'Yerel seçim çalışmalarını değerlendireceğiz'
Yerel seçimlere hazırlık kapsamında ilk toplantısını Diyarbakır'da yapan Halkların Demokratik Partisi (HDP) seçim startını verdi. Hazırlık toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, "Kayyumlardan kurtulacağız. Bu kayyumlar bu coğrafyadan bir daha gelmemek üzere gidecek. Giderken de nasıl bu belediyeleri bu kadar borca batırdılarsa o borçları da alıp gidecekler. Bu halk bu toplum onların borçlarını sırtlamayacak. Biz yerel yönetimlerde tekrar iktidara geldiğimizde tabelalarımızı da asacağız, kapanmış kurumlarımızı da açacağız. Geçmişten aldığımız deneyimlerle ve özeleştirel bir süreçten sonra yeni bir yerinden yönetim anlayışını, yeni bir yerel demokrasi anlayışını hep birlikte var edeceğiz" ifadelerini kullandı.
HDP yerel seçimlere hazırlık kapsamında ilk toplantısını Diyarbakır'da yaptı. HDP Diyarbakır İl binasında dün yapılan toplantıya HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, HDP milletvekilleri, PM üyeleri ve İl yöneticileri katıldı. 2 gün sürecek toplantının açılış konuşmasını, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli yaptı. Temelli, ekonomi gündeminden İdlib'de yaklaşan savaşa kadar birçok konuyu ele aldı.
Temelli'nin konuşmasından satır başları şöyle:
"Seçimler bizim için bir amaç değil araçtır. Uzun soluklu mücadelemizin; barış, demokrasi, özgürlük mücadelemizin önemli uğraklarıdır. Tıpkı 24 Haziran'da olduğu gibi önümüzdeki Mart ayında yapılacak olan yerel seçimlerde bizim için aynı kapsamdadır. Uzun soluklu bir mücadeleden geliyoruz ve bu mücadelenin uzun bir yolculuk olduğunu biliyoruz. Bu anlamıyla bugün içinde bulunduğumuz bu otoriter rejim koşullarında, bu faşizm koşullarında faşizme karşı mücadelenin aslında tam da bu zeminlerde yürüyeceği bilinciyle yerel seçim çalışmalarını da bu anlamıyla değerlendireceğiz.
'Bugün İdlib’de 2 milyondan fazla insan acı bir geleceğe terk edilmiştir'
Tabii bu mücadele Türkiye demokrasisi için olduğu kadar Ortadoğu halkları için de hatta küresel çapta düşündüğümüzde dünya barışı için de büyük önem taşıyor. Bakın, 2015 Nisan'ından, yani tecridin başladığı o günden bu güne bu önemli, kritik bir tarihtir. Her yerde altını çizdiğimiz gibi bugün burada da bir kez daha altını çizmekte yarar var; 2015 Nisan'ında tecridin başlaması aslında Türkiye'nin yeni bir savaş sürecine sokulması anlamına gelmiştir. Bu savaş sürecinin nasıl bir üç yılı geride bıraktığımız çok acı deneyimlerle hafızalarımızda. Ama önümüzde yine büyük savaşlar var. Bugün İdlib konuşuluyorsa bu Türkiye’nin sürüklendiği savaş konseptinin bir sonucu olarak konuşuluyor. Bugün Suriye üzerinde gerçekleştirilen pazarlıklar aslında Suriye macerasının geldiği yeri işaret ediyor. Camiye gidip namaz kılacaklardı, Suriye'yi pazara çevireceklerdi. Böyle alt emperyal bir hevesle başladıkları bu kirli yolculuk, Ortadoğu’ya acıdan, ızdıraptan, zulümden başka bir şey getirmemiştir.. Bugün İdlib’de 2 milyondan fazla insan kaderine, acı bir geleceğe terk edilmiştir. Çetelerle yapılan ittifakların sonucu Suriye’ye bir zulüm, şiddet, savaş girdabından başka bir şey getirmedi.
