VİDEO - Zilan Tigris, Tigris haber’e konuştu
Özel Haber/ Mümin Ağcakaya
TİGRİS HABER - Sanatçı Zilan Tigris’in müzik yolculuğu birçok dilin konuşulduğu, çok dilli şarkıların söylendiği bir aile ortamında daha çocuk yaşlarda başlıyor. Sanatçını müziği sevmesinde ve sanat hayatına atılmasında en büyük destekçisi annesi oluyor. Annesinin de sesi güzel olduğu ve birçok şarkıyı bildiği için sanatçı annesinden çok şey öğreniyor.
‘On Dil Bir Nefes’
Zialan’ın annesinin de daha başlamadan biten bir hikâyesi sanatçının daha sonraki müzik yaşamında da önemli bir iz bırakıyor. Ayşe Şan’la çok samimi arkadaş olan annesinin sesi güzeldir. Fakat ailenin feodal yaklaşımlarından dolayı sanat hayatına atılmasına izin verilmez. Bu yüzden şarkı söylemek annesinin içinde bir ukde olarak kalır.
Annesi de şarkı söyleme sevdasını kızı Zilan’da yaşatmak ister. Bu yüzden kızı Zilan Tigris’in müziği seçmesinde ve devam etmesinde her zaman katkı ve desteğini sunar. Gazetemize konuşan sanatçı büyüdüğü ailedeki dil, kültür zenginliğini ve kendisinin müziği seçmesinde annesinin kendisine nasıl destek olduğunu,sunumunu tiyatro sanatçısı Çağdaş Çankaya’nın yaptığı ‘ On Dil Bir Nefes’ projesinin yolculuğunu ve yoluna nasıl devam edeceğini anlattı.
‘Dil zenginliğinin olduğu bir evde büyüdüm’
Zilan Tigris, yaşamı ile ilgili şunları anlatıyor; “Küçük yaşta evimizde Erivan radyosu dinlenirdi. Annem Ayşe Şan’ın çok samimi çocukluk arkadaşıydı. Bende de müziğe ilgi çevremde duyduklarımı mırıldanarak başladı. Bizim evde üç dört dil kullanılırdı. Çünkü Ermeni kökenliyim. Anneannem annemle Ermenice, babam Xarpet şimdiki Harput’tan buraya yerleşmişlerdi. Bu yüzden Kürtçe, annemin babasının Zaza olmasından kaynaklı Zazaca konuşulurdu. Dolayısıyla dil zenginliğinin olduğu bir evde büyüdüm. Bu ilgide daha sonraki sanatıma da yansıdı.
‘Ayşe Şan feodal engellemeleri aşmasını bildi’
Annem Ayşe Şan’la çocukluk arkadaşıydı. Dolayısıyla onların şarkı söylemelerine ilgi duyuyordum. Hamiyet Yüceses’ler döneminde plak şirketleri mahalle ve evleri gezip sesi güzel olanlara plak yapma teklifinde bulunurlarmış. Anneme de geliyorlar. Annem çok sevinmiş ancak babası o dönemin feodal yapısından kaynaklı olarak kesinlikle izin vermiyor. Ama Ayşe Şan bu teklifi kabul ediyor. Ayşe Şan, o dönemin bütün feodal yaklaşımına ve baskısına karşı durarak gidip plak yapıyor. Ayşe Şan önüne çıkan bütün engelleri aşmasını bilerek, birçok şeyi göze alarak bunu başarıyor.
‘Annemin içinde ukde kalan bende gerçekleşti’
Şarkı söylemek annemin içinde hep ukdeydi. Babası izin vermemişti. Dolayısıyla beni her konuda desteklerdi. Bütün konserlerime gelir, izler, en ön sırada oturur, katılım sağlardı. Annem desteğini hiç esirgemedi. Ben de inadına, biraz da onun hatırına şarkı söylemeye devam ediyorum
Hatta ilk şarkılarımı hep ona dinletirdim. Dinlediğinde ‘Yok kızım bunun kaidesi böyle değil, bunu böyle okumalısın.’Derdi. Müzik konusunda belli bir bilgi birikimi vardı ama onu kendi diliyle, kendince ifade etmeye çalışırdı. Birçok şarkıyı ben ondan öğrendim diyebilirim.
Birlikte şarkılar da söyler hatta kasetlere kaydederdik. Rahmetli annemle birkaç kasetimiz de vardır. Kendisi yapamadığından içinde ukdeydi. O dönemlerde bir kadının şarkı söylemesine ailelerin izin vermesi mucize gibi bir şeydi. Ayşe Şan gibi önemli bir ozan ancak bütün o feodal yaşama baş kaldırarak başarmıştı. Ama toplum tarafından dışlanmıştı. Ailesi tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi. O her şeyi göze almış güçlü bir kadındı. Annem hep anlatırdı. Buna rağmen annem her konuda arkamda dik duran bir kadın oldu. Dolayısıyla ben ondan çok şey öğrendim.
