Herêdan’dan birkaç avuç toprak
Mümin Ağcakaya
TİGRİS HABER - 2 Nisan’da İstanbul’da vefat eden Diyarbakırlı ünlü yazar Mıgırdiç Margosyan tarihi Zerzevan Konağında DİTAV’ın düzenlediği etkinlikte anıldı. Anma etkinliğinin moderatörlüğünü Nurcan Kaya’nın, yazar Şeyhmus Diken ve Ahmet Çakmak’ın konuşmacı olarak katıldığı söyleşiye sanatçı Ferat Üngür ve şair Hicri İzgören de şiiriyle eşlik etti. Etkinliğin moderatörü Nurcan Kaya;
“Mıgırdiç Margosyan iyi bir yazar, iyi bir Diyarbakırlı olduğu kadar, iyi bir de arkadaştı. İyi bir abimiz, iyi bir büyüğümüzdü. Kaybını ifade edebilmek mümkün değil” diye başladığı konuşmasına, Mıgırdiç hoca üzerine, yüzleşmeyle hakkında yazmasının sebebini;
“Vefatının arkasından paylaşılan birçok taziye mesajı Mıgırdiç hocanın iyi bir edebiyatçı olmasıyla, yazar olmasıyla Diyarbakırlı olmasıyla, bir zamanların Diyarbakır’ını çok iyi resmetmesiyle, eğlenceli bir şekilde, mizahi bir şekilde anlatmasıyla ilgiliydi. En çok böyle anıldığını gördüm. Oysa kitaplarındaki satır aralarında ve söyleşilerinde Mıgırdiç hoca aynı zamanda bir yüzleşme çağrısında bulunuyordu.” diye başladığı konuşmasının ardından söz verdiği yazar Ahmet Çakmak; Margosyan hocayla birçok anısının, birlikte çalışmışlığının olduğunu söyleyerek;
KENTLERE RUHUNU VEREN SANATÇILARDIR
“Kent, hafıza ve edebiyat üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Toplumlarının belleğindeki en önemli unsurlardan biri hafıza ve onu yaşatan kenttir. Kentler bana göre sadece muhteşem yapıları, bayındır eserleri, doğa güzellikleri ile değil; daha çok edebiyatçılar ile vardır. Sanatçılar ile vardır. Kentlere ruhunu veren, hafızasını canlandıran şairler ve yazarlardır. Margosyan da biricik kentimizin, kadim Amed’imizin en saygın isimlerinden biriydi. Ve o hafızayı yüzyıl öncesindeki yaşanılanları bize; eserleriyle, yaşantısıyla, konuşmalarıyla bugüne taşıdı.”
Margosyan içinde doğduğu dünyanın, çevresiyle kurduğu ilişkilerin içine işlediğini görüyoruz. Hikâyelerindeki ironinin kaynağının bu olduğuna inanıyorum. Dünyaya daha ironik, daha mizahi bakıyor.
‘Gâvur Mahallesi’ ilk okuduğum kitaptır. Biz Gâvur Mahallesi demezdik o mahalleye Hançepek derdik. Gâvur Mahallesi söylemi Margosyan ustanın sözüyle yaygınlaştı. Biz de öyle kabul ettik. Bu mahalleye yerleşenler birbirlerine tehcir hikâyeleri anlatmaya başladılar. Biliyorsunuz trajedi anlatıla anlatıla komediye dönüşüyor. Birbirlerine sığınarak yaşamaya çalışıyorlar. Margosyan da her birini bir hikâye içinde bizlere ulaştırmaya çalıştı.”
Ahmet Çakmaktan sonra konuşan yazar Şeyhmus Diken;
DİTAV’ın son üç aydır aylık söyleşi programları düzenlediklerini, Nisan ayı programında Ahmed Arif’in 21 Nisan’da yaş günü olması üzerine programladıklarını ancak yazar Mıgırdiç Margosyan’ın vefatı üzerine Ahmed Arif için hazırladıkları programı Haziran ayına aldıklarını söyleyen yazar Diken;
“Mıgırdiç abi öte yakaya uğurlanırken, daha toprağında uyumaya henüz merhaba demişken bu programı yapmış olmayı, hayata geçirmeyi gerekli bulduk.
‘BU KENTİN SAHİBİYİM’
Mıgırdiç Margosyan’ı nasıl anlatsak diye baktığımızda 2018'de Diyarbakır kitap fuarında bir söz etmişti. O söz hala benim kulağımda. TÜYAP Kitap Fuarı onur konuğu olarak belirlenmişti. Çok da heyecanlıydı. Hatta fuarda konuklara verilmek için hazırlanan ve onu anlatan, ‘Gittin ki Tez Gelesin Diye’ kitap görevi de bana verilmişti.
Fuarda ironik bir laf etmişti. Bu söz hala benim kulağımda ve üstadın ruh halini yansıtan çok önemli bir kurguydu. Margosyan; ‘Belki de birçok insan benim bugün burada onur konuğu olmamın mutlu biri olma görüntüsü vereceğimi zanneder. Aslında öyle değil. Ben Diyarbakır'da onur konuğu olmayı ve çok da içine sindirebilecek hazmedebilecek biri değilim. Bugün ben burada onur konuğu değilim. Çünkü ben bu kentin sahibiyim.’ demişti.
