'Adalet yerini bulacak' demek çocukluk!
Tahir Elçi'nin kızı Nazenin Elçi, T24'ten Hazal Özvarış'a konuştu. İşte o röportaj:
Babalarının kanlı gömleklerini çocuklarına miras bırakabilen bir ülke Türkiye.
Nükhet İpekçi İzet, babası Abdi İpekçi’nin ölümünden 31 yıl sonra, bugün tutuklu olan Can Dündar’ın televizyon programında kurşunların deldiği, babasının kanının üstünde kuruduğu gömleği gösterirken yanındaki dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in temsilinde devlete şöyle sesleniyordu:
“O dönem bir amaca ulaşmak için birtakım kişiler işbirliği yapabilirler. Ama biz hâlâ aynı şeyleri konuşuyorsak, aynı gömlekleri taşıyan birçok çocuk varsa, hatta bazılarına bu verilemiyorsa bizim artık şu kurumun zedelenmesi, bu kurumun itibarının kaybedilmesi... bunları görebilecek hiçbir halimiz yok.”
İpekçi bu cümleleri kurduğunda yıl 2010’du. Aradan geçen yaklaşık 6 yılda ecelin değil, siyasetin aldığı canların listesi biraz daha uzadı. Aralarına en son katılan isimlerden biri Tahir Elçi oldu. Diyarbakır Barosu Başkanı, insan hakları avukatı, bölgedeki katliamların, faili meçhullerin belgeleyicisi ve takipçisi Tahir Elçi, 28 Kasım 2015’te kimin silahından çıktığı hâlâ bulunamayan bir kurşunla ensesinden vuruldu.
Bir yanda devlet, bir yanda PKK durdukları noktalardan birbirlerini fail ilan ederken ertesi gün düzenlenen cenaze töreninde Türkiye, Elçi’nin kanlı gömleğinin miras kaldığı ailesiyle tanıştı. Eşi Türkan Elçi “Onu faili meçhul ordusu karşılayacak” dediği mektupla zihinlere kazınırken kızı Nazenin Elçi “baba” çığlığını vicdanlara asılı bıraktı.
Bugün cinayetin ardından geçen 52. gün. Savcılık henüz kimseyi şüpheli sıfatıyla dinlemedi. Numaralandırılan delillerin neredeyse yarısı toplanamamışken toplanabilenlerin akıbeti sorgulanıyor. Hayat, ölüm haberleri eşliğinde akarken zamanın 28 Kasım’dan sonra Elçi ailesi için nasıl geçtiğini öğrenmek için Nazenin Elçi’yle buluştuk.
Robert Kolej’de son sınıfta okuyan Nazenin Elçi, 18 yaşında. Büyüklerin kirlettiği bir dünyada Nazenin'lere düşen bu; 18'inde, sonunda babasını da çalan siyasi cinayetleri konuşmak…
O günü, öncesini, sonrasını, rüyalarını, kardeşini, Diyarbakır'ını anlatan Nazenin Elçi’ye cevaplamayı arzu etmediği sorular için ısrar etmedik, söyleşi metnine son biçimini vermeyi kendisine bıraktık. Faili meçhul siyasi cinayetlerle annelerin, babaların, eşlerin, evlatların sonsuza kadar yaralandığı memleketin geride bıraktığı hâller için, buyrun.
- Seninle babanı son yolculuğuna uğurlarkenki feryadınla tanıştık. Adını da çığlığınla birlikte öğrendik. Ama şu soruların cevaplarını bilemedik; ne demek Nazenin, hikâyesi ne?
İsmimi annem koydu, annem edebiyatı çok sever. Nazenin ismi de divan edebiyatında çok geçiyormuş. Bir gün bir şiirde görüp karar vermiş. Farsçadan geliyor, narin yapılı, nazik endamlı demek. İsmimi seviyorum ama ‘narin’ veya ‘kırılgan’ olmak istemem açıkçası. Başka bir adım daha var; Pahiz. Kürtçede sonbahar demekmiş. Bu ismimi de babam koydu.
