Zilan deresinde neler oldu?

Zilan deresinde neler oldu?
Kürt tarihi araştırmacısı Kerem Serhatlı, 13 Temmuz 1930’da Ağrı’nın Zilan deresinde yaşanan toplu kıyımın yıldönümünde 87 yıl önce yaşananlara ışık tutuyor.

 

 

 

‘Zilan deresi cenazelerle lap lap doludur’

Zilan deresinde yaşamını yitirenlerin çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğunu ifade eden Serhatlı, “Zilan deresinde yaşanan hadise bir gerçektir ve yakın tarihe kadar yaşayan insanların anlatımlarıyla bu sabittir. Hatta yarı resmi olan Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz sayısında büyük puntolarla bir manşet atıyor. Gazete manşetinde ‘Zilan deresi cenazelerle lap lap doludur’ diye yazıyor. O günkü Cumhuriyet gazetesinde ‘15 bin eşkıya öldürülmüştür’ diye yazıyor” diye konuştu.

Kürt tarihi araştırmacısı Kerem Serhatlı, 13 Temmuz 1930’da Ağrı’nın Zilan deresinde yaşanan toplu kıyımı gazetemize değerlendirdi.

 

‘Hayatını kaybedenlerin %95’i ise kadın ve çocuklardan oluşmaktadır’

“ 13Temmuz Kürtler için çok önemli bir gündür. Bu tarihin iki önemi vardır, birincisi; 13 Temmuz 1930 tarihinde Zilin katliamının yapılmış olmasıdır. İkinci olarak ise Dr. Abdurrahaman Kasımlo’nun 13Temmuz 1989’da İran rejimi tarafından Paris’te katledilmiş olmasıdır. Her iki olayda da hayatlarını kaybeden, gerek Dr. Abdurrahman Kasımlo olsun gerekse de Zilan’da hayatını kaybeden; resmi rakamlara göre 15 bin, Rus Üniversitesinin araştırma raporuna göre 53 bin ve Savaşın içerisinde bulunan Hasan Serdi’nin ifadesine göre ise 47 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybedenlerin %95’i ise kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyor ve saygıyla anıyorum.

 

 

‘Kürtlerin sonunu hazırlayan bir anlaşmadır’

Öncelikle bu hareketlerin neden olduğuna bakmak lazım. Kürtler ne istiyorlar, neden böyle davranıyorlar? Bunu anlamak için tarihte biraz gerilere gitmekte fayda vardır. Hadisenin aydınlanması bakımından bunu yapmak gerekiyor. Kürtlerle Türklerin beraberliği herkesin bildiği üzere 1071’de Selçuklularla başladı. Kürtlerle Türkler arasında ilk anlaşma bu tarihte yapılıyor, ikinci bir anlaşma ise 1515’te Yavuz ile İdris-i Bitlis-i vasıtasıyla Kürtler arasında yapılıyor. Bu anlaşmanın yapıldığı güne kara gün diyoruz çünkü bu anlaşma Kürtlerin sonunu hazırlayan bir anlaşmadır. Yavuz aynı zamanda 40 bin Alevi Kürt’ü kılıçtan geçiren bir insandır. Bu anlaşma takriben 2’inci Mahmut dönemine kadar 300 yıl sürdü ve Osmanlı ile Kürtler o zamana kadar ittifak ettiler.

‘Kürtlere verilen bütün sözler unutuldu’

Aslında bu şeyler 1639’da Kürdistan’ın ikiye bölünmesi ile başladı. O zamana kadar gerek Şah İsmail döneminde olsun gerek Eyyubiler döneminde olsun gerekse de Akkoyunlular ve Karakoyunlular döneminde olsun Kürdistan tek bir parça idi. 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Kürdistan doğu batı olarak ikiye bölündü. Doğu Kürdistan İran’a, Batı Kürdistan ise Osmanlı’ya verildi. İkinci paylaşım ise 1828’de Rus - İran savaşında İran mağlup olunca Kürdistan’ın bir kısmı Rusya’ya verildi ki, orada Azerbaycan ve Ermenistan kuruldu ve bu şekilde Kürdistan 3’e bölünmüş oldu. En son Lozan’da ise Kürdistan 5’e bölündü.  Lozan imzalandıktan sonra önceden Kürtlere verilen bütün sözler ise unutuldu.

