Maria Callas’ı dinledi hayatının akışı değişti

Maria Callas’ı dinledi hayatının akışı değişti
Feqîyê Teyran’ın operaya uyarlayarak söylediği “Ay Dîlberê” şarkısıyla dikkatleri üzerine çeken; Kürt sanatçı, ünlü soprano Pervin Chakar’la zevkle okuyacağınıza inandığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.

Dinlediği Maria Callas’la müziğe bakışı ve hayatı değişir. Her türlü zorluğa rağmen kendisi için bir tutkuya dönüşen müzik alanında ilerlemeye devam eder. Eksikliğini hissettiği ana dili Kürtçeyi öğrenmek için kursa gider. Söylediği İtalyanca, Almanca, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Türkçe arya listesine; Kürtçe’nin; Kurmanç, Zazaki, Soranice gibi farklı lehçelerini de katarak; Kürtçe müziğini operaya taşır.

Özel Röportaj / Mümin Ağcakaya

p10-002.jpg

Kürtlerde alışıla gelen tarzların dışında müzik yapıyorsunuz.  Kürt müziğinin operaya uyarlanmasını nasıl yapıyorsunuz?

 Öncelikle sanatçının o müziği yapabilmesi ya da o şarkıları söyleyebilmesi için; o dile hâkim olması gerekiyor. Önce teksti alıyorum, sözlerine bakıyorum, hangi konuyu anlatıyor? Dinamikleri nedir? Bütün versiyonlarını dinliyorum. Müzikal olarak buna ne katabilirim. Nasıl bir şey ortaya çıkarabilirim diye bakıyorum. Hedefim daha farklı, modern bir şey ortaya çıkarabilmek.

 Kürtçe şarkılar söyleyebilmek için bence dili iyi bilmek lazım. Bazı heceler, bazı kelimeler, bazı harflerin vurguları çok önemli. Çünkü harfin vurgusunu değiştirdiğinizde başka bir anlam ortaya çıkıyor. Duygu, konu, bu şarkı neyi ya da neleri ifade ediyor? Ben bunu nasıl ifade edebilirim, karşıya nasıl ulaşabilir? Hep bunlar üzerine çalışıyorum. Yani Kurmanci olsun, Zazaca olsun, Soranice olsun; bu şarkıları söylemeden önce; bu şarkı geleneksel bir halk şarkısı mıdır? Kim derlemiş, nerede derlenmiş, hangi şekillerde söylenmiş diye bir araştırmasını yapıyorum. Ona göre hareket ediyorum. En temel  hareket noktam budur.

 İtalyan orkestra şefi Riccardo Muti’nin çok güzel bir sözü var. Hatta kitaplaştı sanırım bu. ‘Önce söz sonra müzik’ der. Bence aslı olan da budur. Sözleri tam olarak bilemezseniz, ortaya çıkan müziğe o ruhu katamazsınız. Bunu yapmaya çalışıyorum. Bu duygunun karşıya ulaştığını düşünüyorum. Belki de bu yüzden insanlar bu kadar heyecan duyabiliyorlar.

p3-005.jpg

Birçok lehçeye sahip olmak Kürtçe için bir zenginliktir

 

 Kürtçe Mezopotamya’nın en eski dillerinden biri ve birçok lehçesi var.  Bir dilin; birçok lehçesinin olması, müziğe nasıl bir zenginlik katıyor?

Tabii ki, farklı lehçelerde söylenen şarkılar; Kürtçeye kesinlikle büyük bir zenginlik katıyor. Bu zenginlik; hem müzik hem de edebiyat için de geçerlidir.

 Her köyün, her beldenin, her ilçenin, her aşiretin kendine özgü bir kültürü var. O şarkılar; o aşirete, o köye, o kişiye, o aşka atfedilmiştir. Bu şarkıları dinlediğimizde; nasıl bir kültürden süzülerek geldiğini görebiliyoruz. Şarkıların içerisinde hep böyle; birilerinden birilerine ithaf edilmiş. Dinleyince birden o köye gidesiniz geliyor. O köy acaba nerede diyorsunuz. O şarkının kahramanlarını göresiniz geliyor.

Bu şarkıların hepsinin birer hikâyesi var ve kendi dilinizde söyleniyor. Aslında ne kadar güzel bir şeydir.