İlk söylediği şarkıyı unutmuyor
Öncelikle ilkokulda müsamerelerde, özel mezuniyetlerde hocalarım tarafından yönlendirilerek şarkılar söylemeye başladım. Hatta ilk söylediğim şarkıyı hiç unutmuyorum. Rana- Selçuk Alagöz’ün söylediği bir şarkısı vardı.
O dönem arabesk müzik çok revaçta, bizler arabesk okumaya çalışıyoruz. İlkokul ortaokul dönemlerdeyiz. Ama ilerde müzik insanı olacağım diye bir şey de yok, düşünmüyorum ama şarkı söylemek bana müthiş zevk veriyor. Zevk aldığım için yapıyorum. O dönemde bilinçli yapmak, ya da yaptığınız işlerde insanlara faydalı olmak, mesaj vermek gibi böyle bir algımız yok. Vahdet Vural’ın, ‘Hep ağladım, biraz gülmek istedim’ diye arabesk bir ezgisi vardı. Daha çok Müslüm Gürses, Orhan Gencebaylar’ı dinliyoruz. Okumaya onları taklit etmeye çalışıyoruz arkadaşlarla. Tabi o dönemler Mahsun abiler var onlar bizden yaşça büyük. Ünlü değiller. Daha Emrah İpekler yeni. Birlikte düğünlere falan gidiyoruz.
Derken ilk, orta, lise öğrenimimi Diyarbakır’da tamamladım. 1990 yılında bölgenin ilk halk müziği korosu. Diyarbakır Belediyesi bünyesinde kurulacak. Emin Taşınlar, Bedri Ayseliler, Zülküf Aktan, Recep Kaymaklar var.
Bizi sınava aldılar. Bizde makam usul falan yok. Müzikal kulağınız var mı yok mu ona bakıyorlar. Girdik kazandık. Sonra orada ciddi adımlar atmaya başladım. Bu olaya daha ciddi, daha profesyonel bakmaya, müziği algılamaya, nota, usul, solfej dersleri almaya başladım.
Dicle Üniversitesi Devlet Konservatuar Türk Müziği Ses Eğitim Bölümünü okudum. Müzik öğretmenliği yaptım. Halen devam ediyorum. Çalışmalarımda şu ilkeye çok önem verdim. Hani İncil’de bir ayet vardır. ‘Sezerin Hakkı Sezar’a diye. Bu yüzden okuduğum eserlerin hangi yöreye, hangi kaynağa, hangi dile ait olduğu benim için çok önemliydi.
Derken pişiyorsunuz. İşin içinde işini ciddi yapanlar varsa ondan bir şeyler kapmaya çalışıyorsunuz. Daha sonra bu sizde bir olgunluğa sebep oluyor ve sizde gelişiyorsunuz. Çünkü girdiğiniz her ortamda özellikle müziğe, sanatla ilginiz varsa sanatla ilgili insanlardan bir şeyler almaya başlıyorsunuz. Bunu hayatıma geçireyim diyorsunuz. Bende yapabilir miyim kaygısı var.
Ev hanımlarından oluşan ilk kadın korosunu kurdu ve yönetti
“Yaklaşık 30 yıldır şarkı söylemeye çalışıyorum. Diyarbakırlıyım 1992’de ilk albümüm olan ‘İRO’yu, 1998’de ‘ADLE’, 2018’de ‘GELİVER’ adlı üç albüm yaptım. Bölgede ilk çocuk korosunu, ev hanımlarından oluşan ilk kadın korosunu ve gençlik korolarını oluşturup yıllarca şefliğini yaptım.”
Sezen Aksu’yla ‘Türkiye Şarkıları’
Sanatçı Tigris anlatımlarına çocukluğuna dönerek devam ediyor, şunları anlatıyor;
“Tabi içimde şöyle bir şey vardı. Alaylı olmak elbette ki çok iyi bir şeydir. Ancak bunun eğitimini de almanız gerekiyor. 17 yıllık müzik yaşamımdan sonra ben konservatuar okudum. Konservatuar okurken ilk üç yıl ciddi ciddi cepten yedim diyebilirim. Çünkü usul makam, ses eğitimi, solfej, armoni biliyordum. Ama bilmediğim derslerde varmış. İyi ki de okumuşum. Müzik akustiği, form bilgisi, sesi kullanma tekniklerini okulda öğrendim. Dolayısıyla alaylılık çok güzel, üzerine eğitimi de eklediğiniz zaman daha başka şeye dönüşüyorsunuz. Ama o amatör ruhunu kaybetmemek şartıyla. Konsevatuvarda çeşitli çalışmalar yaptım. O dönem Dicle Üniversitesi müzik kulübü başkanlığına bakıyorduk ve o bünyede biz ilk defa Dicle Üniversitesi bünyesinde ‘Yitik Ezgiler’ diye bir program yaptım. Çok dilli bir grup oluşturup konserler dizisi yaptık. Bu 2006- 2007 yıllarına tekabül ediyor. Bunun yanı sıra ben halk müziği çalışmaları ve çocuk korosu şefliğim devam ediyordu. Hatta 2002’de ‘Türkiye Şarkıları’ projesi de Sezen Aksu’yla yurt içi ve yurt dışı konserlerinde yer aldım. 2004’de Ferhat Göçerle ‘Anadolu Aryaları’ adlı projede yer aldım.