Mıgırdiç Margosyan’ın babasının söyle Margos nerelisin? dediğinde ‘Herêdan’lı’ dedikten sonra 70 yıl Diyarbekir ve Herêdan kimliğine aidiyet bağıyla bağlı kalmış ve Mıgırdiç Margosyan’ın bu bağı hiç eksilmeden sürmüştür.
Ben onur konukluğunu kabul etmiyorum, ben ev sahibiyim, ben misafir değilim sözü onun bütün edebiyatına, bütün ruh haline yansıyan bir vurgudur. Margosyan’ı değerlendirirken böyle bakmak lazım.
İYİ BİR İRONİ USTASIYDI
İroni ustası olması sebebiyle bir söyleşisinde şöyle diyordu; ‘Eskiden bu kilisenin tavanı çöküktü. İnsanlar kafalarını kaldırdıklarında gökyüzünü görebiliyorlardı. İyi ki görebiliyorlardı. Ellerini açıp tanrıya dua ettiklerinde, hemen o dua o çıplak tavanda gökyüzüne ulaşabiliyordu. Geldiler bu tavanı kapattılar. Artık daha zor, daha mesafeli olarak ulaşacak’ ifadesini bir söyleşisinde böyle dile getirmişti. İroniyi çok ustaca kullanıyordu.
MAHALLE GİTTİ
Mahalle; yıkım ve felaket döneminde gitti. Sokak gitti, ev gitti. Beraber gittiğimizde adına verilen sokağı da görememiştik. Oranın bir dönem sakini olan, hatta oranın anlatıları ile hikâyeler ile ve paylaşımlarıyla kendini var eden, var olmanın kavgasını veren şahsiyetinde ömrü takdir edersiniz ki çok fazla süremezdi. Böyle bir yitiş de var aslında. Bir ironi de var Mıgırdiç ustanın öte yakaya göçüş hikâyesinde.
Söyleşilerden birinde kendisine ‘Gavur Mahallesi artık yok’ Bu sizde nasıl bir duyguya, bakış açısına tekabül ediyor?’ diye sorduklarında ‘Hayır, size katılmıyorum. Gâvur mahallesi var ama şimdi başka bir Gavur Mahallesi var. Bugün o mahalleye baktığımızda, o mahalleye o sokağa gittiğimizde o ucube yapıları görmüş olmanı geldiğinde o hüznü yaşıyordu. Aslında her geldiğinde o hüznü yaşıyordu. Ayağı da çok fazla kendisini oralara götürmüyordu.
KELİMELERİN KUDRETİNİ BİLİR ONA GÖRE KONUŞURDU
Kelimelerin cümleleri ağırlığını ve hikmetini kudretini bilip tartarak ağır ağır tane tane konuşan bir adamdı. Konuşması onun eğiticiliğinden de kaynaklanarak yazardı. Güzel konuşurken çok ironik sanatını çok ince işleyerek tartarak konuşurdu ve karşındaki insanın göz teması ile gözünün içine bakarak konuşurdu. Bu çok önemli bir detaydır, herkesin harcı da değildir.
Yazı dilinde de gerçek anlamda yazarken de üslup sahibi bir adamdı. Farklı bir cepheden yazıyor ve kendini, yaşadıklarını yazıyor. Söz, üslup sahibi olmak kolay kolay her yazarı da nasip
BİR AVUÇ TOPRAK
Mıgırdiç Margosyanla nasıl tanıştığını ve arasındaki dostluğun nasıl geliştiğini anlatan yazar Şeyhmus Diken bu dostluğa bağlı olarak onun cenazesine giderken Hêredan’dan birkaç avuç toprak götürerek mezarına koyduğunu, neden bu toprağı götürdüğünü ise; bir röportajında dile getirdiğini burada da dile getirmek gereğini duyduğunu söyleyerek şöyle konuştu;
“Kendisi çok istemesine rağmen aslında orada toprakları olan, evi olan, yeri yurdu olan babasının, dedesinin mekânı olan bir yerde hiçbir şeyi sahip olamamıştı. Çünkü nenesi; ‘Bir daha oraya gidersiniz sütümü size, çocuklara, torunlarıma helal etmem. Çünkü o dünya, o ilişki bize ölüm getirdi, felaket getirdi.’ Diye vasiyet etmişti.
KENDİ TOPRAĞIYLA BULUŞMALIYDI
Belki oraya gömülmek içinden geçmişti. Çünkü biz kendisi ile konuştuğunuzda orada 1-2 dönüm toprak olsa şöyle bir iki ağaç diksek, yılda bir iki defa gidip orada 2-3 gün kalabilsek derdi. Vasiyet etmiş mi de bilemiyorum ama oraya da gömülmek isteyebilirdi. Fakat bu kendi toprağında mümkün olmadı. Gömüldüğü Şişli Ermeni mezarlığındaki mezarına Hêredan toprağını da katmak gerekirdi. O toprak kendi toprağıyla buluşmalıydı. O da öte yakaya göç ederken bu duygudaşlığı hissetmiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.