‘Dersim milletvekili Hasan Hayri idam ediliyor’

İlk kurulan mecliste Dersim milletvekili Hasan Hayri bir konuşma yapıyor. Hasan Hayri öyle bir konuşma yapıyor ki, Atatürk bu konuşmayı alkışlıyor hatta ayağıyla yere vuruyor. Konuşmasından sonra Atatürk Hasan Hayri’yi yanına çağırıyor ve bütün Kürdistan milletvekilleri ile birlikte mahalli kıyafetlerle meclise gelmelerini söylüyor. Meclisin ikinci oturumunda tüm milletvekilleri mahalli kıyafetleriyle meclise gidiyorlar ve herkes onları alkışlıyor. Ama ne hazindir ki, 1925’te o konuşmayı yapan Hasan Hayri İstiklal mahkemesine çağrılıyor ve hakim tarafından neden mahalli kıyafetle mecliste olduğu sorgulanıyor, yargılanıyor ve haksız yere idam ediliyor.

 

 

 

‘Ağrı’da İbrahim Ağa, bu sürgünü kabul etmiyor’

Bundan sonra Şark Islahat planları çıkarılıyor. Eylül 1925’te Fatih Okuyan zorla Başbakanlıktan atılıyor ve yerine İsmet İnönü getiriliyor. Ve peş peşe kanunlar çıkarılıyor; Takrir-i sükun, Tehcir, Tenkil, Te’dip kanunları. 1926’da Tehcir kanunu çıkarılınca Kürdistan’ın bütün Şeyhleri, Begleri hepsi sürgüne tabi tutuluyor. Devletten yana olanlar dahi sürgünden kurtulamıyorlar. Bu sürgünlere karşı Ağrı’da İbrahim Ağa, bu sürgünü kabul etmiyor. İbrahim Ağa, ‘ Osmanlı döneminde Ruslara karşı o kadar savaşımın karşılığı sürgün mü olacaktı’ diyerek bu sürgüne karşı çıkıyor ve dağa çıkıyor. Ve o günden 1930’a kadar Ağrı olayları devam ediyor. O gün yaşanan olaylardan kaçan esirler, kadınlar ve çocuklar Zilan deresine sığınıyorlar. Salih Paşa 9’uncu Kolordu komutanı iken bir rapor hazırlıyor ve esirlerin Zilan deresine sığınmış olduğunu söylüyor ve oraya hücum ediyor. 80 adet uçakla ve Tatvan’dan gemi ile gelen askerlerle Zilan’ın etrafı tutuluyor. Zilan, neresidir: Zilan deresi Erciş’in 16 kilometre kuzeyine düşüyor. Zilan, üç vadiden müteşekkildir. Büyük vadilerdir ve o vadilerde toplam 44 köy vardı o zamanlar. Askerle Zilan dersinin etrafını kuşattığında oradan kaçabilenler kaçıyor. Kaçamayan ya da olaylardan haberi olmayanlar ise Zilan deresinde kalıyorlar.

‘Bunlar özel seçilmiş kişilerdir’

O dönemde rütbesi Yüzbaşı iken, Albaylığa terfi eden Derviş Ahmet komutasında askerler Zilan’ın imhası için gönderiliyor. Ahmet Derviş’in kim olduğuna biraz yakından bakmak gerek. Ahmet Derviş, Zilan kasabıdır ve Dersim Kasabı Abdullah Alpdoğan’ın bacanağıdır. Bunların eşleri kimin kızlarıdır; Koçgiri kasabı sakallı Nurettin paşanın. Yani, bunlar özel seçilmiş kişilerdir ve Kürtlerin katli için gönderilmişlerdir. Her üçü de Selanik doğumludurlar. Yani, hiçbiri de Türk değildir. Ahmet Derviş Zilan dersindeki köylüleri çağırıyor ve onlara serbestçe dolaşım hakkı vereceklerini söylüyor. Bir araya topladığı köylüleri ise ağır makineli silahlarla tarayarak öldürüyor.

