"Demirtaş’ı bıraksınlar ekonomi toparlanır"

"Demirtaş’ı bıraksınlar ekonomi toparlanır"
HDP Diyarbakır Milletvekili ve Dış İlişkilerden sorumlusu Hişyar Özsoy, ekonominin düzelmesi için demokratik ve hukuki reformların yapılması İÇİN Selahattin Demirtaş’ın bırakılması gerektiğini söyledi.

Ali Abbas Yılmaz - Özel

TİGRİS HABER - HDP Diyarbakır Milletvekili ve Dış İlişkilerden sorumlusu Hişyar Özsoy, Tigris Haber’e yaptığı değerlendirmede erken seçimi zorlayan koşulların olmadığını belirterek, “2021’in sonuna kadar erken seçim yok diyebiliriz. 2022’de ise bir ihtimal ama o da Erdoğan’ın yeniden aday olmasına ilişkin yol ve yöntem bulabilirlerse belki. Ama bunun bulamazlarsa 2023 Haziran’ına kadar bekleyeceklerdir” ifadelerini kullandı.

Türkiye ekonomisinin düzelmesi için siyasi istikrarın, yargı bağımsızlığının olması gerektiğini ifade eden Özsoy, yabancı sermayenin ülkede yatırım yapması için belirsizlik ortamının kalkmasının zorunlu olduğunu söyledi.

HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy, Tigris Haber’e erken seçim tartışmalarını, ekonomiyi ve kent sorunlarını değerlendirdi.

‘2021’in sonuna kadar erken seçim yok’

Türkiye’de erken bir seçimin olası görünmediğine ve iktidarın buna ihtiyaç duymayacağına işaret eden Hişyar özsoy, şöyle konuştu: “Maliye Bakanının istifasından sonra partimizin de bir erken seçim talebi oldu. Açıkçası Türkiye’de erken seçimi zorlayacak fazla bir sebep yok. Bütün yetkileri eline almış ve mecliste de çoğunluğu elinde bulunduran bir Cumhurbaşkanı var. Yani, 2023’ten önce seçime gitmesinde ne gerekçe var ki? Sokaklarda hareketlilik yok. Asker polis zoruyla hepsini bastırmışlar. Kimse konuşmuyor, korkuyor. En ufak bir eleştiri yapan hapse giriyor. Böylesi bir durumda, siyasi partilerden tutun da toplumdan güçlü bir talep gelmezse iktidar niye iktidarını bırakıp erken seçime gitsin ki? Artı şuan seçime girebileceği çok kötü bir ortam var. Yeni bir seçim yasasının taslağının bittiğini söylediler. Kazanamayacağını bilen bir iktidar bu defa oyunun kurallarını değiştirerek iktidarda kalmanın yollarını arıyor. Muhalefetten erken seçim talebi olmasına rağmen en azından 2021 yılında bir erken seçim çok ihtimal dahilinde görünmüyor. ‘Biz Kabile devleti miyiz’ diyenler çok komik, çünkü daha 2 sene önce bir erken seçim yaptık. Böyle ilginç, tuhaf bir durumdayız fakat şu koşullarda bir erken seçim için iktidarın çok ciddi bir baskı altında olması gerekiyor. Bunun dışında MHP iktidardan desteğini çekerse, meclis çoğunluğunu kaybederse ancak bir erken seçime gider. Ayrıca muhalefetin de öyle ısrarlı bir erken seçim talebi yok. İlginçtir, toplum da erken seçimin bir sonuç doğuracağını düşünmüyor. Tabii Erdoğan’ın daha fazla zayıflamadan bir erken seçime gitme tercihi de biliyorsunuz 2018 seçimlerinde böyle bir durum olmuştu. Ekonomik kriz gelmeden önce 2 ay içinde apar topar seçime gitmişlerdi. Akabinde de ekonomik krizle döviz yükseldi falan. Ama şuan buna benzer bir konjonktür yok. Şuan zaten seçime girerse yüzde 51’i bulması mümkün değil. Bütün göstergeler bu yönde. İktidar muhalefeti baskı altına alıp iyice felç ettikten sonra, seçim yasası da değiştikten sonra ki zaten bu değişiklikler ene az bir yıl sonra hayata geçirilebiliyor. Yani, nereden bakarsanız bakın 2021’in sonuna kadar erken seçim yok diyebiliriz. 2022’de ise bir ihtimal ama o da Erdoğan’ın yeniden aday olmasına ilişkin yol ve yöntem bulabilirlerse belki. Ama bunun bulamazlarsa 2023 Haziran’ına kadar bekleyeceklerdir.”

hisyar-ozsoy-(1).jpg

‘Bakanlar değil danışmanlar karar veriyor’

