Türkiye’yi Sarsan 2 Gün
Cevat Korkmaz/Mehmet Aslan
1 Ağustos Perşembe, 2 Ağustos Cuma…
2002’den bugüne kesintisiz devam eden AKP döneminde iktidar ile hukuk arasında yaşanan en çetin çatışma geçtiğimiz 2 gün içerisinde yaşandı. Taraflardan biri Cumhurbaşkanlığı Sarayı (Külliyesi), diğeri ise Anayasa Mahkemesi…
AYM 1 Ağustos günü TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın TBMM Genel Kurulu’nda Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı okunarak milletvekilliğinin düşürülmesinin "yok hükmünde olduğu"na ilişkin gerekçeli kararını Resmî Gazete’de yayımlayarak hukukun savunulması adına cesur bir hamle yaptı.
İkinci hamle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı’nın “her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunma” yetkisinin iptal edildiğinin 2 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla yapıldı.
Anayasa Mahkemesinin RG’de bir gün arayla yayımlanan kararlarının arka planında ciddi bir çatışma yaşandığı, kararların alındığı tarihler ile RG’de yayımlanan tarihler arasındaki mesafeden anlaşılıyor.
Önce tarihler konusunu değerlendirelim AYM’nin;
- Can Atalay’ın milletvekilliğin düşürülmesinin “yok hükmünde” olduğuna ilişkin karar tarihi 22 Şubat 2024;
- Cumhurbaşkanlığı'na bağlı İletişim Başkanlığının 66 nolu Kararname’ye dayanarak basın ve ifade özgürlüğüne müdahale eden yetkilerinin iptal edildiğine ilişkin karar tarihi ise 27 Aralık 2023.
AYM’nin Can Atalay kararı almasıyla RG’de yayımlanması arasında geçen süre yaklaşık 5,5 ay; İletişim Başkanlığının basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne müdahale etmesine İmkan tanıyabilecek kuralların iptalinin RG’de yayımlanması arasında geçen süre ise yaklaşık 7,5 ay…
AYM’nin aldığı her iki kararın yürürlüğe girmesi için RG’de yayımlanması gerekiyor. Dolayısıyla RG’de yayımlanmadığı müddetçe alınan kararlar yok hükmündedir. İşte tam bu noktada AYM kararlarına karşı güçlü bir direnç oluştuğu ve yayımlanmasını engellemeye yönelik bir mücadele yürütüldüğü, diğer bir ifadeyle; AYM’nin aldığı kararları yürürlüğe koyma konusunda baskılandığı anlaşılıyor.
Bu kanaate varmamızın dayanağı bizzat Anayasa’nın kendisi. Anayasa’nın 153’üncü madde son paragrafında;
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Denilerek, alınan kararların “hemen” RG’de yayımlanması gerektiğini açıkça belirtir.
Kararların yayımlanmasındaki gecikme, arka tarafta mutlak bir çatışmanın yaşandığını gösteriyor. Kararların yürürlük tarihindeki gecikmelerin31 Mart 2024’de yapılan yerel seçimlerden kaynaklandığıve arka planda yürütülen müzakerelerle kararların seçim sonrasına ertelendiği de bir seçenek olarak dikkate alınmalı.
Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararının gerekçeleri sadece iktidara değil, TBMM, Yargıtay ve bütün derece mahkemelerine karşı da tam bir manifesto niteliğinde. Anayasa Mahkemesimealen ve madde madde şunları diyor;
- Ben bu konuda zaten 25 Ekim 2023’te zaten haklı gerekçelerle bir ihlal kararı vermiştim. Bu kararımdan sonra Atalay ile ilgili kesinleşen bir hükmün varlığından söz etmek mümkün değildir (yani TBMM ve Yargıtay kararları geçersizdir).
- Anayasa Mahkemesi olarak benim ihlal kararımın ardından ihlale yol açan kararın ortadan kaldırılması anayasal bir zorunluluktur.
- Anayasa Mahkemesi olarak anayasayı ihlal ettiğini tespit ettiğim bir yargısal kararı mahkemeler dâhil hiçbir kamu otoritesi esas alamaz ve anayasaya aykırılığı sabit olan hiçbir karar hukuken geçerlilik kazanmaz.
