlar, kendilerini, evrenin üstünde görüyorlar. Bu, büyük bir hata. Hâlbuki, kendilerini, olanın bir parçası veya kendisi olarak görseler, işler daha kolaylaşacak. Kendini, her şeyin üzerinde gördüğün zaman, işin içinden çıkamıyorsun. Sonuçta biz de, olanın bir parçası veya kendisiyiz. O kadar basit. Herhangi bir yerde, bir arıza olmasa, onu sorgulama ihtiyacı da doğmaz. İnsanlık olarak bütün, tam ve yeterli düzeyde olsaydık, bir sorgulama ihtiyacı da olmazdı. Bir şey eksik değilse, farkındalık ihtiyacı da duyulmaz. Akışta gidiyorsun zaten, ama bir şey eksikse, sorgulama ihtiyacı da ortaya çıkar.
Onca çıkışa rağmen, bu eksiklik neden görülemiyor ve ortaya konulmuyor?
B.K.: Bu başlı başına bir trajedi. Gerçekten görmek istiyor muyuz, bir probleme nasıl bakıyoruz, ona kendi bilgi ve deneyimlerimizle oluşturduğumuz bir imge olarak mı bakıyoruz yoksa gerçekten olanı mı görmeye çalışıyoruz. Büyük öğretici enerji ve evren ise yaşam da kendimizle olan arasına nasıl bu kadar mesafe koyabiliyoruz? Biz de evrendeki akışın bir parçasıyız, böyle bakabilsek daha incelikli olmaz mı?
Bilinmezlik ve kuantum için ne dersin? Bu sorgulama içinde, bunların yeri nedir?
B.K.: Evren ve bilinmezlik de ayrı bir sorgulamayı içerir. Kuantumla ilgili ayrı bir alan açılabilir. Bu işin ucundan tutanlar, her şeyi çözmek istiyor. Bu anlamdaki çözme mantığını iyi incelemek gerekir. Bunun anlamı nedir? Diyelim ki hep bilinmez kaldı, niye beni etkiliyor. Ben, burayı anlamıyorum. Yani insan, bilime hizmet etmek istiyorsa, insanın daha rahat yaşamasını, doğanın daha dingin ya da düzenli akmasını istiyorsa, kendisini engel olmaktan çıkararak bunu sağlayabilir. Buna hizmet edecekse, amenna, çözsün. Ama bence farklı bir uğraş var, kendi isimleriyle tarih yazmak istiyorlar. Başlangıç belki bu hissiyatla olmayabilir ama zaman içerisinde, bu noktaya gelyor. Elimizde olan, neyimize yetmiyor? Diyelim ki, yüz yıl sonra, insanlar ışınlanmayı icat ettiler. İnanılmaz, teknolojik şeylere imza attılar. Belki, aklımıza, hayalimize gelmeyecek şeyler oluşturdular ama bunlar günümüzü etkilemiyor ki ya da bir şeyimizi eksiltip, tamamlamıyor, fazlalaştırmıyor da var olan problemlerimizin de çözümü bu noktada değil. Olsa da olur, olmasa da. Çözülmüş ya da çözülmemiş, dert edilebilecek bir şey değil. Mesela araba icat ediliyor. Niye? Hayatımızı kolaylaştırıyor diye, değil mi. O sınırda kalsa, problem yok ama o sınırda kalmıyor.
Peki, belirsizlik?
B.K.: Belirsizlik, bence bir huzur alanıdır yani benim için bir heyecan alanıdır. Yarının ne olacağını bilmemek bir heyecandır. Bu, bende bir korku ya da huzursuzluk nedeni değil. Niye, kaybedecek bir şeyim mi var ya da kaybedeceğimi düşündüğüm şeylerin, ben de bir karşılığı mı? Evimi kaybettim, arabamı kaybettim ya da işimi kaybettim, bunun karşılığı nedir?
Çok mu mülkleştik?
B.K.: Mala, mülke ve mevkiye adandığımız bir gerçek. Esas nokta zihnimizin mal, madde, koca bir yük haline gelmesi. Maddi bir zihinle hareket ediyoruz, ilişki ve iletişimlerimizi bunun üzerinden kuruyoruz. Bu da hayatı örselliyor ve yok ediyor. Birbirimize ayırdığımız zaman, bunun üzerinden gelişiyor. Yaşadığımız dünya, bu zihnin ürünü ve bu da bir ilizyon, maddi zihnin kurgusu. Bu da gerçeğe hizmet etmiyor. Ama bunun için inanılmaz bir uğraş var.