Türkiye’deki ekonomi yönetimini değerlendiren Özsoy, ekonominin siyaset ve toplumla bağına vurgu yaparak şunları söyledi: “Açıkçası şunu söyleyebilirim, ekonomi diye bir şey yoktur. Bu Türkiye’de çok büyük bir yanılgıdır. Ekonomi her zaman için toplum ve siyasetle iç içedir. Toplumdan, siyasetten yalıtık bir ekonomi yoktur. Bu konuda eleştirel bakanlar politik ekonomi kavramını kullanırlar. Mesele sadece piyasa meselesi değil. Bakın Türkiye 5 yıldır çok ciddi siyasal istikrarsızlık içinde, bölgesel çatışmaların içerisinde. Bunlar direkt ekonomik meseleler değil ama ekonomiyi etkileyen, değiştiren, biçimlendiren meseleler. Tabii Türkiye’de ekonomi yönetimi kötü. Şuan Berat Albayrak gitti fakat hoş kendisi de çok yönetmiyordu. Damat değil kayınpeder ekonomiyi yönetiyordu. Bu sistemde bakanlar öyle fazla bir iş yapmıyor, kim olduğunu bilmediğimiz danışmanlar var sarayda ve onlar karar veriyor. Ali Babacan bunları açıkladı, tuhaf tuhaf insanlar var dedi. Bizim bakan diye gördüklerimizin birçoğu bakanlık filan yapmıyor ki, sadece orada imza yetkileri var. Çünkü bu bakanların arkasında paralel de bir yapı var. Ekonomide Yiğit Bulut diye biri var. Bana sorarsanız magazin ekonomisti bile olmayacak birisi ve astronomik bir maaş alarak karar alma mekanizmasında yer alıyor. Hatırlayın Davutoğlu’na bütün bir Suriye’nin faturasını kestiler. Berat Albayrak’a da ekonominin faturasını kestiler ve Erdoğan bu işte de sağlam çıktı. Halbuk ki, bütün bu ekonomik politikaların başında Erdoğan var. Faizin ne olacağını, Merkez Bankasında ne olacağını Berat Albayrak mı belirliyordu, gerçekten buna inanılıyor mu? İnsanlar eğer gerçekten Berat Albayrak’ı sorumlu olarak görüyorlarsa bunu gayrı ciddi görürüm. Gerçekçi olmak lazım, Berat Albayrak sadece bir değişikliğin emaresidir.”

‘Yabancı sermaye öngörmek ister’

Yabancı sermayenin yatırım koşullarına ve ülkenin borç bulma ihtiyacına değinen Özsoy, şu ifadeleri kullandı: “Merkez Bankası’nda da değişiklikler oldu ve bütün bunlar hem iç politikada hem dış politikada hem de ekonomide Erdoğan’ın son sözü söyleyeceği bir Başkanlık Sistemi’dir. Bu sistem içinde ekonomiyi çok iyi bilen bir insan da bir şey yapamaz.  Mesele burada herhangi bir konuda bir insanın şahsi becerisi değildir ki; hukuk yok, adalet yok, ekonomi çökmüş, siyasi istikrarsızlık diz boyu. Muhalefete vahşet uyguluyorsun, Avrupa Birliği ile ilişki kalmamış. AB Gümrük Birliğini askıya almayı, Avrupa Konseyi’nden Türkiye’yi atmayı tartışıyor. Böyle bir tabloda oturup ekonomiyi yöneteceğiz, böyle bir ey olabilir mi? Ekonominin yönetilemememsinin sebebi, yoğunlukla Türkiye’deki ve bölgedeki çatışmalar, siyasi durumlardır. Mesela Selahattin Demirtaş’ı, İdris Baluken’i Eş başkanları, Belediye Başkanlarımızı siyasi bir jest olarak değil, hukukun gereğini yerine getirerek bıraksınlar, bakın ekonomi ertesi gün nasıl toparlanmaya başlıyor. Bu iş gidip Katar’dan borç para alarak, getirip swap yaparak ekonomiyi döndüremezsiniz. Bu hükümet, ülkenin içini toparlamakla mükelleftir. Eğer bir ülkede adalet sistemi çalışmıyorsa, insanlar 3 sene sonrasını öngöremiyorsa, Türkiye’ye gelip yatırım yapmaları için aptal olmaları gerekir. Niye getirip buraya parasını yığsın ki? Sermaye böyle bir şeydir. Türkiye’ye geldiği zaman önümüzdeki 3-5 yılı tahmin etmek ister. HDP’nin dış ilişkilerinden sorumluyum ve 5 yıldır bu görevi yapıyorum. Dışarıdan buraya insanların nasıl baktığını çok iyi görebiliyorum. Malum Türkiye’ye uluslararası sermaye gelip yatırım yaptığı zaman iş imkanları çıkıyor. Son 4 yılda yüz milyarlarca dolar Türkiye’den gitti. 18 bin dolar milyarderi parasını Türkiye’den çıkardı. Niye çünkü önümüzdeki 5-10 yıl içinde kimse Türkiye’de huzur görmüyor. Dolayısıyla mesele teknik bir alan olarak ekonominin yönetimi değil. Ülke genel anlamada siyaseten, bölgesel problemler itibariyle, Türkiye AB-Türkiye Batı ilişkileri itibariyle yönetilemediği için ekonomik çöküntü bunların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ekonomiyi düşünüyorsanız diğer bütün bu siyasi koşulları da göz önünde bulundurmak zorundasınız. Türkiye’de siyaseten bir istikrar kurulamazsa ki, Başkanlık Sistemi’nin bütün vaadi istikrardı. Erdoğan hiçbir zaman Başkanlık Sistemi ile demokrasi, barış, huzur getireceğim demedi. 2015 yılından bu yana istikrar kavramını kullanıyorlar ama o tarihten bu yana istikrarsızlığın dibine vurduk. Çünkü Başkanlık Sistemi istikrar getirecek bir sistem değil. Kimse diktatöryel bir rejim olarak düşündüğü bir ülkede yatırım yapmaz.”

‘ Kapitalizmin piyasa koşullarını uygulayacaksan, bunu kuralına göre uygulamak zorundasın’