‘ON DİL BİR NEFES’
Çeşitli etkinlik ve projelerde yer aldım. Bir dönem TRT GAP TV de ‘İlden İle Türkülerle’ programındaydım. Koro olarak her yörenin müziğini yapıyorduk. Orada yıllarca solistlik yaptım. Kürtçe okumaya çalıştım. İlk albümü 1992 yılında yaptım, albümün tamamı Kürtçeden oluşuyordu. Sonra farklı diller içinde büyümüş olmamın verdiği avantajla, ben bunları neden farklı dillerde yapmıyorum diye düşündüm.
Çünkü ailede Zazaca, Ermenice, Arapça biraz var. O şekilde yola çıktım. Farklı dillerde söylemeye başladım. Bu bana huzur veriyor. Çünkü bu topraklarda bizlerden önce yaşamış olan atalarımız farklı dillere farklı kültürlere sahiplerdi. Sanatçı duyarlılığıyla bunları yaşatmamız gerekiyor diye düşündüm. Düşünüyorum ve yoluma bu şekilde devam edeceğim.
Tarihte bilinen ilk ilahi
‘On Dil Bir Nefes’ 2014 de gelişen bir projeydi. Dolayısıyla 2018’deki ikinci proje ve dün akşam yaptığımız üçüncü projeyle biraz daha genişletildi. Oradaki amacıma gelince Mezopotamya’da yaşamış halkların kardeşliğine vurgu yapmaktı. Çok kültürlü olmanın bize kazançlarını, o zenginliğimizin, farklılıklarımızın bize getirdikleri güzelliklerle yaşayabilme, ortak yaşama kültürüne yönelik bir çalışmaydı. Bunu özellikle bu süreçte bizim birbirimize ihtiyacımızın olduğunu vurgulamaktı. Ve şöyle de güzel bir şey var; bu topraklarda dünyanın ilk ezgisi olarak bilinen Hurri ilahisi doğmuş MÖ.14. yy da. Hatta Suriye’nin Rast Şamra bölgesinde yani daha önce liman kenti ve bu bölge ticarette iyi bir yerde. Orda kullanılan dil ise Ugaritçe. Toprak tabletlere yazılmış bu Hurri ilahisi, dönemin Ugarit kraliçesine yazılmış.
Bu topraklarda doğup büyüyen bir insan olarak hem ahde vefa olarak doğduğunuz toprağa, o halka bir borcunuz var. Ve sanatçının da geçmişle gelecek arasında köprü olmak durumu var. Yani geçmişi unutturmamak gerekir. Çünkü geçmişinizi ne kadar iyi irdeleyebilirseniz geleceğe de o kadar sağlam adımlar atarsınız. Sanatın birleştirici rolünü baz alarak bütün halkların bütün dillerin, bütün dinlerin, bütün ırkların kardeşliğine vurgu yapmaktı benim amacım. Daha çok yerde daha çok ilde hatta yurt dışında bunun yaygınlaşması ve çok fazla kitleye ulaşması için de elimden geleni yapacağım ve devam edeceğim.
Dil varsa halk var
Çünkü dil varsa halk vardır. Dili yaşatmak aslında bir halkı bir kültürü yaşatmaktır. Dolayısıyla bu benim hep ilkem oldu, yıllarca böyle çalışmaya devam ettim. Kültürel çeşitlilik bizi zenginleştirir, özgürleştirir ve güzelleştirir fikriyle yola çıkmıştım.
Farklı dillerde şarkı söylemek daha önce de söylediğim gibi bana huzur ve mutluluk veriyordu. Bunları aynı repertuar içinde, aynı konsept içinde insanlara sunmayı düşündüm ve ‘On Dil Bir Nefes’ projesi bu şekilde gelişti. Aslında on dilde şarkı söylemiyorum. Bu sayı bazen on üç, on dört de olabiliyor. Estetik açıdan ‘On Dil Bir Nefes’ daha güzel bir algı oluşturduğu için böyle bir ismi tercih ettim.
