‘Yarattığınız Karakterler Bir Parçanız Oluyor’
Mümin Ağcakaya
TİGRİS HABER - Gazetecilik yaptığı dönemlerde tanık olduğu olaylardan hareketle ve yer yer yaşanmışlıklarını da yansıttığı ‘Törensiz ve Duasız’ romanı ele aldığı konusuyla çok ilgi çekti. Şimdi ikinci baskısı yolda olan ‘Törensiz ve Duasız’ romanın yazarı Beyda Yıldız, Osman Damla modaratörlüğünde Wejegeh Amed ‘Edebiyat Evi’nde okurlarıyla bir söyleşi gerçekleştirdi.
‘Her yol gidilmek için değildi. Ben unutmak ve hatırlamak, cesaret ve kabullenmek arasındaki o yolu defalarca kat etmeye çalıştım. Yola baktım yolda kaldım. Gitmek için cesaretim ne dönmek için tesellim vardı.’
Moderatör Osman Damla’nın romana nasıl başladığı ve yazmaya nasıl karar verdiğiyle ilgili, romanın yazım sürecini anlatmaya başlayan yazar Beyda Yıldız;
Bu roman aynı zamanda bir sürecin sonunda ortaya çıktı. Yılların bir birikimi olduğunu söyleyebiliriz. Uzun yıllar kayıplarıyla baş etmek zorunda kalan insanlarla karşılaştım, tanıştım. Onların hikâyelerine eğildim. Gazetecilikten gelme biriyim. Uzun yıllar yargı muhabirliği yaptım ve mahkeme koridorlarında duruşmalarda çok sayıda insanla karşılaştım. Bu hikâyeler bende birikmişti. Parça parça yazıyordum. Benim için bu romanın ateşleyici gücü şu oldu; Yine bir kaybını yaşamış kadınla sohbet ediyordum. Bu kadın bir yıl boyunca babasının mezarına gidemediğini anlatıyordu. Dertleşiyordu benimle. Bir yılın sonunda kadınlar kolundan tutup babasının mezarına götürmeye karar vermişlerdi. Ve orada biraz toprak yediriliyor. Bu olay inanılmaz derecede ilgimi çekti. O gün eve geldiğimde;
‘İşte her yol gidilmek için değildi. Ben unutmak ve hatırlamak, cesaret ve kabullenmek arasındaki o yolu defalarca kat etmeye çalıştım. Yola baktım yolda kaldım. Gitmek için cesaretim ne dönmek için tesellim vardı.’
ROMANI YAZMAYA NASIL KARAR VERİYOR?
O hikâyeyi dinledikten sonra benim kalemimden ilk önce bu cümleler döküldü. Bu cümleyle birlikte çok kısa bir sürede iki hafta içinde bir anlatıya dönüştü. Aslında bu bir yerde anlatılmayı bekleyen bir roman olarak bekledi. Ben biraz korkak bir yazar olduğumu düşünüyorum. Çünkü yıllardır hikâyeler yazıyorum. Anlatılar yazıyorum. Ama bunları bir yerde yayınlatacak cesaretim yoktu diyebilirim. Ama bu hikâye beni çok derinden çağırıyordu. Benim kâğıtlarımda pek çok anlatı hikâye vardı ama bu ilk cümle, o kadının cümlesi üzerine benim yazdığım cümleler bu romanı yazma konusunda inanılmaz derecede ısrar sahibiydiler. Bir gün cesaretimi topladım. Masanın başına geçtim ve ben bu romanı yazacağım dedim.
Ama bu romanı nasıl büyüteceğimi düşünürken kendimi bir şekilde seksenli yılların yatılı bölge okullarında buldum. Dağbaşı Köyünü inşa ettim. Hiç gitmediğim ve görmedim bir köydü. Bir kısmını da Almanya’ya taşıdım. Neval nerede yazabilirdi, bu derdi nerede aktarabilirdi. Zehrini nerede akıtabilirdi diye düşünürken ancak bu zehri daha uzak bir coğrafyada akıtabileceğini ve anlatabileceğini düşündüm. Derken roman kendi evrimini kurmaya, kendi çekimini yaratmaya başladı. Bir yas, bir bellek ve bir aşk romanı olarak şekillendi.
‘Bir vefa borcu olarak da yazdım’
Romanın geçtiği bir kesit var yatılı bölge okulları, Burası yetmişli yılların sonunda kurulmuş bir okul. Bölge okulları yeterince ele alınmamış bir yer. Bir dönem okuduğum, kısmi tanıklıklarımın da olduğu bir yer. Aslında bu bölümü yazarken bir vefayla da yazdım. Ben uzun bir süre yatılı bölge okullarıyla ilgili bir röportaj hazırlamak istiyordum. Çok fazla tanıklıklar vardı. Anlatılamamış çok fazla hikâye vardı. Ama yoğun iş hayatından dolayı seyahatleri yapamayacak olmak ciddi bir engeldi. Bu roman içerisinde bu kısmı kullanmaya karar verdim. Burada kendi dilleriyle konuşamayan çocuklar vardı. Köylerinden annelerinin babalarının kucaklarından alınmış çocuklar var. Bir mekanizma içerisine konulan ve burada öğütülmeye çalışılan çocukluk var. Bu çocukluğu vermek istedim. Benim için en nirengi noktalardan biri bu çocukların daha başka bir dili yani Türkçeyi konuşamazken, bir sürecin içerisine konulmak istenmeleri benim için çok önemliydi. Burada bir sorumluluğu yerine getirmek istedim. Benimde kişisel hayatımla ilgili ve aslında bir cevaptı. Bir vefa borcuydu. Bunu özellikle kullanmayı çok istedim.
‘Yas tutan kadını yazmak çok zordu.’
Yarattığınız karakterler sizin bir parçanız oluyor. Sakine nine, Neval zamanla bir parçanız oluyor. Belki tekil karakterinizi onlarca parçaya bölüyorsunuz, onlarca parçayı konuşturmaya başlıyorsunuz. Nevali yazmak inanılmaz derecede zordu çünkü yas tutan bir kadın vardı. On beş saat yas tutan bir kadınla yaşamak, inanılmaz derecede zordu. Romanın kahramanı Neval’in başına bir felaket gelmiş ve o felaketi anlamakta inanılmaz derecede bocalıyor. Elbette bunun bazı sebepleri var. Hasan arkasında pek çok soru bırakıyor. Roman bir yas, bir bellek romanı ama aynı zamanda; kavuşamayan bir aşk hikâyesidir.
‘Kendime gelmek için sık yürüyüşlere çıkıyordum’
Neval’i yazarken bir süre sonra gece yarıları kendi kayıplarım yanı başımda belirmeye başladılar. Üzerime eğiliyorlar, bana bir şeyler fısıldıyorlardı. Kendime gelebilmek için sık sık yürüyüşlere çıkıyordum. Kendime gelmeye çalışıyordum. Tekrar metnin başına oturup Neval’in o yas duygusunu daha derinden ve daha akıllıca yazmaya çalışıyordum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.