Berat Albayrak’ın sadece vitrinde olmayı kabul etmediği için istifa ettiğini düşündüğünü belirten Özsoy, sözlerini şöyle sürdürdü: “Daha önceki Maliye Bakanlarının da iradelerini kırmak için Erdoğan çok zorladı. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına da başkanları direndi. Ama zaten bunun için bütün bu değişiklikler yapılmıştı. Erdoğan açıktan Merkez Bankası’na fırça atıyordu. Berat Albayrak da muhtemelen şunu söyledi: ‘Davulu asmışsın benim boynuma, tokmak da 10 tane insanın elinde’. Dolayısıyla Berat’ı kurban ederek imaj tazelemeye çalışıyorlar. Ama mesele şahsi değil, Berat, Ahmet, Murat, Naci meselesi değil. Sorun yapısaldır. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına müdahale kurumsal bir meseledir. Siz kuralları dağıtılmış bu yapının üzerine en iyi ekonomisti de getirseniz hiçbir şey yapamayacak. Çünkü eli kolu bağlı olacak. Sistemin kendisini değiştirmeniz lazım. Berat Albayrak ne zaman televizyonda konuşmaya başlamışsa dolar, euro yükselmeye başlıyordu. Piyasalar Berat Albayrak’ı sevmiyordu.  Onu indirdiler ve döviz biraz düştü. 19 Kasım’da bir toplantı yapılacak ve ekonomi istişare edilecek. Merkez Bankası’nda herkes faizlerin 4 puan artacağını düşünüyor. Bundan dolayı dolardan, eurodan bir kaçış yaşanmaya başladı. Faiz 4 puan yükseldiğinde haliyle bir miktar döviz ülkeye girmeye başlayacaktır. Faizi yükseltmenin anlamı nedir, insanlar Türkiye’ye dışarıdan borç verecekler ve faizini alıp gidecekler. Yani bundan para kazanacaklar. Peki, bu ne demektir, daha fazla borçlanma ve daha fazla faiz yükü demektir. Kısa vadede bu işinizi görür ama orta ve uzun vadede bu sizi daha çok zora sokar. İdeal olarak herkes faizlerin düşük olmasını ister. Fakat sıkıntı şu ki, Türkiye’nin 500 milyar dolara yakın borcu var. Dolara ihtiyacın var ve doların yok. Kimse sana para da vermiyor. Bu durumda ne yapacaksın, borç alacaksın. Borç alabilmen için de enflasyonun üzerinde bir faiz vermen gerekecek. Faizler enflasyonun altında olunca dışarıdan para niye gelsin? Kapitalist sistem bunun üzerinden işliyor. Kapitalizmin piyasa koşullarını uygulayacaksan, bunu kuralına göre uygulamak zorundasın. Biz faiz rejimini yanlış buluyoruz. Fakat siz kapitalist sistemin içinde çalışacaksanız en azından onun kurallarına uymaya çalışırsınız. Erdoğan diyor ki, ‘Avrupa’da, Amerika’da faizler düşük’. Tamam düşük de orada güçler ayrılığı var, yargı bağımsızlığı var, kurulu sistemleri var. Onlar Türkiye gibi sıkıntılar yaşamıyorlar ki. Merkez Bankası’nın faizi düşürüp yükseltmesi ayrı bir şeydir, piyasanın dolar işleyişinde faizlerin düşmesi ayrı şeydir. Biz diyoruz ki, Türkiye demokratik reformları yapsın, güçler ayrılığını ortaya koysun. Merkez Bankası bağımsız olsun. Yani Erdoğan’ın son 5 yılda yaptıklarının tersi yapılsın. Zaten bu durumda faizler kendi kendine düşecektir. Çünkü Türkiye’yi güvenilir ülke olarak gören yatırımcı parasını buraya getirecektir.  İlle de senin en yüksek faizi vermene gerek yok. Erdoğan faiz meselesine neden bu kadar kafayı takıyor, çünkü IMF’ye gitmek istemiyor. Aslında Türkiye şuan tam olarak IMF’lik bir ülke olmuş durumda. IMF’ye gitmek istemiyor, çünkü bunun siyasi bir faturası olacak. İkincisi IMF size para verdiği zaman o paranın nasıl harcanacağına da karar verir. Erdoğan IMF yerine Katar’a gidiyor oradan borç para alıyor. Vergi Barışı adı altında kara parayı aklıyor. Para nereden gelirse gelsin önemli değil diyor. Ekonomi bu şekilde yozlaşıyor. Siz bu ülkede temel demokratik kurumları işletmeden piyasa ekonomisini kuramıyorsunuz.”

 Demokratik alanda hukuk alanında reformlar olacak mı?