'Suriye’nin geleceğine Suriye halkları karar vermelidir'
İdlib'deki gelişmeler Suriye'nin geleceğinin belirlenmesi açısından büyük önem taşıyor. Her zaman söyledik; Suriye'deki Suriye’nin geleceğine Suriye halkları karar vermelidir. Suriye'deki Kürtler, Süryaniler, Türkmenler karar vermelidir. Suriye rejimi geçmişte büyük hatalar yapmıştır. Bu hataları aşmasının yolu da ancak ve ancak Suriye halklarının müdahil olmasıyla mümkündür. Yoksa emperyal heveslerin Suriye’yi biçimlendirmesi ile değil. Ne zaman sıkışsalar “dış güçler” diyorlar. Kimdir bu dış güçler? Dış güçler diye anlattığınız kol kola girdiklerinizdir. Dış güçler diye anlattığınız bu halkın emeğini sattıklarınız, bu halkın kamusal mirasını pazarladıklarınız, birlikte Suriye'de savaş politikaları ürettiklerinizdir. Bir emperyalistten diğer emperyaliste tenis topu gibi savrulan bir dış politika olabilir mi? Bu kadar itibarsız ve çıkarcı bir dış politika Türkiye’yi içinde çıkılmaz bir yere sürüklemiştir.
'İdlib'te bir insanlık dramı yaşanmaması için...'
Barış sözcüğünün bile suç sayıldığı bir yere geldik. Ama biz ısrarla barışı dillendirmeye devam edeceğiz. Sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da, Suriye’de, Irak'ta halkların kendi kaderini tayin edebilmeleri için barışı savunmaya, dillendirmeye devam edeceğiz. Bu anlamıyla da İdlib’deki çözümün barışçıl olabilmesi için herkes elinden geleni yapmalıdır. Tüm dünyaya, tüm toplumlara burada çağrıda bulunuyoruz. İdlib'de bir insanlık dramı yaşanmaması için... Bakın, Afrin’e sessiz kalanlar Afrin’de işlenen suçların ortağıdırlar. Bugün Afrin’de talan var, işkence var, kadınların pazarlarda satıldığı bir Afrin var karşımızda. O günlerde Afrin’de barışı dillendirirken bizi suçlayanlar bugün İdlib pazarlığı yaparken yüzleri kızarmadan barışı ağızlarına alıyorlar. Ama bunun ne kadar samimiyetsiz olduğu da gün gibi ortadadır. ABD ile arası bozulunca Rusya’ya koşanlar, Rusya’yla işini göremeyince Almanya’nın kapısını çalanlar emperyalistler arasında bir tenis topuna dönmüş durumdalar. Bunu değiştirmek bu gidişata son vermek bizim elimizde. Bu ancak bugünkü iktidara, bu ceberut devlet anlayışına karşı, otoriter bu rejime karşı barış özgürlük, demokrasi mücadelesi ile başarılabilir. Bu da bizim en önemli sorumluluğumuzdur.
'Savaş size karşı yok, siz savaşın müsebbibisiniz'
Bakın tecritten bugüne demokratik siyasete yönelik saldırlar, milletvekili, belediye eşbaşkanı, eşbaşkan arkadaşlarımızın tutsak edilmesinin arkasında bu savaş politikası var. Suruç’ta başlayan savaş Cizre’de, Suruç’ta, Ankara’da devam etmiştir. Savaş hız kesmediği gibi tüm topluma büyük yıkım getirmiştir. Büyük yoksulluk getirmiştir. “Dış güçler Türkiye’ye karşı ekonomik savaş başlattı” diyorlar. “Birlikte milli karşı duruş gerçekleştirelim” diyorlar. "Yerli para ile ticaret yaparsak bu işi aşabiliriz" diyorlar.“Yastıkların altındaki dolarları, altınları bozarsak savaşı kazanırız” diyorlar. Evet, bir savaş var ama bu savaş yoksullara, mazlumlara, emekçilere, Kürt halkına, kadınlara, çocuklara karşı var. Savaş size karşı yok, siz savaşın müsebbibisiniz, siz tam da bu savaş ittifakının parçasısınız. Ülke ekonomisi bu kadar zor durumdayken siz S400 anlaşması yapıyorsunuz. Siz ABD'ye medya üzerinden efelenirken kapalı kapılar arkasından F35 anlaşması yapıyorsunuz. Bütün bunları Kürt düşmanlığı üzerinden toplumu ayrıştırarak, ülkeye nefret tohumları ekerek gerçekleştirmeye devam ediyorsunuz.