- Tahir Bey’in ölümü ardından anlatılanlardan hem 1998’de, hem 1993’te JİTEM merkezinde işkence gördüğünü öğrendik. Bu anılar sen büyürken duyduğun, evde anlatılan hikâyelerden miydi?
Hayır. Bir yerlerden biliyordum, ama bunu hiçbir zaman evde açıkça konuşmadık. Beni uzak tutmaya çalışıyorlardı. Çok küçükken bir gün babamın bürosunda, kitaplarının arasında bir bilgilendirme kitapçığı görmüştüm, içinde işkence görmüş insanların resimleri vardı. Onu görünce şok olmuştum. Küçüktüm, ama ne olduğunu anlamıştım. O kitabı karıştırdığımı görünce babam çok üzülmüştü.
- 1992’den itibaren bölgede insan hakları avukatlığı yapan, katliamları, faili meçhulleri ortaya çıkarmaya çalışan bir babanın çocuğu olmak ne demek; büyürken başka nelere tanık oldun?
Annem ve babam her zaman davaları konuşurlardı. Anlatılanlar ne kadar trajik olursa olsun başka hayatlarla ilgiliydi. Bana farkındalık kattı, ama acıyı kendin yaşamakla aynı değil.
- Çocukluğunu da gözümüzde canlandırabilmemiz için anlatır mısın; baban seni nasıl güldürür, nelerle kızdırırdı?
Annem ve babam, her zaman çok iyi anne ve babalardı. Ben babamı bildim bileli sadece beni mutlu etmeye çalıştı. Her anne baba çocuğunun iyiliğini ister ama onun ekstradan bir çabası vardı. Bana yeni şeyler öğretmek istiyordu, büyümemde yardımcı olacağını düşündüğü her şeyi paylaşmaya çalışıyordu. Örneğin, Türkiye’de olanları anlamak zor, ben sürekli haberleri takip ederdim, anlamadığımda “Peki baba, bu neden oldu” diye sorardım, o da kendi bakış açısından açıklamaya çalışırdı.
- “Sürekli haber takip ediyordum”, bölgede yaşamayan akranlarının sık kurmayacağı bir cümle.
İstanbul’a gelip de Diyarbakır’dan uzak kalmakla ilgili bence. Orada bir şeyler oluyor ve ne olduğunu öğrenmek için haberlere bakıyorum. Mesela, 40’ı aşkın kişinin öldüğü 6-8 Ekim Kobanê olaylarında... O zaman yurtta kalıyordum ve çok farklı bir dünya vardı. Herkes dersleriyle, sosyal hayatlarıyla ilgileniyordu. Ben de bunun parçasıydım. Ama bu durum bana acı geliyordu; insanlar ne olduğunun farkında değildi. Çocukluğumu geçirdiğim sokaklarda insanlar birbirlerini öldürüyordu. İkide bir haberleri açıp ne oldu, ne bitti diye bakıyordum.
- Arkadaşların ne yapıyordu?
Kötü durumda olduğumu görüyorlardı.
- Tepkileri bununla mı sınırlı kalıyordu?
Kişiden kişiye çok değişiyor. Yine ilgilenen var, ama genel olarak orada yaşanan gerçekleri bilmeme hali var. Fakat diğer okullardakine kıyasla bizim okulda insanlar biraz daha ilgili ve duyarlı.
- Sen Kürt olduğunu ne zaman fark ettin? Bu yüzden ayrımcılığa uğradığın oldu mu?
Fark etmek gibi bir durum yoktu, her zaman Kürt olduğumu biliyordum. Evet rahatsızlık verici tepkilerle karşılaştım.
- Ne gibi?
İlk söylediğimde Kürt olduğuma inanmamaları gibi. İnanınca da önyargılı bakışlarla ve sözlerle karşılaştım.
- Nereden geldiğini bildikleri için mi?
Evet. Çoğu zaman şaşırıyorlardı, “Peki nasıl böyle düzgün konuşuyorsun?” diyerek. Ya da onlara benzemem şaşırtmış olmalı. Ama bu tepkileri verenleri hiçbir şekilde suçlamıyorum, böyle görmüşler, duymuşlar. Akıllarına kendisine benzemeyen bir Kürt resmi yerleştirilmeye çalışılmış. Okuldaki arkadaşlarımdan “Aa sen busun!” diye bir tepki hiçbir zaman görmedim, ama şunu gördüm: Bir kopukluk var, birbirimizi tanımıyoruz. O yüzden beni görünce şaşırıyorlar.