İktidarın hukuk reformunu değerlendiren Özsoy, şunları söyledi: “Tabii ABD seçimlerinden sonra bu tartışmaların olması ilginç. Türkiye, Berat Albayrak’ın gidişi de dahil Trump sonrası döneme hazırlanıyor. Çünkü Biden iktidara geldiğinde Amerikan Kurulu sistemi ile daha uyumlu çalışacak. NATO ile daha uyumlu bir şekilde çalışacak ve muhtemelen Türkiye üzerindeki baskılar katmerli olacaktır. Artık bir telefonla Erdoğan’ı koruyacak bir başkan dönemi kapandı. Türkiye üzerindeki baskılar artarken, Erdoğan’ın yanındakiler de göstermelik de olsa bazı reformların olması gerektiğini biliyorlar. En azından zaman kazanmak için bunu yapmak zorundalar, aksi halde kimse beş kuruş borç vermez. Berat Albayrak’ın istifası bir iflasın açıklanmasıydı. Sadece ekonomi değil bir bütün olarak, aile sistemine kadar bir iflastı yaşanan. Kayınpederin haberi olmadan istifa ettiği kulislere yansıyor.  Aile, siyaset, ekonomi allak bullak olmuş. ‘Türkiye kabile devleti değildir’ diyorlar keşke kabile devleti olsaydı. Çünkü kabile devletlerinde yazılı bir hukuk yoktur ama normlar vardır. Toplumsal, kültürel açıdan güçlü normlar vardır. Öyle kolay kolay bunun dışına çıkamazsınız. Kültürel antropologum ve bu toplumları çok iyi çalışmışım, bilirim. Bizde bir anayasa var ama anayasaya uymayan yerel mahkemeler söz konusu. Keşke ben yanılsam, inşallah da yanılırım –Erdoğan hukuki, demokratik reformlar yapacağız dedi ya- Erdoğan bu reformları yapar. Bunlar memleketin menfaatine olur. Fakat bölgedeki bütün güçlerle kavga halinde, bütün muhalefetle kavga halinde; yanında da Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek’i, BBP’yi , Ağar’ı, Çiller’i almış bir Erdoğan neyin reformunu yapacak? AK Parti içinde demokrasinin D’sinden bahseden herkesi tasfiye etmiş bir başkan hangi reformu yapacak? Efkan Ala’yı dış ilişkilerden sorumlu yapıyorlar ama 4 yıldır iradesi kırılmıştı, zaten konuşamıyordu. Efkan Ala 4 yıldır niye konuşmuyor? Barış sürecini birlikte yürüttükleri İdris Baluken, Sırrı Süreyya içeri atıldığında neden konuşmadı? 4 yıldır ağsından kelime çıkmıyor. Memleket Süleyman Soylu’ya teslim edilmiş. Şimdi birkaç tane kozmetik değişiklik yapacaklar. AK Partinin 18 yıldır yaptığı şey şudur: Beklenti yaratma ve bunun üzerinden algı oluşturma. Sonra hayal kırıklığı ve sonrasında yine beklenti oluşturma ve yeni bir hayal kırıklığı. Yarın öbür gün, benim iddiam odur ki, Osman Kavala’yı çıkarabilirler. Avrupa konseyi bakanlar komitesi karar verdi sen uygulayacaksın bunu yoksa konseyden atacağız. Osman Kavalı üzerinde çalışan yüzlerce insan var, kurum var bak bir insandır bize sorarsanız sonuna kadar haksız bir şekilde orada tutuluyor bu Osman Kavalı’nın çıkarılması için 3 yıldır Avrupa konseyi çalışıyor. Avrupa birliği çalışıyor. Uluslararası komite çalışıyor. İçeride 80 bin insan var terör suçlamaları yüzünden. Bu son 4 yıldan alınmış ve bunların tümünü af yasasının dışında tuttular. Yani, Osman Kavala’nın en nihayetinde çok geniş bir dış ilişkiler ağıda var. Bilinen, tanınan, Avrupa siyaset kurumların tanıdığı Demirtaş içinde aslında baya bir gündem oldu bu ikisi için. Şimdi bakın bütün bir dünyanın baskı kurduğu iktidarlara bile hükümet adım atmakta direniyor ya,  yarın öbür gün samimi olarak bir iki kişiyi bırakır ama mesele bu değil ki. Birinci yargı paketi çıktı değil mi? Birinci yargı paketinde dışa dönük ne vardı? Sıfır elde var sıfır. Şimdi doğal olarak diyorlar ki bir insan hakları programı açıklayacağız. Bu çok basit bir şey sadece zaten oy kullanabiliyorsan bu Türkiye’de yaşanan sıkıntıların önemli oranda giderilir geçen gün açıklama yaptılar Cumhurbaşkanı sadece 1 yıl içerisinde 10 bin kişiye dava açmış biliyor musunuz? Biri de demiş ki ya kendi halkıyla bu kadar kavgalı bir cumhurbaşkanı neyin lafını yapıyorlar git diyorlar.  Yani, sıkışmış çok sıkışmış zaman kazanmaya çalışıyor. Umarım bu söylediğimde ben yanılırım. İnşallah yanılırım diyorum ve çok gönülden istiyorum ki biraz demokrat biraz hukuki bir takım düzenlemeler yapılsın Türkiye’de biz tabii ki bunu istiyoruz. Mücadele ediyoruz ama Erdoğan’ın ekibine konuşma tarzına, üslubuna, muhalefete yaklaşımına, HDP’ye yaklaşımına bütün bunlara baktığımız zaman hele hele ortaklarına baktığımız zaman,  yani inşallah olur diyorum ama şahsen benim zerre kadar umudum yok. 2 gün önce içeriğine çok girmeyeceğim. Avrupa konseyinin bir toplantısında ben de vardım. 5 yıldır söyledikleri argümanları ‘HDP terördür’, dışında ufak bir şey söyleyemediler. Konsey 4 yıldır Türkiye hakkında belki 20 tane rapor hazırlamış. Avrupa konseyi, bütün Avrupalıların komisyonu,  yerel yönetimi,  kongresi,  insan hakları böyle bir sürü habire diyorlar ki Türkiye’de 1-2 tane değişiklik yap, hayır diyor siz hepiniz yancısınız, ben terörle mücadele ediyorum. Ben o mantığı görüyorum, meclisteki mantığını görüyorum. Erdoğan’ın genel siyaset yapımını görüyorum. Yani demokrasi, hukuk vs. Yani onlar küçük bir beklenti tamda sizin bu sorunuzdaki beklenti acaba olacak mı? Olmayacak mı? Keşke olsa fakat ben bu ihtimali % 1’den bile düşük görüyorum.”