‘Zilan deresi cenazelerle lap lap doludur’

Zilan deresinde yaşanan hadise bir gerçektir ve yakın tarihe kadar yaşayan insanların anlatımlarıyla bu sabittir. Hatta yarı resmi olan Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz sayısında büyük puntolarla bir manşet atıyor. Gazete manşetinde ‘Zilan deresi cenazelerle lap lap doludur’ diye yazıyor. O günkü Cumhuriyet gazetesinde ‘15 bin eşkıya öldürülmüştür’ diye yazıyor.

Katliamın tanığı asker Mirza Bey anlatıyor…

Dönemin tanıklarından bir asker olan Mirza Efendi, kendi bizzat tanık olduğu bir hadiseyi şöyle anlatıyor: "Zilan Katliamında ben,  Diyarbakır'da askerdim. Diyarbakır'dan bölgeye sevk edilen askeri birliklerin içinde ben de vardım. Bölgeye intikal ettiğimizde katliam yeni yapılmıştı ve bizler firar edenler ya da katliamdan kurtulup gizlenenlerin bulunması ile görevliydik. Yakılan Çakırbey köyünde bu amaçla arama tarama yapıyorduk, daha önce katledilen ve yakılan köyün yıkıntıları arasında sağ kalan insan arıyorduk. Aramalar neticesinde iki kişi bulundu. Her ikisini de alıp komutanın yanına getirdiler. Bizler de arama faaliyetini tamamlayıp orada toplandık. Yakalananlardan biri 80 yaşlarında ihtiyar bir adamdı.  Diğeri ise,  halinden doğumunun çok yakın olduğu belli olan hamile bir kadındı. Komutan, yaşlı adama bir iki tekme atıp; ‘Bu adam zaten gebermiş, iki kişi kadının kollarından tutsun,  dedi. İki asker, daha önce gördüğü dehşetinde etkisiyle tir tir titreyen zavallı kadının kollarından tuttu. Komutan; ‘içinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü çıksın,  diye bağırdı.  Bir kaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun üzerine; bu işi gerçekleştirecek kişiye 40 gün mükâfat izni var, dedi.  Bir asker gönüllü olarak çıktı.   İki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı.  Kadıncağız hemen öldü, çocuk ise yaşıyordu. Komutan; ‘Bakın bakalım,   erkek mi kız mı?’ diye sordu.   Asker, "erkek" diye cevapladı, Komutan; ‘Piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim’  dedi. Asker çocuğu da süngüleyip öldürdü. Bizim evimiz o tarihte Hevırzong köyündeydi. Hasan abdal köyündeki akrabalarımızın çoğu katledilmişti.  Amcalarım,  dedem de dâhil. Fakat bizim köye karışmadılar. Babam, akrabalarımızın imdadına koşmak, en azından ölüleri gömmek için,  gece katliamın yapıldığı Cebeliye gider. Anlattığına göre, köpekler insan etine alıştıklarından kendilerin de saldırıyorlarmış.  O sahaya zor   bela girebilmişler. Sahaya girdiklerinde köpeklerce yenilmiş,  büyük bir kısmı tanınmaz halde olan yüzlerce cesetle karşılaşmışlar. Katledilenler ancak gece kimse görmeden gizlice ve topluca toprağa verilmiş.  O yörede aradan geçen onca yıllık süreye rağmen hala insan kemiklerine rastlanmak mümkündür.'

‘Bunun adı katliamdır’

Zilan meselesi bu şekilde bitti. Fakat bu olaya isyan demek %1000 yanlıştır. Zilan’da bir isyan olmamıştır. Zilan’da bir başkaldırı, devlete karşı gelme olmamıştır. On binlerce Kadın ve çocuk katledilmiş, 44 köy tahrip edilmiştir. Bunun adı katliamdır. Bu, Kürtçede Komkuji’dir. Peki, bu katliamın belgeleri var mıdır? Bizzat devletin belgeleri ile bu katliam itiraf edilmiştir. Nedir bu itiraf; devletin Zilan katliamına katılan failleri korumak, onların yargılanmasını önlemek için çıkardığı bir kanın var. 1931’de çıkarılan bir kanun bu ve 1850 sayılı kanunun birinci maddesine göre, ‘Erciş, zilan, Ağrı dağı havalsinde vuku bulan isyanda, bunu müteakib Birinci umum müfettişlik mıntıkası ve Erzincan Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve te’dib hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930 dan 1kasım 1930 tarihine kadar Askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlarla birlikte hareket eden bekçi, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vakaların tenkil emrinde gerek müstakilen gerekse müştereken işlenmiş ef'al ve harekât suç sayılmaz.’ Kanunun ikinci maddesinde ise ‘ Bu kanun neşri tarihinden muteberdir’ denilmektedir.