- Anayasa Mahkemesi olarak aldığım ihlal kararları yol gösterici veya tavsiye niteliğinde olmayıp bağlayıcı ve gereğinin yapılması konusunda otoritelere takdir hakkı bırakmayan kararlardır.
- Bu kapsamda aldığım kararlarda derece mahkemelerinin takdir yetkisi bulunmamaktadır.
- Sadece mahkemeler değil diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür.
Anayasa Mahkemesi Can Atalay kararı gerekçesinde sadece hukuki olarak ültimatom vermekle kalmıyor, aynı zamanda hukuk dersi de veriyor. Ancak bu sıradan bir ders değil, AYM aşağıdaki açıklamasıyla “taşralı çocuklara” hukuk denen bir üstyapı var ve sizde buna uymak zorundasınız diyor;
“TBMM Genel Kurulu’nda okunan metinde yer alan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmasına yer olmadığına ilişkin Türk hukukunda verilmesi mümkün olmayan, anayasanın tamamen dışında kalan ve hukuki dayanağı bulunmayan bir karardır”
Anayasa Mahkemesi’nin “taşralı çocuklara” hukuku ABC seviyesinden başlayarak anlatmaya çalıştığı açıklamalarının Can Atalay’la doğrudan ilişkili olmadığı da anlaşılıyor. Can Atalay’ın bu vakada hukuku savunmanın bir aracı olduğu anlaşılıyor. Bu hukuksal manifestonun Can Atalay meselesi olmaktan çıkıp, Türkiye’de henüz ayakta durmaya çalışan ve hukuk devletinin temelini oluşturan Anayasa’yı ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ni savunma refleksi olduğu anlaşılıyor.
Çatışmanın bir cephesinde duran Anayasa Mahkemesi’nin hukuku hatırlatma çabalarına karşın, çatışmanın diğer cephesini oluşturan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan çok sert salvolar yapıldı. AYM kararı sonrası Saray adına yapılan ilk atışlar Mehmet Uçum’dan geldi. Uçum’un sosyal medya platformu X hesabı üzerinden yaptığı ve aşağıda görseli paylaşılan açıklaması bol mesajlı, bol göndermeli bir içeriğe sahipti:
Mehmet Uçum’un, AYM’nin 1 Ağustos Perşembe günü RG’de yayımlandığı kararının hemen arkasından, 1aynı gün öğlen saatlerinde paylaştığı tweetini analiz ettiğimizde yaşanan cephe savaşının içeriği daha kolay analiz edilebilir. Bir anlamıyla sarayın sesine vekâlet eden Mehmet Uçum şöyle diyor;
- Anayasa mahkemesinin kararı yok hükmündedir
- Dolayısıyla, bu kararı dikkate almayacak ve milletvekilliğini iade etmeyeceğiz
- AYM bu kararı oy birliğiyle değil, oy çokluğuyla almıştır
- Can Atalay hükümlü olduğundan bu konu AYM denetimi dışındadır
- Kararın muhalefet şerhinde ifade edilen görüş daha isabetlidir.
- Karar 10 kabul, 4 rey oyuna karşılık alındığı için, yapılan eleştirilerde Cumhurbaşkanı tarafında atanan ve iktidara yakın duran 4 üye “bizim çocuklar” yaklaşımıyla korunmaya çalışılmaktadır
Mehmet Uçum’un Anayasa Mahkemesi kararı yok hükmündedir ve icrai geçerliliği yoktur demesi Bahçeli ve Erdoğan ikilisinin “AYM kapatılsın”, “kararları yok hükmünde” sayılsın gibi uç söylemlerini de hatırlatmış oldu. Yukarıda da ifade edildiği gibi iktidar ve AYM arasındaki gerilimin objesi Can Atalay olmakla beraberarka plandaki mücadele, iktidara direnen son hukuk cephesinin ayakta durma çabası ile hukukun tamamen kontrol edilmesi hedefini içermektedir.
Buraya kadar yaşananlar AYM-iktidar çatışmasının birinci raunduydu.