- Behice Boran’dan Halil Berktay’a, Abidin Dino’dan Cem Karaca’ya Robert, Türkiye’nin en kalburüstü insanlarının geçtiği eğitim kurumu oldu. Diyarbakırlı bir avukatın kızının kimileri tarafından ‘beyaz Türk ekolü’ olarak da görülen, girmenin muazzam bir başarı istediği Robert Kolej’e sen nasıl girdin?
Robert’in nasıl bir okul olduğunu biliyorduk. Sizin de söylediğiniz gibi önemli insanların mezun olduğu bu okula gitmemi babam çok istiyordu. Gözümde Türkiye’nin en iyi okuluydu, hâlâ da öyle. Bunun için çok istemiştim oraya girmeyi. Çok seviyorum okulu, iyi ki girmişim.
- Burslu mu girdin, yoksa maddi yükü de var mıydı?
Maddi yükü vardı, ödedi babam. Benim çok istediğimi bildiği için onun için zor olsa da ödedi.
- Hukukçu olmaya ne zaman karar verdin?
3-4 yıldır istiyordum.
- Bu süreçte Tahir Elçi, mağdurların avukatı olarak AİHM’e taşıdığı 1993’teki Ormaniçi, 1994’teki Kuşkonar, Koçağılı katliamları davalardaki süreci, kazandığındaki hisleri eve nasıl yansıtıyordu?
Ben onun işinin çok zor olduğunu, zorlandığını biliyordum. Bizim yanımıza her geldiğinde çok mutlu oluyordu. Bizim etkilenmemizi istemezdi. Ben ona “Avukat olacağım” dediğimde şaşırdı, durdu, düşündü biraz ve “Yok ya” dedi. Neden diye sorunca, “Çok zor, çok tehlikeli, gerek yok” dedi.
- Seni olumsuzluklardan sakınırken “Avukatlık tehlikeli” demesi senin zihninde nasıl yankılandı?
Haklı olduğunu bilsem de, tam olarak ne demek istediğini onu öldürdüklerinde anladım. Ama fikrim değişmedi, korkmuyorum.
- Tahir Elçi’nin gözaltına alınmasına yol açacak “PKK terör örgütü değildir” dediği CNN Türk’teki programı izlemiş miydin?
Normalde izlerdim. O akşam o programa çıkacağını bilmiyordum. Ertesi gün okulda yanımda oturan arkadaşım Ekşi Sözlük’e bakarken sayfanın solundaki listede babamın adını gördüm. İyi bir şey olsa en çok konuşulanlar arasına girmez diye düşündüğüm için kötü oldum. Açıp okuyunca öğrendim haberi. Sonra aradım, konuştuk. “Böyle bir şey demişsin baba, çok olay olmuş” dedim, o da “Evet, olay oldu da önemli değil” dedi, pişman değildi.
- Gözaltına alındığında neredeydin?
İstanbul’a getirildiği gün yanındaydım. Baroda gözaltına beklerken telefonda konuştuk, o kadar sakindi ki “Boşver kızım, bir şey olmayacak” dedi. Sabah kalkar kalkmaz Diyarbakır’dan 2 civarı alınıp İstanbul’a getirildiğini okudum. Hemen evden çıktım, Bakırköy Adliyesi’ne gittim. Savcıyla konuşmaları çok uzun sürdü. Savcının hâkime gidip gitmeyeceğine karar vermesi gerekirken Adalet Bakanı (Kenan İpek) daha onlar görüşürken “Tahir Elçi hâkim önüne çıkacak, kararı bekleyelim” dedi. Söylediği komikti çünkü bu kararın ne kadar yukarıdan verildiğini gösteriyordu.
