VİDEO - "Onların suskunluklarını anlatmaya çalıştım"
Mümin Ağcakaya - Özel
TİGRİS HABER - Kalabalık bir aile içinde okuma şansını yakalayan Necat Uslu; küçük yaşlarda düğünlerde mani söyler, ortaokul yıllarında şiirler karalamaya başlar, Edebiyata ilgisi böyle gelişir. Üniversiteye başlayacağı zaman da bu eğilimi etkili olur. Van Yüzüncü Yıl üniversitesi edebiyat Bölümünü seçer. Üniversitede edebiyat grubu oluştururlar. İçinde yer aldığı bu grupla İran edebiyatından Arap edebiyatından Avrupa ve Türk edebiyatından okumalar yaparlar ve farklı kültürlere ait edebiyatların karşılaştırmalarını yaparlar. Şiirsiz kalamayacağını söyleyen Necat Uslu ile çocukluğu, okul hayatı, edebiyata olan ilgisi ve yeni basılan ‘Sudan Mürekkep’ adlı şiir kitabı üzerine yaptığımız sohbette sorularımızı yanıtladı.
Kitabın ismi neden ‘SUDAN MÜREKKEP’?
“Kitabın ismini düşünürken avukat olan bir öğrencimle birlikte üzerinde düşündük. Yazmış olduklarımız bir süre sonra bizden çıkıyor, dağılıyor. Bir mürekkebi suya damlattığımız zaman o anda görülür bir süre sonra mürekkep dağılır görülmez olur. O mürekkep dağıldığı zaman tamamıyla yok olmaz o suyun içinde mutlaka vardır. Bu birazda insanların ortak duyguları barındırması açısından kitabın ismini ‘Sudan Mürekkep’ koyduk. Ortak duygu. İnsanlarda da ortak olan duygular vardır. Bu aşk olur, ayrılık olur. Toplumsal yaralar olur. Bütün insanlarda bu duygular vardır. Bu yüzden ‘Sudan Mürekkep’
Yazdığım şiirler benden bağımsız değildir
Bir duygudan yola çıkılarak, kurgusal olarak yazıldı ama genel olarak aşk üzerine. Çünkü kâinatın yaratılması da aşkla olmuştur, insanların birbirine bağlı kalabilmesi de aşkla olmuştur. Cemal Safinin tek hece aşk şiiri var. Aşkın insanoğluna yaptırmadığı hiçbir şey yoktur. İnsanı vezir de eder, Ferhat ile Şirin de olduğu gibi dağları da deldirir. Mem u Zin de olduğu gibi aşk temalı şiirlerim. Tabiki içinde toplumsallığı da barındırmaktadır.
Dışarda çatlayan bir bahar
kıran kırana bir savaş içimde
kaburgalarımın arasında
beni soluksuz bırakan
aşkın kırık testisi var
Ortaokul yıllarında şiir olabilecek bir şeyler karaladım. O zaman basit şeylerdi. Bazen arkadaşlara manilerle başladım diyorum. Diyarbakır’da düğünlerde avare diye bir şey vardı. Maniler ezberlerdim. Düğünlerde oyun eşliğinde maniler okurdum. Sonra şiiri içselleştirip profesyonel olarak yazmaya başlamam üniversite yıllarına rastlar. Şu an Bahçeşehir Üniversitesinde profesör dr. Mehmet Çelik var. Şiir adada bir deryadır. Türkiyede şiir üzerine mülahaza derseniz, saatlerce şiir üzerine anlatacak, konuşacak insan varsa o da Mehmet Çeliktir. Benim şiir okuma ve yazma serüvenimde çok büyük bir etkisi oldu. Zaten edebiyat bölümüne bilerek isteyerek gittim. Başka hiçbir bölümü düşünmemiştim. Van’da Yüzüncü Yıl Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümünü bitirdim. Okulu bitirdikten sonra Diyarbakır’a döndüm ve bir kolejde öğretmenlik yapmaya başladım. Ondan sonra yüksek ihtisas için Pamukkale Yüksek Okuluna gittim. Sonra Diyarbakır’a döndüm ve kaldığım yerden çalışmaya devam ettim. Sonra Kürt Dili üzerine ihtisasa başladım. Özelde çalışmak ciddi bir zaman gerektiriyor. O zamansızlıktan ötürü başlamış olduğum Kürt Dil Edebiyat üzerine Yüksek İhtisasımı devam ettiremedim.