2 Ağustos Cuma günü RG’de yayımlanan ve AYM’nin doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hedef alan kararıyla ikinci raund için gonga vuruldu vegong sesiyle kurgular, tepkiler, ince işçilikler için perde açılmış oldu.
AYM, Cuma günü Resmi Gazetede yayımlanan kararında, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı’nın “her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunma” yetkisini, yani sansür yetkisini Anayasaya aykırı bularak iptal etti. İlgili kuruluşun sansür yetkisinin dayanağı 66 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olduğu için, aslında AYM’nin hedefi bizzat cumhurbaşkanının kendisiydi.
AYM, yetki iptali kararının gerekçesinde şöyle diyordu;
“Anayasa’nın 104. maddesinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle, siyasi haklar ve ödevlerin, Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile 28. maddesinde yer alan basın hürriyetinin cumhurbaşkanıkararnameleriyle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.”
Bu ifadesiyle AYM doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenerek temel haklar, kişi hakları, siyasi haklar ve ödevler, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın özgürlüğünü kararnamelerle düzenleyemezsin, diyor.
Anayasa Mahkemesi kararıyla Instagram’a erişim engeli arasında ilişki var mı?
İletişim Başkanı Fahrettin Altun 31 Temmuz'da yaptığı açıklamada:
“İsmail Heniye'nin şehadeti dolayısıyla insanların taziye mesajı yayınlamasını herhangi bir gerekçe göstermeden engelleyen sosyal medya platformu Instagram'ı şiddetle kınıyorum. Bu çok açık ve net bir sansür girişimidir. Küresel sömürü düzenine ve adaletsizliğe hizmet ettiğini defalarca göstermiş olan bu platformlara karşı ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Her fırsatta ve her platformda Filistinli kardeşlerimizin yanında olacağız” demişti.
AYM’nin 2 Ağustos’ta RG’de yayımlanan kararının Fahrettin Altun’aGoebbelsyen bir fırsat sunduğu anlaşılıyor. Yukarıdaki metinde alınması planlanan erişim engeli kararı için “ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz” cümlesi bir espri ya da yanlışlık değil, doğrudan Goebbels stratejisidir.
AYM kararı olmasa da Instagram’a erişim yasaklanacak mıydı?
Fahrettin Altun’un “şiddetle kınıyorum” ifadesinden sosyal medya platformuna yönelik bir sansür girişiminin habercisiydi; ancak bu sansür mahkeme kararına dayandırılabilirdi. Normal koşullarda İletişim Başkanlığının böyle bir sınırlama yetkisi yok.Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) web sayfasında Başkanlık yetkisi
“Erişimin engellenmesi kararını kimler verebilir?”başlığı altında şöyle tanımlanmış;
“Cumhuriyet savcılıkları, ceza mahkemeleri ve Başkanlığımız erişimin engellenmesi kararı verebilir. Ancak Başkanlığımızın bu kararı verilebilmesi için İnternet sitesinin içerik veya yer sağlayıcısının yurt dışında olması gerekir. Yurt içi yayınlarda sadece çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik suçunda...hâkim onayına sunmak şartıyla Başkanlık erişimin engellenmesi kararı verebilir”
BTK sayfasındaki açıklamanın da gösterdiği gibi “çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik” kapsamına giren ve “katalog suçlar” olarak nitelendirilen konularda resen sansür kararı alınabilir. Bu durumda bile “hâkim onayına sunmak” şartı aranmaktadır.
Yukarıda BTK’nın yasak kararına ilişkin görselde gerekçe belirtilmeden “erişime engellenmiştir” ifadesi yer almaktadır. BTK açıklaması, gerekçenin arkadan geleceğini ve tabi ki Haniye suikastıyla ilişkilendirilmeyeceğini gösteriyor. Bu durumda ister istemez Süleyman Soylu’nun “hukuk arkadan gelsin” sözlerini anımsatıyor.
Anayasa Mahkemesi, iktidara karşı bir hukuk savaşı mı başlattı?