Gerçeği ve yaşadıklarımızı neden fark edemiyoruz?
B.K.: Tükeniş boyutunda olan bir gidiş var. Bu eğilimi görmeden, gerçeği göremez ve onun içinden çıkamayız. Tükeniş abartılı ve yanılgılı bir duruşu ortaya çıkarıyor. Kendimize biçtiğimiz rol bu. Herkes tarihin kendisiyle başladığını zannediyor. Bir insan veya herhangi bir canlı, bütün evrenin özetidir yani andaki hali aslında bütün geçmiştir. Bu kadar bütünlüklü bir yapı varken, ısrarla o yapay oluşumlara, illüzyonlara inmenin ve orada kalmanın nedeni nedir? Bozukluk, bu kadar mı dipte, bu kadar mı köklü… Saçmalıklar dizgesi değil mi bunlar? Bence, olandan kopan, gerçeklerden kopan, zenginlikten, aşktan, sevgiden ve bütünlükten kopan insanlar, o anlamsızlık dünyası içerisinde bir anlam oluşturuyor. Yani, anlamın kendisi iken, yapay bir anlama ihtiyaç duyuyor. Anlamın kendisi iken, yapay olan bir oluşuma neden ihtiyaç duyulur? Derin anlam iken, bundan kopunca, bu sefer kelimelerde, kavramlarda, ilüzyonlarda, yapay oluşumlarda, makamda, mevkide bir anlam oluşturma arayışı gelişiyor. Bunun için de, inanılmaz bir çaba içine giriliyor. Bir mevki sahibi olmak, para elde etmek, çok zor değil. Dünyanın en zor şeyi, hakikaten, kendinle yüzleşmek, kendini anlamaktır. Kendisiyle yüzleşmeyip, kendisini anlamaya çalışmayan insanlar, bu alanlara giriyor ve bunların etrafında dönüyorlar. Anlamın gerçek halinden kopan insan, saçmalıyor veya gevezeleşiyor. Anlamın böyle bir derdi yok yani çok yorumlama derdi yok, çok konuşma derdi yok, çok paylaşım içinde olma derdi yok. Anlamsın, anlamın kendisisin ve yaşıyorsun… Bu kadar.
Kırılma noktası veya noktaları bunu görmemek veya bundan uzaklaşmak mı?
B.K.: Bundan kopunca, inanılmaz düzeyde bir şey başlıyor yani bir kendini bırakma, boşlukta yayılma yine üst düzeyde bunun çeperinde, etrafında dolanma. Bu dünyada, sarf edilen çabanın %1’i kendini anlamaya verilse, inanılmaz alanlar açılır ve çıkar ortaya, değil mi? Niye yapmıyoruz bunu? Bozulma, böyle bir şey mi veya nasıl bir tarif, yorum yapılabilir bu konuda, bilmiyorum. Bence bunun tek sebebi, insanın kendisi ile yüzleşmemesi. Bu ona zor geliyor.
Peki, bu duruma ne diyeceğiz?
B.K.: Anlamsızlığın bu haline ne diyeceğiz? Bir şey söylemek zorunda değiliz. İllaki bir sözcükle ifade etmek istersek, buna düzensizlik diyebiliriz. Düzensizlik ve bununla gelen anlamsızlık bir kader mi, bir ürperti mi? Bu kadar saçmalıklar içinde olmanın anlamı ne? Sevgi ve sevmek ve birebir yaşamak varken, bunun etrafında dolaşmak neden? Neden bin tane şey buluyorlar, farklı kılıflar, farklı anlamlar, farklı sözleşmeler, farklı telkinler içinde oluyorlar? Ve oynanan, binlerce oyun... Bu denli bir düzensizlik ve anlamsızlık dünyası. Bunun için, bu kadar çaba neden? Peki, yaptıklarımız ve yaşadıklarımızla, kendimizi mi tatmin etmeye çalışıyoruz yani bu anlamsızlık halimizle neyi gideriyoruz? Bu, bir tercih, değil mi? Evrendeki hiçbir oluşumun, böyle bir derdi yok. Evren akıllı. Bunu kendine sorun yapmıyor.
Ama biz insanlar yapıyoruz. Görmemiz gereken bu mu?
B.K.: Bunu görmeye başladığımızda, her şey biter. Bütün problemler son bulur. Yaşam sevgi ve aşka akar. Hepsi bu.
Bu güzel paylaşımından dolayı teşekkür ederim.
B.K.: Ben teşekkür eder, neşeli, huzurlu, kendini bulmuş ve kendi olmuş insan ve hayat dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.