 Benim beslendiğim her zaman kendi topraklarım ve dilim olmuştur. Kürtçeden ya da kendi topraklarımızdan aldığım o heyecanı, o duyguları İtalyanca, Almanca söylediğim zaman da oraya taşıyabiliyorum. En azından o duyguyu taşıyabiliyorum. Dinleyen herkese değişik geliyor.

p4-004.jpg

 Birçok ülkeyi geziyorsunuz, birçok şehirde konserler veriyorsunuz. Kürtçeye de yer veriyor musunuz?

 Zaten benim amacım şu oldu; Kendime bir amaç edindim. Misyon gibi diyebiliriz. Her verdiğim operatik aryalardan oluşan konserlerimde; Almanca, İngilizce ya da Fransızca söyledikten sonra mutlaka konserimin içerisinde Kürtçeye de yer vermek istiyorum. Yer veriyorum. Müziğimizi ve konuştuğumuz dili başkalarının da duymasını istiyorum.

 Nasıl karşılanıyor?

 Güzel karşılanıyor. En son İtalya'da verdiğim konserde bir İtalyan Hanım gözü yaşlı bir şekilde geldi yanıma. Aslında çok basit bir halk şarkısını seslendiriyordum, ‘Lo Şivano’ bir çobanı anlatıyor. Koyunlarına bilûr/ kaval çalan bir çoban'dan bahsediyor. Aslında bu çok basit bir şeydir. Çobanın koyunlara arkadaşlık etmesi,  Dağlar, ovalar, atlar, çiçekler, çaylar. Doğayla iç içe yaşanılan şeyler ve aşklar, kahramanlıklar, düşmanlıklar. Bunlar aslında bizim kültürümüzde olan şeyler. Bayan yanıma geldi ağladı, sarıldı. Yani bunlar gerçekten güzel duygular. Birilerinin bunu hissedebilmesi, çok basit bir hikâyeden bile etkilenmesi. Bunların hepsi müzik yoluyla oluyor.

p6-001.jpg

 Kürt müziğini modern bir tarzla buluşturuyorum

 Kürt halk müziğini modern bir tarzla buluşturuyorsunuz?

 Halk şarkılarını batı müziği formlarına uyguluyorum. Onu Batı müziğine uyguladığım zaman çok fazla dinleyicinin olduğunu da görebiliyorum. Bir bağlama ya da bir udla yapılan bir halk şarkısı; piyanoya uyarlandığında, onu operaya taşıdığımda, Avrupa'da daha fazla ilgi görüyor. Çünkü insanların kulağına hitap eden o. Bu demek değildir ki bağlamayı sevmiyorlar. Bağlamaya da ilgileri var. Onlara farklı bir enstrüman gibi geliyor. Ama onların duymak istediği kendi ürettiği müziklerdir. Ben onların ürettiği müziğin üzerine dilimi ekliyorum. Yani Kürtçeyi eklemiş oluyorum. Melodi aynı, sözler aynı, yaşanılan duygu aynı ama müzik formu farklı. O da; onların duymak istediği, kullandığı bir form.

 Klasik müzik; daha çok Avrupalıların söylediği ve onlara özgü olan bir tarzdır. Kürt müziğini modernleştirerek dünyaya lanse ettiğinizde, ne tür tepkiler ortaya çıkıyor?

 

 Konserlerde şarkıyı söylemeden önce neyi ifade ettiğini anlatıyorum. Çünkü o teksti herkese vermem mümkün değil. Binlerce insan sizi izlemeye geliyor, Bu şekilde şarkının içeriğini dile getiriyor sonra eserimi söylüyorum. Tabii ki onlar için, aslında Kürt dinleyicimiz için de farklı bir şey. Bugüne kadar hiç yapılmamış bir şey.

Gırtlaktan söylemiyorum. Dengbejlik geleneği değil. Halk ezgilerini bağlama ile yapmıyorum. Senfoni orkestrası ile yapıyorum, piyanoya taşıyorum. Bunun yanında Doğu enstrümanlarını da kullanıyorum. Yani hem Doğuyu hem de Batıyı bir araya getiriyorum.

 Gırtlak farklılığı var mı?

Operanın tekniği çok farklıdır. 15 yıldır ben bu teknikle şarkı söylüyorum. Tabii ki farklı bir tekniktir.

Eski dengbejleri dinledim. Onları dinlediğimde; gırtlağı yormadan saatlerce şarkı söyleyebiliyorlar. Ses tellerinin üzerinde söylüyorlar. Fakat o opera değil. O farklı, opera tekniği farklı. Yani iki farklı teknik var.