AYM özellikle 2 Ağustos’ta yayımlanan kararıyla iktidara karşı ilk defa bu kadar görünür bir cephe oluşturdu. AYM’nin kendi sayfasında ve X platformunda yaptığı paylaşımlar Mahkeme içerisinde de fırtınalar koptuğunu gösteriyor. Anayasa Mahkemesi RG’de yayımlanan kararını, böyle bir usul olmamasına rağmen X hesabında aşağıdaki görselle paylaşmış oldu:
Açıklamada İletişim Başkanlığının, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne müdahale etmesine imkan tanıyabilecek kuralların iptal edildiği paylaşılıyor. Dolayısıyla İletişim Başkanlığı açıkça “müdahaleci” olmakla suçlanıyor. Açıklamanın devamında ise müdahalenin kaynağının66 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olduğu ifade ediliyordu.
İşte tam bu noktada kılıçlar çekildi ve AYM’nin açtığı hukuk cephesine deyim yerindeyse yoğun bir top atışı başlatıldı. Gelişmelerin yönü, AYM’nin saldırılara direnemediği ve açtığı hukuk cephesinden geriye çekilmek zorunda kaldığını gösteriyor.
AYM’nin bu kısa sürede gösterdiği 2 refleks, geri çekilmenin daha somut görülmesini sağlıyor:
- X platformundaki paylaşım çok kısa süre içerisinde kaldırıldı.
- AYM’nin kendi web sayfasında yayımladığı ve aşağıdaki görselde yer alan paylaşımından anlaşıldığı gibi kısa bir süre erişim engeline uğradı.
Popüler deyimle 2 Ağustos’ta yargı ile iktidar arasında yaşanan flood,arka plana ilişkin şöyle bir tahminde bulunmamızı sağlayabilir:
- RG’de 2 Ağustos’ta yayımlanan kararın alındığı tarih 27 Aralık 2023. Yani Zühtü Arslan’ın başkan olduğu dönem… Karara itiraz eden 4 üye var. Bu üyelerden biri başkan vekili olan ve Erdoğan tarafından atanan Kadir Özkaya.
- Kadir Özkaya 21 Mart 2024 tarihinde yapılan başkanlık seçimini kazanarakAYM’nin yeni başkanı oldu.
- Hem X platformunda yaşanan paylaşım, hem de AYM web sayfasındaki açıklama Kadir Özkaya’nın AYM üzerinde tam bir kontrolünün olmadığını gösteriyor.
- Bu yaklaşım, sorunun sadece iktidar ile hukuk arasında olmadığını, aynı zamanda AYM’nin kendi içerisinde de cepheler açıldığına işaret ediyor.
Fahrettin Altun’un Instagram kararı AYM’yi mi hedef aldı?
Instagram’a erişim engeli getirilmesinin çoklu amaçları olduğu anlaşılıyor. Bunlardan en önemlisi 31 Mart seçimlerinde 22 yıllık siyasi geçmişi içerisinde ilk kez seçim kaybeden AKP’ye karşı sosyal medya üzerinden gelişen muhalefet dalgasını karşısında bir tutum geliştirmekti. Dünya genelinde 2,3 milyar kullanıcıya sahip Instagram, Türkiye’de en popüler olan sosyal medya platformu, 2024’ün güncel verilerine göre 58,3 milyon kullanıcıya sahip. Bu kullanıcı sayısıyla dünya genelinde 5’inci sıradayız. Instagram sadece bir iletişim platformu değil, aylık 2 milyarın üzerinde aktif kullanıcısı olan büyük bir Pazar aynı zamanda. Aşağıdaki görsel 2024 güncel verilerine göre Dünya üzerindeki Instagram kullanıcılarının ülkelere dağılımını göstermektedir:
https://worldpopulationreview.com/country-rankings/instagram-users-by-country
Instagram’a erişim yasağı getirilmesinin en önemli nedenlerinden birinin de AYM’ye “had bildirmek” olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumukurum/kişi/kurum arasındaki kurgusal bir diyalogla açıklarsak;
AYM-Temel haklar, ifade özgürlüğü vs. gibi alanlar anayasal teminat altındave anayasanın yetki alanında olduğu için buralara ilişkinkarar alamazsın.
FA-Benim bu alanlara ilişkin karar alma yetkim var ve bu da cumhurbaşkanlığı kararnamesine dayanıyor.