Sonra savcının odasından çıktı, beni gördüğünde ilk söylediği şey “Sen neden okula gitmedin?” oldu. Güldüm, “Gelmek istedim baba” dedim. Sonra onu alıp hâkimin yanına götürdüler. Ben de izlemek için ısrar ettim. Ve babamı, hâkim karşısında savunmasını dinledim. Söylediklerinin arkasındaydı, yanlış anlaşılmasına sebep olan o cümleyi hukuki gerekçeleriyle açıkladı. Şimdi diyorum ki iyi ki o gün oraya girip onu dinlemişim. Çünkü o kadar etkilendim ki. Çok kendinden emindi. Duruşu o kadar etkileyiciydi ki... Babama bir kere daha hayran kaldım.
- Tahir Elçi gözaltından çıktıktan sonra geçen 31 gün nasıl geçti, neler konuştunuz?
Bir tehlikenin olduğunu biliyordum. O bana “Korkma” diyordu ama sürekli tehditler aldığını biliyordum Twitter’dan. O da söylüyordu ama korkutmamaya çalışıyordu. İçten içe gergin olduğunu düşünüyordum ama bize göstermek istemiyordu. Daha çok annem gergindi. Tedbirli olmaya çalışıyordu. Sürekli dışarı çıkarken “Dikkat et” diyordu. Babam daha rahattı.
- 28 Kasım günü haberi nasıl aldın, neredeydin?
Okuldaydım, deneme sınavında. Cumartesi günüydü. Çıkmak istedim. Beni bekleyen bir öğretmen vardı. Seni müdürün odasına götürmem lazım, dedi. Ne oldu diye sordum, “Bir şey yok, öğrenirsin. Benimle gel” dedi. Davranışlarından bir şey olduğunu anladım. Annemi aramayı düşündüm, ama korktum. Nedense babamı aramayı düşünmedim çünkü babama bir şey olduğunu içten içe biliyordum. Sonra telefonu elime aldım, bir sürü kişi aramıştı. Elim haberlere gitti. Nedense haberleri açınca görecekmişim gibi bir his geldi. Açınca siyah ekranın üzerinde “Tahir Elçi öldürüldü” yazıyordu. İnanmadım. Gerisi zaten kötü... Diyarbakır’a geldim. Hâlâ inanmıyorum. O kadar gerçeküstü geliyor ki. Bazen telefonu elime alıyorum babamı aramak için ve arayamayacağımı fark ediyorum, şaşırıyorum.
- Kardeşin nasıl?
Kardeşim hep içine kapanıktı, hiç konuşmuyor, hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- 28 Kasım’dan itibaren olay anını gösteren videolar internete düştü. Hiçbirini izleyebildin mi?
Hiçbirini izlemedim, izlemek de istemedim. Hatta bilmiyorum, o videolarda vurulduğu an var mı... Annem de izlememiş. Haberleri okuyorum sadece. Ama ölümünün ertesi günü internette bir fotoğraf gördüm. Babamın suratı, yakından... Kan içindeydi. O fotoğraf sonra kaldırıldı. Onu görünce ilk düşündüğüm “Kardeşim bu fotoğrafı görmemeli” oldu. Hiçbir çocuk babasını bu şekilde görmemeli. Ama sonra öğrendim ki kardeşim zaten görmüş o fotoğrafı. Annem de görmüş. Bana söylememişler. O ne hissediyordur o yaşta bilmiyorum.
- Türkan Elçi ilk konuşmalarında ‘suikast’ dedi, fakat Aralık, 2015’te Amberin Zaman’a “Büyük ihtimalle polis diye düşünüyorum. Kişisel tepki mi, organize mi bilmiyorum. Kaza da olabilir” dedi. Sen ne düşünüyorsun?
Ben şöyle düşünüyorum; bir kaza olduğuna hiçbir zaman inanmadım, inanmıyorum. Kişisel de değildir, organize olduğunu düşünüyorum. Ve ‘neden yapsınlar’ diye sorarsanız da babam her zaman “Barış istiyorum” diyordu. Ve onun gibi düşünen çok fazla insan yoktu. Barış isteyen sadece halk var. Babam da barışı istemeyen, söyledikleri işlerine gelmeyen, sözlerinden rahatsız olanlar tarafından öldürüldü. Suikasttı.