Eski dengbejlerin söylemesi beni çok etkiliyor. Demek ki iyi bir teknikleri var ki; bunu saatler boyunca söyleyebiliyorlar.

Aslında onlar zamanımızda yaşamış olsalardı; ses tellerinin incelenmesi gerekiyordu. Onların kaç oktavlık sesleri vardı. Nasıl bir ses teline sahipler ki bu şekilde söyleyebiliyorlardı.

Diyarbakır’a giderken içim içime sığmaz, ayrılırken gözyaşlarım akar

p7-001.jpg

 İklimlerin ses üzerinde etkisi nasıl oluyor?

 İklimler sesleri de etkiliyor. Rusya'da çok güçlü sesler var. Her zaman sert ve güçlüdür. Çünkü her zaman soğuk bir iklimi var. Almanya da aynı şekildedir.  İtalya'ya ya da Latin ülkelerine geldiğinizde iklim daha sıcak ve ılıman olduğu için; ses renkleri de daha yumuşak ve daha böyle tatlı gelir. Bu durum Ortadoğu'da da aynı şekilde görülmektedir. Zaten fiziksel yapılarımız da iklime dayalı olarak şekil almaktadır. Burnumuzun  kemerli oluşu, saçımızın rengi, göz renklerimiz, kaş yapımız hepsi iklimle bağlantılıdır. Mesela deniz kenarına gittiğinizde sesiniz etkilenir. İstanbul'da konser vereceğim zaman bir gün öncesinden evden çıkmam çünkü Marmara denizi iyotludur. Hava beni etkiliyor. Sıcak bölgeye gittiğinizde de ses telleriniz etkilenir. Yazın güneşlenme ses tellerine zarar verir.

Yurt dışında yaşıyorsunuz. Diyarbakır'a geldiğinizde ya da ayrıldığınızda sizde nasıl bir duygusallık oluşuyor?

Avrupa'nın farklı bir ruhu var. Diyarbakır'a ya da Mardin'e geldiğim zaman daha farklı bir duygu içerisine giriyorum. Çok seviyorum. Bir kere içim içime sığmıyor. Hatta bazen uçaktan atlayasım geliyor. Hemen Diyarbakır'a varmak geliyor içimden. Giderken de hep ağlıyorum. Gözyaşları akıyor. Belki de burada yaşanmışlıklar beni böyle yapıyor. Çünkü liseyi Diyarbakır’da ortaokulu Bismil de okudum. Çocukluğumun çoğu burada geçti. Zaten bebeklikten on yaşıma kadar babamın görevi dolayısıyla Karadeniz'de büyüdüm. Hani Karadeniz'e gidersem, aynı duyguyu yaşar mıyım bilemiyorum. Orada da bir yaşanmışlık var. Ama Diyarbakır benim için özel bir yer. Çünkü burada birçok şeyi yaşadım. Çocukluğumun en güzel anıları, okul ortamım, hüzün ve sevinçle karışık olan birçok şeyi burada yaşadım. Bu yüzden buranın benim için farklı bir önemi var.

Özellikle Diyarbakır’da bazen eski anılarıma geri dönüp o sokaklardan geçmek istiyorum. Fazla üzülürüm diye bir türlü yapamadım bunu. Yaşadığım eski apartmana gitmek gibi. Sokağa girmek, ilk konser verdiğim yere gitmek gibi. İlk konserimi Meryem Ana Kadim kilisesinde yapmıştım. Oraya gitmek o ortamı tekrar solumak istiyorum, acaba yapabilir miyim? O cesarete ihtiyacım var. Çok çabuk hüzünlenebiliyorum.  Bu duygusal durum belki müziğime de yansıyor.

Hasret aslında bütün gurbetçilerin çektiği bir şey. Avrupa'da iken burada olmak istiyorum. Buradayken de Avrupa'da olmak istiyorum. İşlerimden, hedeflerimden, hayallerimden uzak durmamak için, birkaç sene gelmediğim zamanlar oluyordu. O zaman buraya gelmeyi bile tercih etmiştim. Ama bu durum gurbetteki birçok insanın hissettiği; özlem, hasret, gurbet duygusu, vatan sevgisi, memleket sevdasını her zaman yakıcı olarak hissettiğim duygular oluyor.

Mardin Derik'te doğdum. Dedem ve anneannem yakın zamanda vefat ettiler. Artık oraya gitmek istemiyorum. Oraya gidebilmek için bir sebebim vardı. Çok sevdiğim dedem, nenem orada yaşıyordu. Onların yaşadığı kültür, soludukları havayı ben çok seviyordum. Anneannemin tandırda patlıcan közlemesi, babaganuş yapması, bana getirmesi, sana yaptım demesi, ben bunları bir daha unutamam. Bence çok önemli, değerli şeylerdi. Küçük çocukların kafaları üzerinde tatlı satmaları, sabahın köründe kalkıp tatlı almamız. Bunlar hepimizin çocuklukta yaşamış olduğu şeyler. Yaşanmışlıklar kişiyi o yere bağlar. Benim de hala bağlılığım var. Döndüğüm zaman hüzünleniyorum.

p9-002.jpg

Diyarbakır kimliği olan bir kenttir

Diyarbakır sizin için ne ifade ediyor? Dünyada birçok kenti görüyorsunuz. Diyarbakır’la kıyasladığımızda nasıl bir fark ortaya çıkıyor?

İnsanlar gibi her kentin de bir kimliği olmalıdır. Zaten birçok kent de kimliksiz oldu, ama kimliği olan birçok kent var. Diyarbakır kimliği olan bir kenttir. Diyarbakır denince akla Sur geliyor. Kimliği olan yer Sur’dur. Sur dışındaki modern apartmanlar her tarafta var. Hatta daha gelişmişleri var. Bu bir kimlik oluşturmuyor.

Ben çok şaşırıyorum bu kadar betonlaşmaya. Ben Sur’u özlüyorum. Benim daha çok hoşuma gidiyordu. Sade ve samimiydi. Şu an herkes birbirinden uzaklaştı. Betonlaşma başlayınca insanların arasına mesafeler girdi, birbirinden uzaklaştı, aralarında sohbet kalmadı.

p8-002.jpg

Her geldiğinizde kentin biraz daha değiştiğini görüyorsunuz. Bu sizi nasıl etkiliyor?

Tabii ki modernleşme güzel bir şeydir. Pozitif olduğu kadar negatif yönleri de var. İnsanlar birbirinden uzaklaştı, komşuluk ilişkileri kalmadı, duygular zayıfladı. Eskiden insanlar kapının önünde ya da avluda otururlardı, sohbet ederlerdi. Yaşamın acısını ve sevincini paylaşırlardı. Site tarzı yaşam ortaya çıktı. Şimdi insan onu göremediği zaman üzülüyor. O yüzden ben geldiğimde genelde Sur’a geliyorum.  Balıkçılarbaşı, Dağkapı en çok sevdiğim yerler buralar.

 

 Eski gördüğünüz yerleri görememek?

 Bu gerçekten büyük bir talihsizliktir. Yerlerinden yurtlarından edilmek, işsiz kalmak, ya da bazen tehlikeli bulduğumuz o sokaklardan geçememek beni üzüyor o sokakları özlüyorum.

Dünyanın en önemli kentlerini geziyorsunuz. Roma'dan Brüksel'den, Varşova’ya kadar birçok şehirde onların geçmişlerine ait kültürlerini büyük bir titizlikle koruduklarını görünce?

İnsan geçmişine ait bir şey görmediği zaman, yok olduğu zaman daha fazla üzülür. Çünkü o sokak o mekânlar yoktur. İnsanın içinde bir boşluk oluşur. Orası senin için anlamsızlaşmaya başlar. Seni kente bağlayan anıların geçtiği mekânlar yerinde olmadığını gördükçe; sen kente, kent sana yabancılaşmaya başlar. Kalabalık içinde tekleşirsin.

Eski kentlerin bir müze gibi korunması gerekiyor. Çünkü o kente kimliğini kazandıran o eski yapılardır.

Mardin, Diyarbakır gibi kentleri dışarıdan birisi geldiği zaman onları etkilemesi farklı oluyor mu?

İnsanları etkileyen sadece o şehrin insanları değildir. O şehrin ta kendisidir. Yani insanlar buraya niye gelir? Diyarbakırlı ile konuşurum diye gelmez.  Bence şehirler insanlarla birlikte anılmalıdırlar. Burayı ziyaret ettiğimde insanların güzelliği için, tarihi mekânları için gelmek isterim. Ama iyi bir Diyarbakırlı tanıdıysam onunla sohbet etmek isterim.

Mesela Mardin’e baktığım zaman o sarı taşlar beni etkiliyor. Ne kadar önemli medeniyetler buradan geçmiş diyorsunuz. Medreseler, manastırlar. Buraya geldiğim zaman da bu bazalt taşları aynı. Çünkü bu bazalt taşı her tarafta yok. Sadece buraya özgü bir şey. Burayı tarif edebileceğim en güzel şey bu taş. Bu taş sayesinde bence Diyarbakır var. Surlar bu taşla varlar.  Uçaktan baktığınız zaman kalkan balığı şeklindeki Sur’lar insana değişik geliyor, farklı bir his yaratıyor.

pp-009.jpg

Herkesin ben Diyarbakırlıyım demesi ayrı bir zenginlik katıyor

İnsanlar Mardin'e ya da Diyarbakır'a geldikleri zaman yeni yapıları değil tarihi yapıları görmek istiyorlar. Bunun için geliyorlar. Bir de burada geçmişten beri birçok kültür, inanç, dil farklılıklarına rağmen bir arada yaşamaları başka bir ilgi çekiyor.

Bir Ermeni'nin ben Diyarbakırlıyım demesi. Bir Kürdün, Türkün ya da Arabın ben Diyarbakırlıyım demesi; herkesin kendisini buraya ait hissetmesi. Ayrı bir zenginlik katıyor.

Herkesin benim diye sahip çıkabiliyorsa, bundan ancak gurur duyulur. Bu çok önemli bir özelliktir. Çünkü çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı insanların binlerce yıl birlikte yaşadığı şehirde doğal olarak birbirlerini etkilemişlerdir. Şehir herkese farklılık gözetmeden ev sahipliği yapmıştır. Bu zenginlik, herkesin dikkatini çekiyor. Kendisine özgü mimarisi ile kent ayrı bir kimlik kazanıyor.

Kürt müziği yaprak ve Kürtçe söyleyerek cesaretli bir iş yaptığımı düşünüyorum. Çünkü baktığım zaman benim alanımda pek bir müzisyen olduğunu görmüyorum. Yapmak istemiyor mu? Ya da ilgisini mi çekmiyor bilmiyorum. Klasik Batı müziği sanatçısı olarak; kendi halk şarkılarımla ilgilenmem, herkes için çok değişik ve farklı geliyor. Gençler önce kendi müziğini, kendi kültürünü, kendi dilini öğrenmesi gerekiyor daha sonra onu baz alarak bir zemin oluşturması gerekiyor. O zemini oluşturmadan farklı müzikler yaptığın zaman zemin boş kalıyor. Bir zaman geçtikten sonra o boşluğu tamamlamak zor oluyor. Mesela aynı şeyi ben yaptım. Klasik Batı müziği söyledim yıllarca. Ama kesinlikle Kürt Halk Müziği değildi. 2012 yılında Kürt Halk Müziği yapmaya başladım. O kadar geniş ve zengin olması beni etkiledi bunu mutlaka başkalarının da görmesi gerektiği, sanki bir hazineyi çıkarmak istiyormuşum gibi bir ruh haline girdim. Kürt müziği ile ilgili herhangi bir fikrim yoktu. Baktım ki benim zemin boş. Kürtçe bilmiyorum, Kürt kültüründen haberim yok. Ehmedê Xanî kimdir? Cegerxwîn kim? Bilmiyorum. Şairlerimiz, filozoflarımız kim? Bilmiyorum. Bunların hepsini tek tek, yavaş yavaş heyecanlı bir şekilde araştırmaya ve öğrenmeye başladım. Önce dilimden başladım. Bir kursa yazıldım. Birkaç arkadaş edindim. Onlarla devamlı konuşarak, yazarak, okuyarak Kürtçe müzik dinleyerek kulak alışkanlığı edinmeye başladım. Bunları yaptıkça daha fazlası gelmeye başladı. Dengbejlik geleneğinin var olduğunu öğrendim. Bunlar insana belki ilginç gelebilir. Bir Kürt nasıl olur da kendi kültüründen bihaber diye düşünenler olabilir. Evet, benim için doğru çünkü ben Karadeniz'de büyüdüm. Çocukluğum orada geçti. 80'li yıllarda doğmuş bir çocuğum. O dönemin nasıl olduğu iyi biliniyor. Yasaklı dönemler. Tabii ki ailem de beni korumak istedi. Yaşadığımız yer buna müsait değildi. Ailemiz bizi korumak adına, ırkçılığa maruz kalmamak adına, bir takım şeylerden taviz vermek zorunda kaldık. Ama bunları ben yavaş yavaş kendi isteğimle, kendi çabalarımla edindim. Benim gibi hiç yaşamamış, hiç görmemiş kendi kültüründen habersiz olan insanların araştırmasını istiyorum. Yani gençlerden istediğim bu. Kendi kültürlerini araştırsınlar. Büyük bir zenginlik var. Kendi müziğini, kültürünü ve sanatını öğrensinler.

Kürt kültürünün içine girdiğiniz zaman bir daha çıkamıyorsunuz?

O kadar zengin o kadar geniş ki. Avrupa'da da büyük kültürler var. Ama aramızdaki fark; onlar kendi kültürleri ile yaşayabiliyorlar, onun devamlılığını getirebiliyorlar. Biz kendi kültürümüzde yaşayamıyoruz. Ama merak ettikçe, araştırdıkça, derinlere gittikçe; büyük bir tarihi geçmişi görebiliyorsun, insanlığın başlangıç dönemlerine gidiyorsun. Bu başlı başına heyecanı veren bir şeydir. 

Dengbejlerin yaşamında hep bir hüzün var  

Dengbej müziği sizi nasıl etkiledi?

Birini dinledikçe diğeri geliyor. Şakiro varmış, Karabete Xaco, Melayê Cizirî diye biri varmış diyorsun. Onların hayatlarını araştırmaya başlıyorsun. Hepsinin yaşamlarında bir hüzün gördüm. Devamlı bu dili, kültürü yaymak istemişler. Devamlı bir engelleme çabası ile karşılaşmışlar. Bu beni çok üzdü.  Bir insanın kendi şarkılarını, şiirlerini söylemesi kadar doğal bir şey olamaz.

Mihemed Şexo’nun dediği gibi ; “Bizim Sait Gabari mesela Suriye'deki rejim güçleri onu öldürmek istediklerinde, ona diyorlar ki; ‘Senin gözünü mü oyalım yoksa dilini mi keselim?’  O da diyor ki; ‘Eğer gözüm dersem şarkı söylemeye devam edebilirim ama dilimi söylersem gözlerim görürse şarkı söyleyemem. Bunlar ben ne dersem tersini yapacaklarından, ben en iyisi tersini söyleyeyim diye düşünüyor. Onlara dilimi kesin.’ demiş. Rejimde dilini kesmiyor ve gözlerini oyuyor.” Bu beni gerçekten çok etkilemişti. Benzer baskılar Mihemed Şexo’ya da yapılıyor. Yani bir sanatçının kendisini ifade edememesi beni üzdü. Zaten kanser oluyor ve vefat ediyor. Çok sanatçı fakirlikten, sıkıntılı yaşamlarından dolayı erken yaşta ölmüşler.  Tahsin Taha, Hesen Zirek bunları büyük bir şevkle dinlemeye başladım. Onların yaşadıkları dönem, yaptıkları şeyler konusunda bilgi sahibi olmak istedim. Bunlar beni etkiliyor.

Duygusal bir insan mısınız?

Evet duygusalım. Ama mantıklı olmaya çalışıyorum.

Ümitsizliğe kapıldığınız oluyor mu?

Oluyor. Bazen her şeyi bırakıp gitmek istiyorum. Müziği bırakmak istiyorum ve asla şarkı söylemek istemiyorum. Bunları yaşıyorum. Birçok arkadaşımla, dostlarımla bunları paylaşıyorum. Bana kızıyorlar. En son kişi bile olmamalısın diyorlar.  Bana biraz güç veriyorlar. Ama sonradan kendimi yeniden toparlıyorum. Bunu pozitif enerjiye dönüştürüyorum.

Hayallerim beni motive ediyor

Sizi motive eden ne oluyor?

Beni motive eden şeyler yapmak istediğim şeyler. Hayallerimi düşündükçe motive oluyorum. Onları yapmadan kesinlikle susmamalıyım diyorum. Yani bu işi bırakmamalıyım.

Hayallerinizi sürekli yüksek tutmanız, kendinize olan bir güven değil mi? Bir tarafta kırılganlığınız var. Bir tarafta da büyük hedefleriniz var.