Kaynaklar ÖSO'nun maaşı ve İdlib'deki çetelere gidiyor
Biz yerel seçimlere giderken bu mücadelemizi daha da halklarımızın, emekçilerin, çocukların, kadınların özgürlüğü, geleceği için yükseltmeye devam edeceğiz. Bugün ekonomideki krizin en büyük sebeplerinden biri savaş politikaları. Bütçeden savaşa ayrılan kaynak devasa boyutta. Tabii artık ortada bütçe de yok. Bir bütçe hakkı da gasp edilmiştir. Bütçenin dışında da toplumun önemli kaynakları savaşa aktarılmaktadır. Bugün Rusya Dışişleri Bakanı diyor ki “artık İdlib’de drone düşürmekten bıktık.” kim satıyor bu droneları? İnsansız hava araçlarını kim satıyor? Bu soruların cevaplarını bulduğumuzda işte kaynaklarımızın nereye gittiğini de çok açık bir şekilde öğrenmiş olacağız. Bakın Afrin’deki ÖSO çetelerinin maaşları bu bütçeden ödeniyor. Oysa bu bütçeden kaynakların gitmesi gereken yer bu ülkenin emekçilerinin, yoksullarının kendi haklarıdır; eğitim hakları, sağlık hakları, sosyal güvenlik haklarıdır. Halkın olan bu kaynaklar bu hakları karşılamak yerine bu kaynaklar ÖSO'nun maaşı ve İdlib'deki çetelerin dronelarına, insansız hava araçlarına gidiyor. İşte tam da bütün bunların hesabını sormak için özgürlük, barış, demokrasi mücadelemizi yükseltmek zorundayız.
'Türkiye'nin her yerinde bu kirli savaşa karşı çıkmak zorundayız'
Bugün savaşa karşı mücadele topyekun bir hak mücadelesidir. Savaş benden uzakta diyemezsiniz. Türkiye'nin her yerinde bu kirli savaşa karşı çıkmak zorundayız. Savaş artık herkesin kapısını çalmış durumda. Bakın bu savaş nedeniyle meralar yakıldı, Dêrsim yakıldı. Ne ağaç kaldı ne mera kaldı ne tarım ne hayvancılık kaldı. Bunun sonucunda bugün Silivri’de birçok mahalle karantina altında. İthal ette görülen şarbon mikrobu nedeniyle birçok insan hastalığa yakalandı. Tarım Bakanı daha dikkatli olmamızı söylüyor. Ne yapacağız, evde et laboratuvarı mı kuracağız. Sen tarım bakanısın. Sen bu işten mesulsün. Sağlık Bakanı ortada yok ama ortada olan bir bakan var. Suiistimal bakanı. Ne zaman işler kötüye gitse ki, iyiye gittiği hiç gözükmüyor hemen bizi suçluyor, bize saldırıyor. Bizi bahane ederek annelere saldırıyor; Cumartesi annelerine, barış annelerine saldırıyor. Çünkü ayakta kalabilmelerinin yegane yolu; bu savaşı, bu yolsuzluk ekonomisini sürdürmenin yolu işte bu düşmanlıktan geçiyor. O yüzden gelin yan yana duralım. Tüm Türkiye toplumuna, emek ve demokrasi güçlerine, yani topyekun bu savaşın tüm mağdurlarına, bu yolsuzluk ekonomisinin mağdur ettiği tüm emekçilere çağrıda bulunuyorum. Gelin yan yana duralım. Gücümüzü birleştirelim, bu otoriter rejime karşı, bu ceberut devlete, iktidara karşı barış demokrasi ve özgürlük mücadelesini yan yana verelim.