Biden, Amerikan Kurulu Sisteminin adamıdır

Joe Biden’in başkan seçilmesinin ABD- Türkiye ilişkilerine, Ortadoğu’ya, Suriye’ye, Rojava’ya, Kürtlere olası yansımalarını değerlendiren Özsoy, şöyle konuştu: “ Yani, bu geçişi çok abartmamak lazım. Ben abartıldığını düşünüyorum. Kürt kanalında da Türkiye’de de. Mesela Türkiye’de ne kadar İslamcı varsa Trump’çı oldu ya ilginç bir durum adam komisyon başkanı yaptı ya. Nasıl bir zihin çarpıtmasıdır bu? İslam’a karşı en büyük düşmanlığı yapan lider. Çünkü Erdoğan’la arkadaşlığı var ya böyle zihin çarpıklığındayız gerçekten. Onun için bir kesim Trump’a yaklaşıyor. Mesela geçen gün Ahmet Hakan Trumpçı olmuş, izliyorum, gülüyorum. Şimdi biliyorsunuz Türkiye bir dostluk siyasetiydi telefon açıyordu artık aralarında nasıl ilişki vardı Erdoğan’ın damadı, Trump’ın damadı öyle de bir ilişkileri vardı. Biden Şimdi daha önce 8 yıl başkan yardımcılığı yapmış Türkiye’de Kürt Türk meselesini biliyor. Ama bazı kurumlarla çalışan bir diplomat. Bana sorarsanız Trump lütfen bunu hakaret gibi algılamayın. Bir kayseri tüccarı gibi hiçbir siyasi arka planı yok.  Biden neredeyse 37-38 yıl Amerika kesintisiz görev yapmış. Dolayısıyla kurumları çalıştıracak şahsi diplomasiden ziyade bundan sonra Türkiye’de ilgilenmesi gereken kurumlar olacaktır. Kurumsal diplomasi Türkiye’yi baya zorlayacaktır.  Bir bakalım, Trump bu 2 ay içerisinde hiç belli olmaz giderken bütün paraları gelirleri götürebilir yani yapabilir. Amerika tarihinde yoktur gitmeyeceğim diyor. İlginç bir tablo gerçekten. Fakat giderayak adamın herhangi bir siyasi sorumluluğu bir lider olma hiç öyle bir şeyi yoktur. Mesela geçen gün Birleşik Arap Emirlikleri’ne Türkiye’ye satmadığı bütün silahları sattı. Trump’ın damadı bu işlerle ilgileniyor. Şimdi İngiltere’den Rusya, Irak’a  Afganistan ve Suriye kalktı dedi ki tamam herkesi çekiyorum. Biden geldikten sonra çok abartmamak lazım işte Kürt dostudur. Barzani’ye demiş ki ‘biz hayattayken Kürdistan’ı göreceğiz’. Siyasetçiler çok şey söylerler geldiğimiz zaman çok reel bir noktaya denk geliyorsunuz. Amerika’nın kurumsal dış politikasına Biden kendi şahsi görüşlerinden ziyade Trump’ın dağıttığı kurumsal dış politikayı geri döndürmeye çalışıyor. Şimdi siz Amerika Ortadoğu’yu burada dizayn etmeye çalışıyorsunuz. Bağdat’ı dizayn etmek demek körfez, su ve İran parasını . Şimdi siz Bağdat’ı elinizin tersiyle itip hem böyle kendinizi sıkıştırır mısınız? Siz kendi bölge politikanızı ileride körfez ülkelerini korumaya bütün Arapları karşınıza alır mıydınız? Dolayısıyla burada çok fazla bir romantizm yapmanın anlamı yok. Ama şunu söyleyebiliriz. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Fırat içerisinde kalması koşuluyla biraz daha desteğini artırabilir. Yine eğer 20 ocağa kadar Türkiye’nin bir saldırısı olmazsa         Kobane’ye ya da başka yerlere hani Biden iktidara gelene kadar kalırsa muhtemelen Biden burada şuan 500 kastediyorlarsa bu 1500’e çıkarır. Tamamen Türkiye’nin tavrına bağlı Erdoğan’ın tavrına bağlı şimdi herkes şöyle düşünür Biden iktidara gelecek Erdoğan’ı dövmeye başlayacak. Ya böyle bir şey olabilir mi? Türkiye ve Amerika arasında ciddi sorunlar var. S-400 bunlardan biridir, çünkü S-400 NATO’yu ilgilendiren bir durumdur.  Halk Bank’la arası hani kullanıyor Amerika Türkiye’nin ekonomisini bir de özellikle Suriye’den Türkiye’yle karşı karşıya geldi. Şimdi Biden iktidara geldiğinde Erdoğan’a diyecektir. Şimdi rahat konuşalım bir sürü sıkıntımız var diplomatik nezaket gereği bile olsa bir beyaz sayfa açmayı deneyecekler. Daha yeni iktidara geldi ve Türkiye’yle bir kere bile konuşmadan yaptırım uygulayamaz. Diplomatik nezakete sığmaz. Herkes onun için diyorum beklenti, Biden gelecek Erdoğan’la yumruk kavgasına girecek gibi bir takım beklentiler söz konusu.  İlk 2-3 ay Türkiye ile bir müzakere zeminini zorlamaya çalışır. Trump'ın dağıttığı kurumlar onarmaya çalışacak yapılacak bu kadar çok şey var ki, 3 NATO ile olan ilişkiler Avrupa birliği ile olan ilişkiler yeniden onarmaya çalışacaktır çünkü Trump bunları da önemli yollarda dağıttı ve bu çerçevede, tabii ki birçok problem bekliyor. Biden'ın önüne gelecek Türkiye'de bunlardan bir tanesi, fakat ilk 2-3 ay biraz efendim iyi niyet gösterisi olacak fakat Erdoğan taviz vermezse ki, vermeye niyeti yok o zaman ciddi yaptırımlar dahil birçok sonuç olacaktır. Yani artan bir şekilde gerilim siyasetine girecekler anında girmeyecekler.  Yani, ben çok ihtimal vermiyorum; Erdoğan öyle geri adım atacak bir noktada değil çünkü. Rusya ile iş yapıp onları yarı yolda bırakırsanız onların öcüde daha katmerli olur.  Yani İkisini birlikte idare etmeye çalıştı Erdoğan ama öyle bir noktaya geldi ki makas daraldı, ikisinden birini tercih ettiği noktada diğerinin hışmına uğrayacaktır. Rusya idlib'i Erdoğan'a cehenneme çevirebilir.  Dolayısıyla Erdoğan gerçekten 3-4 yıldır uyguladığı siyasette bir dar boğaza doğru gidiyor. Burada ya NATO tarafını seçecektir  ve bu da bir takım tavizler vermeyi gerektirecektir. Bunu yapar mı vallahi bilmiyoruz, bunu kestiremiyorum.  Fakat bu tavizleri vermezse artık onu kongrenin senatonun hışmından kurtaracak bir Trump olmayacak onu biliyoruz. Yani Biden istemeyecektir,  hiç kimse Türkiye’ye yaptırım uygulamasına inanmak istemez.  Bakın 4 yıldır NATO'nun bütün kurallarını,  Avrupa Konseyi'nin bütün kurallarını çiğnemiş bir Türkiye'den bahsediyoruz.  NATO üyesi bir ülke Suriye'den Milis ihraç ediyor Libya'ya,  bütün dünyanın gözleri önünde Birleşmiş Milletler'in Güvenlik konseyinin kararlarına rağmen Libya'ya silah gönderiyor. Öyle değil mi bütün bunları yapıyor.  Azerbaycan Karabağ meselesine müdahil olmak hiç iyi değildi. Bakın Kıbrıs meselesi, Yunanistan meselesi ki, Avrupa Birliği'nin egemenlik alanı mesela sadece Kıbrıs Yunanistan değil Avrupa birliği ile kavga ediyorsun.  Şuana kadar bazı örtük yaptırımlar dışında çok fazla bir yaptırım görmedik. Sebep nedir, Türkiye NATO ülkesidir, jeopolitiktir, Ortadoğu'daki bölgesel güç olmadır vs. vs. Fakat biz artık Erdoğan bütün kartları kullandı, bir noktaya doğru geliyoruz;  içeride de zayıflamışsın.  Bölgede herkesle sorun yaşıyorsun. Vallahi manevrayı yaptın yaptın, yapmadın mı direkt alaşağı gidiyor. Yani,  mesele Erdoğan'ın gitmesi değil kendisi ile birlikte herkesi çekiyor oraya, sıkıntı o.  Yoksa kendisi bu anlamda siyasetten intihar etmek istiyorsa  yolu açık olsun,  buyursun etsin ama kendisi ile birlikte  bütün memleketi kocaman bir girdabın içine çekmeye çalışıyor,  sıkıntılı olan durum bu.