Gözlerim ateşten kâse
yanıyor, yanıyor, yanıyor
örtemiyor acımı hiçbir gece
bir yara durmadan kanıyor
Şiir uyku ile uyanıklık arasında yazılan bir yazım türüdür
Şiiri bir tanıma sığdırmak bana göre ahmaklıktır. Şiirin belki binlerce tanımı vardır. Şiir uyku ile uyanıklık arasında yazılan bir yazım türüdür diyebilirim. Çok da kendimizde olmadığımız zaman dilimlerinde veya yarı uykulu bir zaman dilimi olabilir bu, kafamızın çok dolu olduğu ya da çok hüzün barındıran bir zaman diliminde olabilir. Ama normal hayatın içinde şiir oluşmaz.
Şiir bütün güzel sanatların şahıdır
Düz yazıdansa özellikle şiiri tercih etmemin sebebi; şiir bütün güzel sanatların şahıdır. Bütün güzel sanatlar şiirden beslenir. Müzikten, resme, heykele kadar aklımıza gelebilecek bütün güzel sanat dallarının hepsinde şiirden beslenme vardır. Bugün dinlemiş olduğumuz türküler, şarkılar zaten şiir olarak yazılmıştır sonra bestesi güftesi yapılarak söylenmeye başlamıştır.
Düz yazıda kendini ifade etmek çok daha kolay ve çok daha geniş anlatılabilirsin. Ama şiirde daha az sözcükle çok şey ifade etmeye çalışmak zordur. Buna rağmen yine de çok sevdiğim bir türdür. Diyarbakır'da yaşadığımız için burada beslendiğimiz, yetişmiş çok büyük şairlerimiz vardır. Bir Ahmed Arif’imiz hemen yanı başında Cahit Sıtkı vardır. Ya da bir Sezai Karakoç vardır. Şiir yazarken Sezai Karakoç ekolünden beslendim. Herkes ilk başlarda okuyarak aslında bir taklitle başlar. Çocuk annesine, babasına, öğretmenine bakıp bir yol seçer ya da benzemeye çalışır. Şiirde de böyledir. Sezai Karakoç'un dışında Turgut Uyar, Cemal Süreyya’dan yabancı şairlere kadar; ya da bir Fars, Arap şiiri beni büyük ölçüde etkilemiştir. Bir Hafız Şirazi vardır ki; okuduğumuz zaman her bir beyitinden dünyalar çıkarabileceğimiz kadar genişlikte yazmış insanlar. Tabii ki bunlardan bir şekilde beslenmem oldu. Elimden geldiğince kendi yolunu bulmaya çalıştım.
Güçsüzlük sayıyordun ağlamayı
sırtını dayayacağın
bir gölgen bile yoktu
kimliğinden başka
şiir yokluktan ve yoksulluktan beslenir.
Analarımızın ağıtları bile aslında şiir. Ya da bir dengbej kültürü var. Dedemden dengbej dinlemiştim. Babam köyde kavalı çaldığı zaman beni bir yerlere götürebiliyordu. Şiir zaten hayatın her yerinde vardı. Şiir yokluktan ve yoksulluktan beslenir. Bir şeylerin yokluğunu ve yoksulluğunu hissetmediğiniz zaman onu yazıya dökmek imkânsızdır. Oturup da şiir yazayım diye bir şey olmaz. Bir şeyler hissetmen gerekiyor ki, bir şeylerin eksikliğini hissetmen gerekiyor ki ya da kavgasını vermen gerekiyor ki onunla ilgili edebi bir şeyler üretebilesin. Edebiyatın bütün kökeninde zaten yokluk ve yoksulluk vardır.
Toplum olarak susturulan bir toplumuz. Aile içinde büyükler konuştuğu zaman çocuklar hep susar, hep dinler ya da hep susturulur. Konuşmak isteyen insan bir şekilde deşarj olmak zorundadır. Karşısındaki ile konuşamayan, anlatamayan bir insanın içinde birikir. Bu birikimler ya yazıya dökülür ya da kavgaya döner. Ben yazıya dökülmesini tercih ettim, bunu şiire dönüştürdüm. Şiir okumak da bana ayrı bir zevk veriyor. O yüzden edebi olarak bir yol çizmeliyim dedim. Edebiyatı özellikle bilinçli olarak seçtim. Şu an yazarken de öğretmenliği yaparken de büyük bir zevk duyarak yapıyorum.