'Bu kayyumlar bu coğrafyadan bir daha gelmemek üzere gidecek'
Koca bir coğrafya kayyum coğrafyasına dönmüş durumda. Bu kayyumcu zihniyettir. Bu Türkiye'nin her yerini kayyumlaştırmaya çalışan bir zihniyettir. 2016 yılında başlayan bu kayyum atamaları sonucunda bizim 102 belediyemizden 95’ine kayyum atadılar. 95 belediyede o güne kadar yürüttüğümüz belediyeciliği hayata geçirirken, belediye eşbaşkanlarımzın, belediye meclis üyelerimizin başında sallanan o Sayıştay denetimi, o bakanlık denetimi altında bu belediyeciliği sağlarken, kayyumlar döneminde bu belediyecilikten eser kalmadı. Halkın kaynakları çarçur edildi. Halkın yararına değil iktidarın çıkarlarına aktarıldı kaynaklar. Belediyeler borçlandırılmıştır. Sıfır borçla, hatta kasalarında önemli kaynakla gasp ettikleri belediyeleri borçlandırdılar. Sadece mali olarak değil, siyasi olarak da sosyolojik olarak da bu halkın değerlerine saldırdılar. Tabelaları indirdiler, anıtları yıktılar, toplum yararına açılmış olan kadın ve çocuk dayanışma evlerini, birimlerini kapattılar. Tek anladıkları şey çıkar ilişkisi ve bu ilişkiye uymayan her şey onlar için kayyumlaştırılmalı. Kayyumlaştırdılar ve kapattılar. İnsanların kültürüne, diline, halkın tarihine, doğasına saldırdılar. Tüm bunlar tüm dünyanın gözü önünde olurken kimse sesini çıkarmadı. Hatta Türkiye’nin batısı da sesini çıkarmadı ama onlara da dokundular. Şimdi yine merkezileştirme peşindeler. Bunlara izin vermemek için yan yana geleceğiz ve bu kayyumlardan kurtulacağız. Bu kayyumlar bu coğrafyadan bir daha gelmemek üzere gidecek. Giderken de nasıl bu belediyeleri bu kadar borca batırdılarsa o borçları da alıp gidecekler. Bu halk bu toplum onların borçlarını sırtlamayacak. Biz yerel yönetimlerde tekrar iktidara geldiğimizde tabelalarımızı da asacağız, kapanmış kurumlarımızı da açacağız. Geçmişten aldığımız deneyimlerle ve özeleştirel bir süreçten sonra yeni bir yerinden yönetim anlayışını, yeni bir yerel demokrasi anlayışını hep birlikte var edeceğiz.
'Taban demokrasisi...'
Önümüzdeki süreçte yerel seçimlere giderken bu 7 aylık dönemi verimli bir şekilde değerlendirmek istiyoruz. Biz radikal demokrasi perspektifimizle, yerinden yönetim anlayışını, yerel demokrasi anlayışını hayata geçirmek istiyoruz. Aslolan insanın kendini ve kentini yönetmesidir. Aslolan siyasi iradenin toplumsal yaşam içinde yeniden örülebilmesidir. Yerel demokrasi anlayışımız Türkiye’nin önündeki tıkanıklıkları aşabilecek bir perspektiftir. 24 Haziran’da dile getirdik; Türkiye demokrasisinin sorunu bu rejimdir dedik. “bu rejim değişikliğine karşı bizim alternatifimiz var” dedik. “Yerel demokrasi ile güçlendirilmiş bir sistemimiz var” dedik. Şimdi işte bu yerel demokrasi anlayışımızı tüm toplumla buluşturma zamanıdır. Siyasetin toplumsallaşması anlamında yerel demokrasi, yerinden yönetim en önemli adımlardan biridir. Biz buna taban demokrasisi diyoruz, katılımcı demokrasi diyoruz. Bugün Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na bile şerh koymuş bu zihniyete, bu kayyumcu zihniyete karşı gelişmiş bir demokrasi, insan haklarına saygılı, evrensel hukuk değerlerini baz alan, kuvvetler ayrılığı çerçevesinde bir demokrasiyi bu ülkeye vaat eden bir yerel demokrasi anlayışıyla hepinizi bu mücadeleye, yolculuğa bir kez daha davet ediyorum. Hepimizin yolu açık olsun!"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.