‘Türkiye'de popülizm çok fazla milletin huyuna gitmeye çalışıyorlar’

Halkın geçim soruna ilişkin konuşan Özsoy, şunları ifade etti: “Geçen Berat Albayrak şey demişti; “Biz dolara bakmıyoruz”. Gerçekten insan hayret ediyor aslında şunu söylemeye çalıştı: Dedi ki,  hazır Türk lirasının değeri düşmüşken,  değeri düşen bir ülkede biliyorsunuz lira değeri düşmüşse burada üretim imkanları artıyor demektir.  Mesela İnsanlar Almanya'da oturup Pimapen üreteceğine Türkiye'de üretmeye başlıyor.  Ürettiriyor, çünkü burada daha ucuza mal oluyor. Dolayısıyla Türkiye'nin ihracat açığını kapatabilecek aslında bir zemin oluşturabilir.  Berat Albayrak'ın sıkıntısı kendini ifade edememesi;  biz doları indirebiliriz ama indirmiyoruza getirdi neredeyse.  Yani kafana sık siyasette daha iyidir böyle bir söz söylenir mi? Aslında o üretim modeli yapmaya çalışıyoruz, üretim ekonomisine geçmeye çalışıyoruz demeye çalıştı da ifade edemedi. Şimdi üretim enerji ile ilgili bir şeydir neredeyse seralar dahil enerji ile çalışıyor değil mi doğalgazın hepsi dolar ile geliyor.  Uluslararası ticaret zaten dövizle yapılıyor dolayısıyla dediğimiz gibi Türkiye'de gelir sabit kalırken,  alım gücü düşüyor, enflasyon artıyor artı işsizlik artıyor yani bir sürü koşullu etkiliyor. Evet, bunun faturası da vatandaşa kesiliyor ama vatandaşında gerçekten konuşması gerekiyor artık. Ecevit'e bir yazar kasa attılar da devrim oldu. Hatırlıyorsunuz, açık söyleyelim bizim toplumun talep üretme yeteneği her geçen gün aşınıyor,  şikayet ediyor toplum.  Bakın benim şu an söylediğimi her siyasetçi söylemeye cesaret edemez,  Türkiye'de popülizm çok fazla milletin huyuna gitmeye çalışıyorlar;  milletimiz eziliyor, çiftçimiz eziliyor. Eziliyor, herkes bundan konuşuyor, boş laf bunlar.  Biz de biliyoruz eziliyor,  fakat bunu aşmak için ne yapmak lazım? Topluma bakıyoruz; ben bazen denk geliyor izliyorum,  sosyal medyada insanlara soruyorlar, bizim toplumumuz bir şikayet toplumu olmuş sürekli bir şikayet ediyor.  Tamam güzel kardeşim,  şikayet ettiğine de sen oy verip iktidara getiriyorsun ortada böyle tuhaf bir şey var. Bir önceki dönem Bingöl'de milletvekiliydim.  Şikayetler hep HDP’ye geliyor, oylar hep AK Parti'ye gidiyor.  Biz de sorduk oradakilere; bütün şikayetleri bize yapıyorsunuz,  sandıkları açıyoruz şikayet ettiklerinize çıkıyor oylar. Tıpkı Şener Şen'in filmine döndü bu iş, bütün oyları oraya veriyorsunuz, sonra oturup yine şikayet ediyorsunuz.  Yani 4 yılda bir elinize imkan geçiyor ama onda da böyle davranıyorsunuz. Evet, bu parlamenter demokrasi öyle çok matah bir şey değil ama en azından 4 yılda bir siz gidiyorsunuz bir hükümetin ekonomik politikalarını huzur getirip getirmediklerine, barış, istikrar, refah getirip getirmediğine bakıp gidip oyunuzu veriyorsunuz.  Başkanlık sistemini Erdoğan tek başına yapmadı ki,  bu memleketin yüzde 50’si bir şekilde oy verdi de getirdiler. Dolayısıyla evet, bir siyaseti eleştiriyoruz ama toplumun gerçekten dönüp kendisine bakması lazım, biraz dizine vurması lazım. En nihayetinde bu siyaset bu toplumun yansımasıdır. İyiyse de kötüyse de bu toplumun yansımasıdır. Dolayısıyla bizi çok eleştiriyorlar haklı olaraktan, bizi eleştirsinler, biz bu talepleri gündemleştirmeye çalışıyoruz.  Yani Mesela ben normal biri Batı Avrupa ülkesinde diyelim Amerika'da 15 yıl orada yaşadım yurtdışında yaşadım bir milletvekilinin yasa yapma sorumluluğu vardır. Bizim ilgilendiğimiz sorunlara bir baksana.  