Aslında şiir pek de akıl karı değil
Edebiyatla ilgilenmek gibi bizim ülkemizde meşakkatli bir iştir. Edebiyatçılar çoğunlukla hapse atılmışlar, itilmişler, kakılmışlar, cezalar almışlar, sürgünler yaşamışlardır.
Sait Faik gibi bir hikâyecimizin ölümü ile ilgili okuduğum zaman dehşete kapılmıştım. Sait Bey'in yanında hiç kimse yoktu. Sabahattin Ali'nin yaşamış oldukları; cezaevinde kalması daha sonra öldürülmesi. Aslında şiir pek de akıl karı değil. Zaten tek başına akılla hareket edilirse şiirle pek işi olmazdı.
Yaşam koşulları insana yazdırıyor
Ben insani olarak yapılabilecek en güzel şeyin yazma olduğunu düşünüyorum. Yaşam koşulları insana yazdırıyor, söyletiyor; yazmaya zorluyor.
Kürt dili ile büyümüş bir çocuktum, ilkokulda başladıktan sonra yeni yeni Türkçeyi öğrenmeye başladım. Türkçe sözcükleri duymaya başladıktan sonra şimdi bunun öğretmenliğini ve edebiyatını şiirini yapabilmek aslında çok meşakkatli bir iş. Ve bunu severek yapmak apayrı bir şeydir. Zaten bizim toplumumuzda malzeme o kadar çok ki; sadece sokaklarda gözlemeniz bile yeterli.
Ben dağları severdim
Sense denizleri
Tek heceli bir sözcük
Birleştirdi bizi.
‘’AŞK”
Bu konuda sizi teşvik edenler oldu mu?
Ortaokulda bir Türkçe öğretmenim kompozisyon yazmamızı istemişti. Kompozisyon yazarken bir dörtlük de yazmaya çalıştım. Öğretmenin sonuçları okurken sınıfta beni ayağa kaldırdı. Çok güzel yazmıştır diye beni alkışlatmıştı. Benim çok hoşuma gitmişti.
Ailenin içinde mesela okuyan hiç kimse yoktu. Çok kalabalık bir aileyiz. Amca, dayı derken neredeyse 5.000 kişilik bir aile ve akraba ilişkimiz var. Babam 7 kardeş, biz ise 10 kardeşiz. Beni ikinciyim. Beni yazmaya yönelten bir şey de; ağbim ve 2 kardeşim sağır ve dilsiz. Beki de onların suskunluklarını anlatmaya çalışmışımdır. Konuşmaya çalışıyorsunuz, konuşamıyorsunuz. El işaretleriyle anlatmaya çalışıyorsunuz anlatamıyorsunuz.
Benden önce okuyan olmadığı için örnek alacağım kimse ve elimde bir kitap da yoktu. Liseye geçene kadar öğretmenimin dönem ödevini hazırlamam için vermiş olduğu Ömer Seyfettin’in Kurumuş Ağaçları kitabı vardı. Sadece onu okumuştum. Lisede de bu durum böyle devam etti. Çünkü bana rehber, destek olacak kimse yoktu. Ama ben geceleri bir şeyler karalamaya çalışıyordum. Evde internet, bilgisayar yok. Nasıl yapacağız. Halk kütüphanesine giderek orada okumaya çalışıyordum.
Üniversite birinci sınıfa gittiğim zaman evli olarak gittim. 18 yaşında evlendim ve yazın düğünüm oldu ve ondan sonra üniversite için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesine okumak için gittim.
Ağaçlar sonbahara
kuşlar göçe hazırlanıyor
içimde kışla baharın
kıran kırana savaşı
sarsıyor arşı
ciğerlerim paramparça
Erken yaşta evlenmek sizi nasıl etkiledi?
Avantajları da dez avantajları da var. Bazı duyguları yaşamamış biri olarak, kapalı toplumdan daha farklı insanları göreceğim bir ortama gitmişken, duygularına ket vurmak. Evlisiniz duygularınız harekete geçse de önünü kesiyorsunuz. Önünü kesmiş olduğunuz zaman da doğal olarak içe atmış oluyorsunuz. İçte birikenlerin bir şekilde dışa akması gerekiyor. Yoksa zaman içinde hastalık yapacak.