‘3 köyden 1555 kişi topluca öldürülüyor’

Bunlar devletin resmi belgeleridir. Yine, Genel Kurmay’ın raporlarında vardır; ‘ 500 adet hayvana el koyduk ve satılmak üzere Erciş komisyonuna gönderdik’. Yani, insanlar öldürülüyor ve hayvanlarına da el konuluyor. Bu katliam genellikle 3 yerde toplu olarak gerçekleştirilmiştir. Biri, Hasanabdal köyünde, bir diğeri kayıplar adası denilen bir yerde yapılıyor. Anlatılanlara göre 3 köyden 1555 kişi topluca öldürülüyor ve katliamdan sonra kimse oralara yanaşamıyordu. İnsan eti yiyen köpekler kudurmuşlardı. İnsanların cenazeleri kurda kuşa, yırtıcı hayvanlara yem olmuştu. 1950’ye kadar o bölge yasaklı bölge ilan edilmişti ve kimse de oraya giremiyordu. Hatta yakın bir tarihte yaklaşık bir buçuk yıl önce bir vatandaş, katliamın yaşandığı bölgeyi taş duvarla çeviriyor. Bizim gerek İslami gerekse de insani örf adetlerimize göre mezarlıklara saygı ve hürmet gösteriyoruz. Haliyle vatandaşın mezarlık diye taşla çevirdiği duvarlar bir gece iş makineleri ile yerle bir ediliyor. Mezarları koruma kanununa rağmen böyle bir şey bugün bile yapılabiliyor.

 

 

 

 

Dönemin siyasilerinin yaklaşımı…

1931’de dönemin Başbakanı İsmet İnönü Erciş’e gidiyor, orada bir demeç veriyor ve diyor ki, ‘Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakki yoktur’. Keza dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt,19 Eylül 1930 tarihli Milliyet gazetesine verdiği bir demeçte şöyle demiştir: ‘Benim düşüncem şudur: Herkes, dostlar, düşmanlar ve dağlar, bu ülkenin efendisinin Türkler olduğunu bilmelidir. Saf Türk olmayanların, Türk Ana Vatanında sadece bir tek hakları vardır: Hizmetkâr olma hakkı, köle olma hakkı.’

‘Zilan deresinden 12 köye el koydu’

Zilan katliamından sonra devlet ne yaptı, 3 vadiden oluşan Zilan deresinden 12 köye el koydu ve burada bir çiftlik kurdu. 1950’ye kadar zaten o bölge tamamen yasaklıydı. Devlet, orada Altındere Harası adını verdiği bir çiftlik kurdu ve o çiftlik halen daha üretimine devam ediyor. Yani, öldürülen köylülerin malları şuan devletin elindedir. 1980’den sonra ise Kenan Evren Cumhurbaşkanı iken, Kırgız Türklerini getirdi ve Kürtlerin kemikleri üzerine ev yaptırarak orada büyük bir köy kurdu. Sanki Türkiye’de yer kalmamış gibi devlet Kırgız Türklerini o bölgeye yerleştirdi. Şimdi soruyorum, acaba 1071’de Selçuklulara Kırgızlar mı Kürtler mi yardım etti? 93 harbi dediğimiz, Osmanlı -  Rus harbinde Kürtler mi savaştı Kırgızlar mı? Keza Kurtuluş savaşında Çanakkale Boğazına kadar Kürtler mi gitti yoksa Kırgızlar mı? Hatta en son Kıbrıs’a kim gitti, Kürtler mi Kırgızlar mı?

‘Zilan için de özür dilenmelidir’

Devlet eğer Zilan katliamının ayıbını örtmek istiyorsa el konulan tüm malları sahiplerine iade etmesi lazımdır. Ayrıca devletin, Zilan katliamından dolayı özür dilemesi lazımdır. Nasıl ki, Dersim için büyük adamlar katliamdır dediler ve özür dilediler, Zilan için de özür dilenmelidir diye düşünüyorum.”

Dilek Akin / Özel

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.