- Hem Tahir Elçi’nin kızı, hem de hukukçu olmak isteyen Nazenin Elçi olarak, sen soruşturma sürecini ne kadar takip edebildin, soruşturmanın gidişatı olayın aydınlatılması yolunda hukuka dair sana bir ümit veriyor mu?
Hiçbir umudum yok. Kaç gün olmuş hiçbir şey bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz. “Katili bulacağız, adalet yerini bulacak” demek saflık, çocukluk olur.
- Bir yandan yıllardır saklanan katliamları belgeleyip yargının gündemine sokan bir Tahir Elçi gerçeği varken bunu demene yol açan ne? Örneğin Hrant Dink cinayetinin çözülmemesi mi?
Evet. Umutsuzum çünkü katliamları belgeleyip yargının gündemine getiren bir Tahir Elçi artık yok. Babam gibi cesaretli ve dürüst bir hukukçunun yetişmesi kolay değildir. Bu özelliklere sahip insanların kıymetinin bilinmemesi beni bu noktada üzdü.
- Senin, sizin devletten talebiniz ne? Failin bulunması mı yoksa 80 darbesinden önce öldürülen Savcı Doğan Öz’ün “Aile olarak hiçbir zaman tetikçinin peşinde koşmadık” diyen kızı Bengi Öz’ün dediği gibi cinayetin arkasındaki teşkilatın nasıl bir teşkilat olduğunun ortaya çıkması mı?
Aynen öyle. Tetikçiyi bulmak, kurşunun kimin silahından çıktığını bilmek çok önemli olsa da onu kimlerin yönlendirdiğinin bilinmesi çoğu şeyi çözer. Ama işin arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak bana imkânsız gibi geliyor. Çünkü devlet istemediği sürece bu cinayet çözülmez.
- Bunları söyleme konumuna getirilmiş bir insan ülkeye dair ne düşünür; örneğin “Türkiye’de doğmasaymışız” aklından geçen cümlelerden biri mi?
Türkiye’nin nefret dolu bir ülke olduğunun hep farkındaydım, ama babam ölene kadar hiçbir zaman başka bir ülkede doğsaydım diye düşünmedim.
- Teselliler işe yarıyor mu yoksa yoruyor mu?
Çok işe yarıyor. Cenaze töreninde kendimde değildim, yanımdakiler beni uzaklaştırmaya çalışıyor, çekiştiriyordu. Benim gibi ağlayan bir kız o sırada beni durdurup omuzlarımdan tuttu, “Benim de babamı öldürdüler” dedi. Sustum, kendime geldim. Acımı paylaşan insanlar var. Babamı hiç tanımamış, ama onu anlamış insanlar var. Onların varlığını bilmek beni rahatlatıyor. Keşke o kıza, bizi anlayanlara teşekkür edebilsem.
- Robert’ten arkadaşlarının “Yanındayız” yazılı bir pankartın arkasında çektirdiği fotoğrafı gördük. Görmediğimiz neler oldu?
O pankart tamamen arkadaşlarımın fikriymiş. Ben yokken öğrencilerin çıkardığı okul gazetesinin o sayısı babama ithaf edildi. Okul yönetiminin de istediği benim okula geri dönüp normal hayatıma devam etmem. İyiliğim için beni bu konulardan uzaklaştırmak, eski hayatıma geri döndürmek istediler.
- Ne kadar süre sonra okula dönebildin?
Bir hafta sonra dönmemi istediler. Yaklaşık 10 gün sonra döndüm. Ama derslerin hiçbirini dinlemedim, çoğu zaman derslerin yarısında çıktım. Çünkü kalabalık geldi. Orada olmak anlamsız geldi. Ama şu an alıştım.
- Rüyalarında neler oluyor?
Rüyalarımda hep babamın öldüğü güne geri dönüyorum. Bazen bir yerden çıkıyor ve gülümsüyor, “Gerçek değildi kızım, burdayım” diyor. Başka sürekli gördüğüm bir rüyada da annemi arıyorum evin içinde, sonra tanımadığım biri “Astılar onu” diyor.