Gençliğini yaşayamadan büyük bir sorumluluk altına girmiş oluyorsun. Evliliğin dışında bir de on kardeşiz. Bizim bölgede bilindiği gibi çok çocuk yapılır. Sonra büyük olan kimse evde babadan sonra söz hakkına sahip olan biri olarak yetiştirilir. Erkekse baba kızsa anne olarak yetiştirilir.
Ağbim özürlü olduğu için sorumluluk üzerimde kaldı. Bir tarafta ailenin vermiş olduğu sorumluluk var diğer tarafta evlilik ve okul var. Ben kaderci biri değil de mevcut durumla hareket eden biriyim. O zorlukların altında ben yapamam edemem durumuna gidersem hem kendimden ödün vermiş olacağım. Bakmakla yükümlü olduğum insanlardan uzaklaşmış olacağım. Bunu yapmaktansa benim gerçeğime göre hareket etmem gerekiyor.
Yarenlik ediyorum düşen yapraklara
daha doğmadan düşleri çalınmış çocuklara
sensizliğin nişanesi saçlarımdaki aklara
sonra usulca çekiliyorum koyaklara
Ana dilimde neden okumuyorum? Diye kendime sormaya başladım.
Üniversite döneminde Sezai Karakoç’la görüşmeye gittim. Ahmet Telliyle görüştüm, Bodruma İlhan Berk’le görüşmek için Hicri İzgören’le burada görüştüm. Kemal Varol’la, Mehmet Oğuz’la .
Üniversite de bir edebiyat grubumuz olmuştu. Daha önce sadece Türk edebiyatını okurduk. Sonra farklı okumalar da yapmaya başladık. İran edebiyatını, Arap edebiyatını, Fars edebiyatını ve Afgan edebiyatını da okuduk. Bunları karşılaştırma imkânı da oldu. Sonra kendi ana dilimde neden okumuyorum diye kendi kendime sormaya başladım. Çünkü içimde bastırılmış bir dil vardı. Okumak yazmak istiyordum. Yazmış olduğum Kürtçe şiirlerde var. Ama yoğun olarak Türkçe yazdım.
Yazmaya devam edeceğim. Bana bir gün en büyük fobin ne deseler bir gün yazamamak derim. Bir gün yazamamak bende büyük bir korkudur. Aç kalabilirim diyebilirim, yurtsuz kalabilirim ama şiirsiz kalamam. Mutlaka yazma serüvenimin devam etmesi gerektiğini söyledim. Öğrencilerim üzerinde de büyük etkisi oluyor.
Ruhumuzun şiire ihtiyacı vardır
Yaşadığımız Ortadoğu’da kendimizi bildik bileli kan akıyor. Bu da cehaletten oluyor. Okumamaktan, yazmamaktan geliyor. Yani eğer toplum iyi bir okur profiline sahip olursa; soru sormayı ve eleştirmeyi bilir. İnsan hayatının her şeyden çok daha değerli olduğunun farkına varır. Bu yüzden öğrencilerimi de hep okumaya yönlendiriyorum. Nasıl uykuya, yemeğe ihtiyacımız varsa ruhumuzun da şiire ihtiyacı vardır.
Hangi ortamlar yazmaya teşvik ediyor?
Bir haber izlerken Afrika’daki bir çocuğu gördüğüm zaman boğazım düğüm düğüm oluyor. Ya da bir annenin haykırışını duyduğum zaman boğazım düğüm düğüm oluyor. Ya da bir zalimin zulmüne uğrayan birini gördüğüm zaman ve Ortadoğu toplumu şiiri okumuş olsalar bu kadar cehalette olmaz. Kadına bu kadar şiddet de olmaz. Kadın bir köle olarak görülmez. Bu kadar cinayet de işlenmez. Çünkü şiir insanın kalbini gittikçe inceltir. Daha şeffaflaştırır, daha görebilecek hale getirir. Bu çok önemlidir. İnsanın hayatını anlamlandırması açısından doğaya bakabilmesi açısından şiir çok önemli bir yerdedir.
Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Şiir yolculuğunda başarılar dileriz.
Bende size teşekkür ediyor, yayın hayatınızda başarılar diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.