İlk sunumum çok yeterli değildi. Çünkü sadece okuduğum dillere ait halkları tanıtmak kaygım vardı ama tek başıma hangi halkın dilinde şarkı söylüyorsam o halka özel birkaç cümle kurup şarkımı icra ediyordum. En son yaptığım işte ise bunu teatral bir sunumla ve görselliği daha da zenginleştirerek yapmayı düşündüm. ‘On Dil Bir Nefes’ evet, on üç dilde şarkı söylüyorum evet. Ancak bir şeyler eksik çünkü dans o kültürü anlatıyorsam dil ile bunun görsel bir desteğinin de olması gerektiğini düşündüm. Buna özen göstermeye çalıştım. En son yaptığım programda ise Rumlara ait sirtaki, Romen dansı ve semahla desteklemeye çalıştık. Bu daha da genişleyecek bir proje. Görsel temalar da ekleyeceğiz. Teatral sunum daha da genişleyecek. Amaç; bu topraklarda yaşayan halkların kardeşliğidir. Benim sanatçı olarak yapabileceğim tek şey şarkı söylemektir. Yapabilecek başka işim yok.
‘On Dil Bir Nefes’in yolculuğu nasıl devam edecek?
İleriki süreçlerde görsel zenginlik, teatral zenginlik, danslar belki bu topraklarda yaşamış o insanlara ait bazı özel söylemler. Onları işleyeceğiz. Bunu uluslar arası platformlara dil anlamında da daha da zenginleştirerek taşımayı planlıyoruz.
Bütün dilleri bilmiyorum, bildiğim kendi coğrafyamda kullanılan diller. Ama demek değildir ki çalışmıyorum. Fonetik, artikülasyon dersleri alıyorum ve o dillere ait çalışmalar içerisindeyim. O halkın kültürünü sanatını, dil yapısını tanımaya çalışıyorum. Dil dersleri almaya devam ediyorum. Bu şekilde devam edecek. Çünkü dünyaya açılmak gibi bir hedefimiz var, dolayısıyla dil bilmek zorundasınız. Bilmediğiniz bir dili icra edemezsiniz. Eğer o dili bilmiyorsanız mesajınızı veremezsiniz. O duyguyu karşıya yansıtamazsınız. Şu an sıkıntısını çektiğim bu. Ama bunu geliştirip daha iyi yerlere taşımayı planlıyorum.
‘On Dil Bir Nefes’le yolu kesişen Malatyalı tiyatro sanatçısı Çağdaş Çankaya;
Malatyalı tiyatro sanatçısı müzik aralarında yaptığı teatral sunumlarla programa ayrı bir renk ve zenginlik katan Çağdaş Çankaya ‘On Dil Bir Nefes’le yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlattı;
“Mezopotamya’da yaşamış olan halkların ortak diline vurgu yapıyoruz. Bu topraklar birçok uygarlığın yaşadığı topraklar.
‘On Dil Bir Nefes’ Benden önce daha çok ezgisel bir nitelik taşıyordu. Ben işin teatral boyutunu üslendim. Teatral boyutunu üslenince birtakım şeyler eklenmesi gerektiği kanısına vardık. Çünkü bu sade tek düze bir konser değildi. Yani bir proje altında olacağı için ve her seslendirilen o halkın ezgisinin bir teatral sunumunun olması gerektiğine kanaat getirdik. Bu temeli atılmış bu projenin biz şu anda duvarlarını ördük. Hasan Özhaşlamacı sıvasını yaptı diyelim. Görsel olarak da bir şeyler katmak istedik. Teatral olarak sunumlar seslendirilen ezgilerdeki halkları seyirciye bazı özelliklerine vurgu yaparak hatırlatmak istedik.
Önümüzdeki günlerde sine vizyonla görsel zenginliğini daha da arttırmayı düşünüyoruz. Her teatral sunumla ve sine vizyonla birlikte o halkın nerede, nasıl yaşadıkları, ne tür değerler yarattıkları gibi hatırlatmalar yapıp, danslarla da süsleyip projeyi daha da zenginleştirip izleyenlere güzel bir görsel şölen sunacağız.
Mesela Rum ezgisi seslendirilmeden önce Rumların sirtaki oyunları, Romenlerin kendi dansları, Alevi deyişlerini seslendirdiğimiz zaman semahları gibi. Bunu daha geniş bir konsepte yayarak yapmayı amaçlıyoruz. Amacımız burada, bu topraklarda yaşamış halkların ortak diline, kültürüne vurgu yapmak. Sanatın birleştirici gücünü kullanarak birlikte yaşama kültürüne bir katkı sunmak istiyoruz. Kısacası izleyicilerimizle birlikte Mezopotamya’nın zenginliklerini hatırlatma, geçmiş bilinmeden gelecek bilinmez mantığıyla bir iz düşürmedir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.