Ben her hafta en az 8-10 tane talep gelir bana. Ekonomik talep geliyor, insanlar boğulmuş,  faturasını ödeyemiyor, ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Fiyatlar inanılmaz artmış bir durumda.  Yani ben 7 Haziran 2015’ten beri milletvekiliyim, son 2 yılda toplum artık boğulmuş, biz onu görüyoruz.  Her gün Hemen hemen bir şey oluyor çıkış bulamıyor. Biz de imkanlar doğrultusunda ne yapabiliriz diye sağa sola bakıyoruz, bir şeyler bulup buluşturmaya çalışıyoruz.  Fakat sadece o anki durumu idare etme amaçlı, onun için diyoruz ki, bu toplum konuşacak korkmayacak.  Bu memleketin bir tek delikanlısı HDP mi? Türkiye'de sorsanız herkes Avrupa'dan nefret ediyor ama herkes orada yaşamak istiyor.  Psikopatolojik bir durum söz konusu.  Memleket olarak yiğit ne kadar Türk milliyetçisi var? Avrupa'da nefret edene söyle seni Avrupa'ya götüreyim, orada yaşa diye herkes senin önüne zıplar.  Öyle hastalıklı bir ruh hali var yani,  böyle de bir toplumsal bir psikoloji var. Bakın Avrupa Birliği I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı 70 milyon insanın ölümünden sonra kurulan bir birlik. Eğer, onlar belli bir istikrar belli bir demokrasi minimum düzeyde olsa bile yaşıyorlarsa bunun bedelini öyle katmerli vermişler ki, ürettikleri yaşattıkları vahşetten sonra. Avrupa birliğini kurmaya koyulmuşlar bir daha savaşmamak adına. Biz tabii öyle ölüm vesaire demiyoruz, bu şunun için söylüyorum;  vallahi bedel vermeden hiç kimse senin sırtından inmek istemez. Bu ülkenin bir tek delikanlısı da HDP, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken olmasın.  5-6 bin tane bizim arkadaşınız cezaevinde, bir o kadarı da yurt dışına çıkmak zorunda kaldı, bir o kadarı ceza almış.  Ağzını açsa şartlı salıverilmiş, içeri girecek.  Nedir yani, bizim bu siyasetten çıkarımız nedir ki? Benim şahsi olarak siyasette ne çıkarım var?  Amerika'da hocaydım, eşimde hocaydı; ne ismine ne maaşına ihtiyacı olan insanlar değiliz ama buradayız.  Israrla buradayız ve ısrar ediyoruz, toplumun bazen kendi çocuklarının geleceği için torunlarının geleceği için biraz konuşması lazım.  Siyasetçi konuşmaya çalışıyor,  biz konuşuyoruz. Bakın neredeyse HDP’den 5 yıldır milletvekiliyim, 10 tane eş başkan ile çalıştım. Niye böyle?  Bingöl'de 3 tane eşbaşkanı tutukladılar gönderdiler,  tutukladılar gönderdiler. 2018'de geldik buraya Filiz Başkan vardı, onlar gitti tutuklandı. Şimdi bir yıl bunlarla çalıştık, geçen gün Hülya Başkan ile Zeyat başkanı tutukladılar.  İnsanlar hiçbir beklentisi olmadan geldiler.  Bedel vermeden Türkiye'de maalesef yol alamıyorsunuz. Bunu biz istemez ki ,Türkiye siyaset bedelsiz olsa çok da güzel olur. Demokratik tepkisini göstermeyen bir toplum. Bu tepkiden kastım, oy kullanmadır, korkmadan, çekinmeden konuşmadır. Kimse topluma kavga, gürültü yapın demiyor. Dolar 2.65’ten 8.5’e çıktı ve toplum şikayet ediyor. Kahvede konuşuyor, orada konuşuyor, burada konuşuyor.  Ben seçtim, milletvekili gidip ilgilensin. Böyle olmaz, 60 tane vekiliz tamam ses çıkartıyoruz ama toplumdan genel bir talep olmadığı zaman tablo değişir. İstanbul’da bir milyon insan yoksulluğa karşı, ekmek için artık yeter desin, ekonomi için bir şeyler yapın diye haykırsın. Biz de dahil siyaseti eleştirelim ama toplumun dönüp, eğer siyaset, ekonomi bu haldeyse biz nerede hata yaptık, neyi eksik bıraktık diye düşünmesi lazım.”