- Ölümlerin ardından bazen sevdiklerimizin eşyalarını tutarız; senin öyle bir eşyan oldu mu?
Öldüğünün ertesi günü, o an yanında olan eşyalarını, çantasını getirdiler. Tek başıma odama gittim, çantasını açtım, en son elinde olan çantayı... Ve oradaki her şeye teker teker baktım. Mesela tarağı vardı. Not defteri, kalemi vardı. Onları aldım. Hiç o çantanın içindekileri çıkarmak istemiyorum. Hep orada kalsın istiyorum. İstediğim zaman açıp bakmak istiyorum oraya. Benim için bir yarım kalmışlığın göstergesi çünkü. O da her insan gibi sabah kalkıp çantasını almış ama orada öyle kalmış... Fotoğraflara çok bakıyorum.
- En sevdiğin fotoğrafınız hangisi?
Ölmeden bir hafta önce, bir düğünde çekildiğimiz fotoğrafı çok seviyorum. Başka fotoğraflarımız da var seyahatlerimizden. Biz ailece gezmeyi çok seviyoruz. Tatillerde hep bir yerlere gidip geziyorduk, o yüzden seyahatlerden çok fotoğraflarımız var.
- En çok eğlendiğiniz hangi ülkeydi?
İspanya’ydı. Barcelona’nın eğlenceli bir tarafı var. Biz de şehirde hep yürüdük. Hâlâ oradan fotoğraflar var, kardeşimle babam salıncakta sallanıyor, annem onları sallıyor. Ben de onları çekmiştim.
- Şu an hayat senin için, sizin için nasıl devam ediyor?
Bu benim için farklı, annem için farklı, kardeşim için çok farklı... Ben her ne kadar dediğim gibi günlük işlerimi yapsam da, okula gitsem de gelsem de kafamda sorular var.
- Senin soruların neler?
Şimdi ne olacak? Çünkü ne yapacağımı bilemiyormuş gibi hissediyorum. Her ne kadar 46 gün geçse de babamın öldüğü gerçeğini kavrayabilmiş değilim, tam olarak kabullenemedim. İstanbul’dayken daha rahatım, arkadaşlarım ve okul beni meşgul ediyor. Ama Diyarbakır’dayken aynı değil. Diyarbakır’da bir savaş var ve geçen 2 hafta tatil için oradayken silah sesleriyle uyandım. Ben oradayken geceleri uyuyamıyorum. Çünkü sadece karşıdaki dumanları görüyorum, sadece silah seslerini duyuyorum. Evimiz şehirden biraz uzak olmasına rağmen, aramızdan Dicle geçmesine rağmen her şeyi duyuyordum. Diyarbakır’dayken sürekli bir korku içindeyim. Sürekli annemle kardeşime bir şey olacakmış gibi hissediyorum. Evimize birileri girecekmiş, bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum. Birisine zarar gelecekmiş gibi hissediyorum.
- Ailen dışında birilerine zarar geldiğinde ne hissediyorsun?
Haberlerden okumak çok ayrı, ben de herkes gibi haberlerden okuyordum. Görmüyorsun çünkü orada ne olduğunu. Geçen hafta İstanbul’dan 106 kişinin geldiği barış toplantısına gittim. Annemle Rakel Dink konuşma yaptı, onlardan sonra Sur’da yaşayan bir aile çıktı ve oradaki anne herkesin karşısında kızının tişörtünü çıkarıp vücudundaki yaraları gösterdi. Ve o an benim için her şey değişti. O savaş, her ne kadar haberlerden okuyup, “Bugün yine insanlar öldü”, “O kadın evinde vuruldu”, “Şu kız annesinin cenazesini pencereden izledi ama gidip alamadı” haberlerini okuyorsun ama görene kadar anlamıyorsun. O gün o insanların konuşmasını dinleyince daha bir gerçek oldu ve alt üst oldum, Diyarbakır çok tehlikeli bir yer oldu.
- Senin barışa dair bir umudun var mı?
Umutlu olmak çok zor, ama barışı sürekli umut etmek zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.