Kötü zamanlardan geçtim. Bilgiye ulaşmak için mutlaka bir bedel ödemeniz gerekiyor. Ben o bedeli yeterince ödediğimi düşünüyorum. Çünkü gerçekten çok zor şartlar altında eğitimimi aldım. Tiyatrolara yetişmeye çalıştım, yarışmaları kazandım. Bunların hepsi büyük çaba, azim ve emekle oldu. Hiçbir şey kolay değildir. Bunun için bir zaman geçmesi gerekiyor. O zamanı geçirdiğimi düşünüyorum. Tabii ki ben bir şey oldum demiyorum asla. Mükemmel olduğumu da söylemiyorum.  Mükemmel olmaya yakın bir şeyler yapmak istiyorum. O yüzden de hep disiplinliyim. Yaptığım işi seviyorum. İnsanlara karşı saygımı yitirmemeye çalışıyorum. Çünkü insanlara ne kadar saygı ve değer verirseniz. Onlar da bize aynı şekilde değer verirler. Yani her şey karşılıklıdır. Saygı ve değer.

İnsanlar yaptığımız şeyleri görüyor onlar da gururlanıyorlar. O zaman daha fazla değer görüyorsunuz. Buna karşılık daha cömert olmak istiyorsunuz.

Ama ben bu gücü halktan da alıyorum, besleniyorum. Aslında mutlu olmam biraz da onlara bağlı. Bu topraklarda yetişmiş olmam bana daha çok umut veriyor.

O yüzden hedeflerinizi daha büyük tutuyorsunuz?

Kesinlikle evet,  her zaman hedeflerin büyük olması gerektiğini düşünüyorum. Hedefleri küçük tuttuğunuz zaman o daracık yerde kalıyorsunuz. Büyük hedefler olduğu zaman daha büyük yerlere açılabiliyorsunuz.

 Kadim zamanlardan beri gelen böyle güçlü bir kültürel altyapısı olan, bu kadar çok çeken bir halka karşı görevler de büyük olmak zorunda, hedefleri büyük tutmak gerekiyor. 

Cesaretli olacaksınız. Hedef büyük olacak. Azimli olacaksınız, Emek vermek zorundasınız. Ben kendi sanatım için söylüyorum. Herkes farklı düşünebilir. Her zaman büyük olmalı. Hayaller olmadan insan yaşayamaz.

Bir şekilde halkıma ses olmak istiyorum. Ama bunu müzikle yapmak istiyorum.  Sanatla yapmak istiyorum. Mikrofonda bunları konuşamam. Bazı şeyleri sözle ifade etmek zor oluyor. Müzikle icra ettiğin zaman daha farklı oluyor. Herkes kendi yeteneği ile katkı sunabilir.

 Müzik sizin için neyi ifade ediyor dersek?

Müzik benim hayatım. Müzik olmadan yaşayamam diye düşünüyorum.  Müziksiz bir yaşam benim için bir hiçtir. Şarkı söylemediğim zaman; genelde kendimi bu dünyada yokmuşum gibi yani hiç kimse yokmuş gibi yalnız hissediyorum. Ve ben derken de burada bir bencillik değil. Varlığım açısından yokmuş gibi hissediyorum.

Yazan biri kendini nasıl hisseder? Yazdığı zaman bir ferahlık duyar. Bende şarkı söyledikten sonra aynı şey hissediyorum. Bunu yapamadığım zaman kendimi kapalı bir kutuda sıkışmış gibi hissediyorum.

Diyarbakır’da konser vermek benim için daha fazla heyecan verici

Diyarbakır Kervansaray Hanında bir konser verdiniz. Bu tarihi mekânda verdiğiniz konseri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birçok yerde konser verdim. Hayatımda en çok konser vermek istediğim yerden bir tanesi de Diyarbakır. Kendi memleketimde konser veremiyorsam bu beni üzer. Aslında sanatın burada yapılması gerekiyor.  Müziğin en fazla burada yankılanması gerekiyor. Ben her zaman savaştan çok barış'tan yanayım. Müzikten yanayım, sanattan yanayım. O yüzden burada gelip konser verdiğim zaman ben daha fazla heyecanlanıyorum. İtalya'da yaptığım konserlerden daha çok burası beni heyecanlandırıyor. Buranın ayrı bir atmosferi var. Sizi can kulağı ile dinlemek isteyen bir kitle var. Tanımak isteyen, duymak isteyen, o heyecanı yaşamak isteyen insanlar var. Samimiyet var. Onu gördüğünüz zaman her şey bitiyor.

İnsanlar beni can kulağıyla pürdikkat dinledi. Acaba burada alkışlasak mı, şurada dursak mı, sahnede onun ikilemini hissettim. Çünkü saygı gösterdiklerini, değer verdiklerini hissedebiliyorsunuz, görebiliyorsunuz. Siz de ona karşı daha fazla cömert olmak istiyorsunuz.  Daha fazla duyguyla, onlara ulaşmak istiyorsunuz.

Başka yerde verdiğiniz konserlerle Kervansaraydaki bu konseri karşılaştırdığınızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Burası benim için daha farklı oluyor. Burası daha fazla heyecan verici bir mekândır. Seni müzik olarak, dil olarak anlıyor. O duygu'yu sizinle beraber yaşayabiliyor. Böyle tarihi bir mekânda olması da beni daha fazla etkiliyor.

Bu kadar yoğun sanat yaşamınız içerisinde bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Sanat hayatınızda başarılar diliyorum.

Ben de size çok teşekkür ediyorum.

p5-005.jpg

Pervin Chakar kimdir?

1981 yılında Mardin Derik’de dünyaya gelir. Öğretmen olan babasının görevi gereği ilkokul dördüncü sınıfa kadar Karadeniz köylerinde geçer. Babasının tayini Erzurum ve Erzincan’dan sonra Bismil’e çıkar. Ortaokuldayken Bismil Halk Eğitim Merkezinin halk müziği yarışmasında birinci olur. Öğretmenin de teşvik etmesi sonucu; 1995 yılında Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümüne kaydını yaptırır.

Lisedeyken GAP Projesi kapsamında yapılan şiir, kompozisyon yarışmasına kompozisyon dalında katılır. Bölge birincisi, Türkiye ikincisi olur. Dereceye girenler Ankara’ya davet edilir.

Ankara’da GAP Bölge sorumlusu sesini beğendiği için kendisine Maria Callas’ın bir CD’sini hediye eder. O dönem CD çaları olmadığı için bir kenarda saklar.

 1999’da aynı liseden birincilikle mezun olduktan sonra; Ankara Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümünü kazanır. Ankara’da bir CD çalar alarak beş yıldır sakladığı Maria Callas’ın CD’sini dinler. Maria Callas’dan çok etkilenir ve müzik hayatında bir dönüm noktası olur.

Oylun Erday’dan şan dersleri alır.

2003 yılında Üniversiteyi bitirir. Viyana’da yapılacak olan opera yarışması için Ankara’da yapılan ön elemeyi kazanır.

2006 yılında İtalya’da hükümetin eğitim için verdiği burstan yararlanarak opera eğitimine İtalya’da devam eder.

2008’ de İtalya’da Perugia F. Morlacchi Devlet Konservatuvarı’ndan pekiyi derece ile diploma alır. Aynı konservatuvarda en yüksek derece ile masterini tamamlar.

İtalya’daki birçok kentte opera salonlarında sahne alır. Anadilinde söyleyememesinin boşluğunu hisseder. Anadilini öğrenmek için Diyarbakır’a döner. Kürtçe okuma yazma kursuna katılır.

İtalya, Fransa, ABD başta olmak üzere birçok sahnede aryalar seslendiren Çakar, en son İtalya’nın ünlü La Fenice Operası’nda sahne aldı. Birçok ödül ve başarıya imza atan Pervin Chakar;

Almanca, İtalyanca, Fransızca, İngilizce, Türkçe, İspanyolca söylediği aryaya Kürtçe’nin; Kurmanç, Zazaki, Soranice gibi farklı lehçelerini de katarak; Kürtçe müziğini operaya taşır.

Birçok operada ünlü oyun karakterini canlandırır. Sayısız ödülü almaya hak kazanır.

Klasik müzikle tanışmadan önce; halk müziğinden Neşet Ertaş, Arif Sağ, Celal Güzelses’i dinler. “Müzik, yaşantım boyunca beni etkiledi ve tutkunun bir meslek haline dönüşmesini sağladı.”diyen Chakar; Kürt dengbejlerinden Ahmet Arif Cizrevi’den, Mehmet Şexo’ya, Ceğerxun’a, ‘Beni hayat boyu etkileyecek’ dediği sopranolardan; Leyla Gencer, Maria Callas ve…. Sutherland’a kadar birçok kişiden etkilenir.

 

 

 

 

 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.