‘Bağlar’da 50 kişiyle eylem yapıyoruz ama yüzde 72 oy alıyoruz’

 HDP’nin kitlesi ile arasının açıldığı ve çağrılarına karşılık vermediği, sandıkta oy kullanmak dışında HDP’ye bir destek vermediği yönündeki değerlendirmelere ilişkin ise Özsoy şunları ifade etti: “Biz kitlemizi kaybetmiyoruz. Bunu 2018 ve 2019 seçimlerinde gördük. Toplum rasyoneldir. Bir basın açıklamasına katıldığı için örgüt üyeliğinden 9 yıl ceza alanlar var. İnsanlar bunu düşünüyor; birincisi bu eylem ve etkinliklerin ne kadar sonuç aldığını düşünüyor. İkincisi bir kar zarar hesabını herkes yapıyor. Sadece basın açıklamalarına katılmaktan binlerce insan cezaevinde. Bir eylem yapıyoruz barikatlardan vekiller zor giriyor. İnsanlar geliyorlar sağdan soldan bakıyorlar, nerden girebilirim diye ama yok. Böylesi durumlarda hiç kimseden kahraman olmasını beklememek lazım. Gerçekçi ve samimi olalım. Tabii yaptığımız eylemlere gelenler de oluyor ama eskisi gibi binlerce kişiyle eylem yapamıyoruz. Newroz olunca geliyorlar, seçim olunca da geliyorlar. Bağlar’da 50 kişiyle eylem yapıyoruz ama yüzde 72 oy alıyoruz. Devletin demokratik eylemlere bu kadar vahşi bir şekilde müdahale ettiği bir yerde toplumun geri çekilmesi bir noktada anlaşılır. Toplum muhtemelen şöyle düşünüyor: Basın açıklaması yapıldığında sonuç ne olacak, bir şey değişecek mi? Basın açıklamasından sonra 10 yıl hapiste olmak da var. Tabii ki, bunda HDP’ye yönelik eleştiriler de var. İnsanların içindeyiz, beklentileri yüksek oluyor. Her partide olur bu. Siyaseten HDP’nin de tıkandığı noktalar var. Toplumun da bir karakteri var ve toplum gerçekten huzur istiyor. Bütün Türkiye toplumu huzur istiyor, sadece burası değil. Toplum, kavga, gürültü, çatışma istemiyor. Toplum bunlardan bunalmış durumda. Toplum barışçıl bir siyasetin olasını tabii ki istiyor. Barış sürecinde işler kolaydı herkes barıştan bahsediyordu ama şimdi HDP dışında barış diyen kalmamış. Belediyeler elimizdeyken tabii toplumda kimi eleştiriler de geliyordu ama şuan elimizde belediyeler de kalmadı.  Tabii ki toplumun siyaset kurumlarından, seçilmişlerden beklentileri olur. Ama toplumda da şikayetlerin örgütlenerek güçlü taleplere dönüşmesi gerekir. Geçen Soma işçileri Türkiye’de gündem oldular. Demek ki, yapılabiliyormuş.  Bir örnek vereyim: İdris Baluken bir doktor ve dışarıda olsa 50 bin TL maaş alacaktı. Çoluğu çocuğu var ve şimdi içeride yatıyor. Ne yaptı İdris? 116 defa devlet demiş ki, Kandile git şu barış sürecini halledelim. İdris çocuklarının nasıl büyüdüğünü görmedi ve şuan hapiste. Kimin kanı İdris’in kanından daha kırmızı, kimin canı onunkinden daha tatlı? Kimseye gitsin hapis yatsın demiyoruz ama minimum düzeyde de olsa toplum yanlışa yanlış demesini öğrensin. Bu bir medeni cesarettir. Sivil cesarettir. Toplum talep üretmelidir. Ne yapıyorlar, toplumun örgütlülüğünü dağıtmaya çalışıyorlar. Toplum örgütlü olsaydı bu hükümete ekonomik politikaları yüzünden bir tepki verirdi. Bu sistemin Türkiye’yi ekonomik olarak çökerteceğini söyledik ama toplum bizi dinlemedi. Hani istikrar gelecekti, nerede istikrar? Siyasetçi olarak topluma bildiğimi söylerim ama kararı kendisi verir. Toplum kararı kendisi veriyor ama sonra gelip benim boğazıma yapışıyor. Bingöl’de bir köy kahvesinde 80 kişi var. Referandumdan 2 gün önceydi. Referandumda neye oy vereceğinizi biliyor musunuz diye sordum. Bilen varsa 5 cümle ile anlatsın dedim, kimseden çıt yok. Bingöl’de Erdoğan yüzde 70 aldı ama ne oldu şimdi, istikrar mı geldi. Toplum olarak biz mevcut şu durumu yaşıyorsak ki, kendimizi de içine katarak söylüyorum; bize müstahaktır yaşadıklarımız. Çünkü bu siyaset bu toplumun bir yansımasıdır. Hırsızlık var, toplum konuşmaz, yolsuzluk var toplum konuşmaz. Her türlü kural kaide çiğnenir toplum konuşmaz. Toplum diyor ki, ben böyle olayım ama siyaset mükemmel olsun, böyle bir şey olmaz. Siyaset eleştirilsin baş göz üstüne ama toplumun da artık mobilize olması lazım. Diyarbakır halkının iradesine sahip çıkması lazım. Mesele sadece seçmekle bitmiyor. Toplum seçtiğini denetlesin, sahip çıksın. Türkiye’nin batısında da bir korku iklimi var. İnşaat işçisi ile konuşuyoruz o da korkuyor halbuki ne memurdur ne esnaftır ama o da korkuyor. Bu iktidarın şuan yönetimde olmasının sebebi halkın rızasını aldığı için değil, baskı aygıtlarıyla halkı sindirdiği içindir. Mahkeme, polis, asker, bekçi, istihbarat vs. toplumu zapturapt altına almaya çalışıyor. Toplumdan kahramanlık beklemiyoruz ama en azından çıkıp konuşsunlar.  Yaşlı bir teyze çıkıyor, köyüme bunu yapamazsın diyor. Madenci çıkıyor günlük 100 TL yevmiye ile beni yerin altında ölüme terk edemezsin diyor. Aslında bunlar bu kadar basit şeyler.”

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum