DİYARBAKIR DA GEZİLECEK YERLER
İster doğrudan doğruya Diyarbakır'ı gezmek için gelmiş olun ister başka bir yere gitmek üzere geçerken uğamış olun. Diyarbakır, son yıllarda çevre il, ilçe ve köylerden aldığı göç akınınn yolaçtığı bir dizi soruna karşın, Güneydoğu'nun gezilip görülecek güzel şehirlerinden biri.
Diyarbakır dendiğinde, şu Çin seddinden sonra en uzun sur olmaları ile tanınan surları ve oyulduğunda içine bir çocuk sığacak büyüklükteki Diyarbakır karpuzu akla gelir. Ama Diyarbakır yalnız bunlardan ibaret değil.
Herşeyden önce Diyarbakır mimari yönden de ilginç eserlere sahip bir kent. Nebi Camisi ve Ulu Cami tarihsel geçmişleri ve mimari tarzları ile birer şaheser. Türkiye'nin en eski camilerinden olan Ulu Cami'nin avlusundaki güneş saatini ve güzel taş işçiliğini iyice inceleyin. Taş işçiliği baktıkça zenginleşiyor.
Milattan önce 700 yılında kurulan Diyarbakır beşiklik ettiği, Hurriler, Asurlular, Medler, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Oğuzlar, Selçuklular ve Osmanlılardan kalma zengin bir tarihsel mirasa sahip. Bu eserler içinde camiler, medreseler, hanların yanı sıra çok sayıda kilise de var.
Diyarbakır'ı gezerken göreceğiniz kiliseler arasında Mart Thoma, Meryemana, Kırklar Kilisesi ve Mart Pityon kilisesi de var. Bu kiliselerden Mart Thoma kilisesi İslamiyetin kabulünden sonra 639'da bugünkü Ulu camiye dönüştürülmüşken, Meryamana kilisesi, şehirde kalan az sayıdaki Süryani cemaati tarafınan halen kullanılmaktadır.
Diyarbakır'ı gezeren mutlaka uğrayacağınız yerlerden biri de, müzeye dönüştürülmüş Diyarbakır'lı şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi olmalı. Hem mimari tarzı hem Diyarbakır'ın sosyal yaşamının tipik simgesi olarak korunup düzenlenmiş olan evi gezerken Diyarbakır'ın sosyal yaşamı hakkında da bilgi edinebiliyorsunuz.
Diyarbakır'ı gezerken Cahit Sıtkı Tarancı evine, Sipahi Çarşısından geçerek gidin. Çünkü bu çarşı da düzeni ve halen yapılmakta olan alışverişleri ile çok ilginçtir. Çarşı sanki yüzyıllar öncesininden kalmış gibidir. Keçeciler, takunyacılar gibi pek görülmeyen zenaatlar ile çuvallar, sandıklar içinde içinde satılan şeyler.
Tarihi İpek Yolu'nun merkezlerinden biri olması nedeniyle Diyarbakır aynı zamanda geçmişin ticaret mekezleri olan hanları ile de ünlüdür. Diyarbakır'a geldiğinizde başta Deliller Hanı olmak üzere, Hasan Paşa, Çiftehan ve Yeni Han'ı gezin. Bu hanlarda, geçmişte olduğu gibi günümüzde de halı, kilim ve gümüş işleme satan dükkanlar bulunuyor.
Deliller Hanı'nı gezdikten sonra Mardinkapı'ya doğru yönelip burada yol üzerinde, yoğurtçular ve peynirciler çarşısını gezin. Bu çarşının ne özelliği var derseniz, Türkiye'nin neresinde "Peynirciler ve yoğurtçular çarşısı var ?" deriz. Çarşıyı gezerken Diyarbakır'da ne kadar çok peynir çeşidi olduğunu görecek ve bu kadar çok peyniri olan bir yerde Peynirciler ve Yoğurtçular Çarsışı olmasını doğal bulacaksınız. Çarşıda yalnız peynir ve yoğurt da satılmıyor. Burada çeşit çeşit bal da bulabilirsiniz.
Peynir yoğurt ziyaret ve alışverişiden sonra Mardin Kapı'ya doğru yürümeye devam edin. Yol üzerinde sağda eski Kervansaray'a geldiğinizde durun.
Şimdi otele dönüştürülmüş olmakla beraber Kervansaray, mimarisi ve iç yapısı ile görülmesi gereken yerlerden biri. İsterseniz avlusudaki kahveye oturup bir yandan kahvenizi içip bir yadan da o muhteşem yapıyı inceleyebilirsiniz.
Aslında Kervansaray'ı gezmeye geldikten sonra buradan biraz daha yürüyüp Surların üzerine çıkıp hem DİCLE'yi ve önünüze uzanan geniş yaylayı seyredebilir hem de M.Ö. 349 yılında Bizans İmparatoru Costantinus tarafından yenilenen surların üzerinde kısa ama hoş bir gezinti yapabilirsiniz. Surların yapılış tarihi tam olarak bilinemiyor. Beş km. uzunluğunda 8-12 m. yüksekliğindeki surlar çok iyi durumda. Diyarbakır Kalesi'nin dört kapısı ( Urfakapı, Dağ (Harput) Kapı, Mardin ve Dicle kapıları), ile 82 burcu var. İçkale 1524'de Kanuni Süleyman tarafından ikinci bir surla çevirtilmiş.
Surları gezdikten sonra, Atatürk'ün Diyarbakır'a geldiğinde konakladığı, Gazi Köşkü'nü de ziyaret edebilirsiniz.
Bu arada ister yemekten önce ister yemekten sonra gezerken yolda sırtındaki süslü koca güğümü ile dolaşıp elindeki çıngırakları şıngırtdatan meyankökü satıcılaranı göreceksiniz. Meyenköküne orada ava sûse diyorlar.Yörenin özgün içeceklerinden olan meyankökü, aslında bilinen kolalı içeceklerin atası sayılabilir. Fakat bölge halkı bu maddeyi daha farklı biçimde içmeye alışmış. Akşamdan suya yatırılan meyankökleri sabaha kadar suyun içinde çözülüyor. Çözülen bu su daha sonra süzülüp içine buz atılıp iyice soğutulduktan sonra, sırta alınan bakırdan yapılmış bir tür güğümden bardaklara dolurulup veriliyor. Diyarbakır'a sıcak bir günde gittiyseniz size bol bol meyankökü içmenizi öneririz.
Yaz günü yapıyorsanız geziyi Diyarbakır sıcağının çok bunaltıcı olduğunu hatırlatalım ve akşamüstünü tercih etmenizi önerelim. Gene de ara sıra mola verip dinlenmekte yarar var. Kaldırımlarda, iç avlularda, çarşı içlerindeki küçük meydanlarda kahvelerin kursi denilen küçük hasır iskemlelerinde dinlenin.
Diyarbakır'da hemen hemen bütün lokantaların ya teraslarında ya da bahçelerinde açık yerleri var. Akşam geç vakit çarşıya çıkarsanız ya da otelinize giderken yolda kaldırımlarda kurulmuş tezgahlarda pişirilen cartlak kebabı kokularını alacaksınız. Gecenin bu vaktinde ciğer kebabı da ne oluyor demeyin, Diyarbakır'da gecenin geç vakti ciğer kebabı yemek bir tür sosyal etkinlik olarak kabul ediliyor. İsterseniz siz de yol üzerindeki küçük masalardan birine yanaşıp önünüze konacak cartlak kebabının tadına bir bakın.
Eskiden olsa size bir de "Japon Pasajı'na uğrayıp oradan birkaç kaçak eşya alın" diyecektik. Ama şimdi oradaki eşyaların tümü artık "aşağı" diye adlandırılan Suriye, Irak, Kuveyt gibi ülkelerden değil, İstanbul'dan geliyor. Dolayısıyla birşey almak için değil ama daha önceki özellikleri nedeniyle eskiden şehrin ticaret merkezi konumunda olan, kaçak eşya satılan pasajları da gezebilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.