AYM- Kararnamelerle bu tip konuların düzenlenmesi anayasa ve kanunlara aykırı olduğu için 66 nolu cumhurbaşkanlığı kararnamesini iptal ediyor ve senin yetkini ortadan kaldırıyorum.
FA-Senin bu konuda aldığın kararı tanımıyor ve dikkate almıyorum. Hatta senin kararının ne kadar anlamsız olduğunu dünyanın en büyük sosyal medya platformlarından biri olan Instagram’ı kapatarak gösterecek ve seni iyice itibarsızlaştıracağım… gibi bir akış olabilirdi.
Bu arada çok önemli bir detayı, Türkiye’nin ne ölçüde totaliterleştiğini göstermesi açısından not düşmekte fayda var. Instagram’a erişimin yasaklanmasının ardından Kibar Feyzo filmini aratmayacak biçimde “ağaya beleş” durumu yaşandı.Instagram’a erişimin olmadığı anlarda, İletişim Başkanlığı itibarlı müşterisiiçin bir anlığına kapıları açarak Cuma mesajının yayınlanmasını sağladı:
Sansür, yasak kararlarında bir artış var mı? Bu konuda Türkiye’nin nasıl bir karnesi var?
AKP özellikle 2011 seçimlerinden sonra liberal kimliğinden uzaklaşarak milliyetçilik tonu arttırılmış baskıcı ve totaliter bir yapıya dönüştü. İktidarının ilk 10 yılı içerisinde uluslararası sivil kuruluşlar, AB gibi yapıların övgüyle bahsettiği parti özellikle son 10 yıllık dönem içerisinde baskıcı ve totaliter tutumunu daha belirgin hale getirdi.
Bağımsız Özgürlük Evi kuruluşunun 2023'te hazırladığı internet özgürlüğü raporuna göre Türkiye internetin özgür olmadığı 70 ülke arasında 55. sırada yer alıyor.
Sosyal medya platformlarına geçmiş dönemde de çokça erişim kısıtlaması getirildi. Bugün Instagram üzerinden yaşanan yasak/sansür uygulamalarının bir benzeri de Twitter üzerinden yaşanmıştı. 20 Mart 2014’te Ahmet Davutoğlu'nun ofisinden alınan ses kayıtlarının Twitter’da yayınlanması üzerine platforma erişim yasaklanmıştı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın:
"Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız. Uluslararası camia şunu der, hiç beni ilgilendirmiyor" sözleri hatırlanacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın bu yaklaşımına ilk tepkiyi dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül 1 gün sonra aşağıdaki tweetiyle göstermişti:
Yapay zekânın, dijital inovasyonun, ileri düzeyde teknolojik gelişmelerin yaşandığı bu günlerde, Türkiye tam aksi yönde yol alarak özgürlükler konusunda tam anlamıyla 3’üncü sınıf bir ülkeye dönüştü.
Türkiye yasaklar ülkesi mi?
Uluslararası bağımsız kaynaklar tartışmasız bir şekilde Türkiye’nin “yasaklar ülkesi” olduğunu teyit ediyor. AB hedefiyle iktidarına başlayan AKP’nin Türkiye taşıdığı nokta Ortadoğu’nun çıkmazı ve karanlığı oldu.
2021 yılında erişimi engellenen, yada yasaklanan internet sitelerinde 100 bin sınırı aşılarak rekor kırılmıştı. 2022’de bu rakam 137 bin 717’e ulaştı. 2006 ile 2022 yıllarında toplam olarak 712 bin 558 sitenin engellendiğini İfade Özgürlüğü Derneği’nin raporundan görüyoruz.
Yukarıda açıklanan rakamlar oldukça vahim ama asıl bomba 2023 yılına ait.
İfade Özgürlüğü Derneği'nin verilerine göre 2023 sonu itibarıyla yasaklanan veya engellenen site veya alan adı sayısı 953 bin 415. Bu hakikatten inanılmaz bir sayı… Gün hesabı yaparak 365 böldüğümüzde, 1 günde yaklaşık 2.600, saat hesabı yaparak24’e böldüğümüzde ise 1 saat içerisinde yasaklanan site sayısının 100’ün üzerinde olduğunu görüyoruz.
Politik haklar ve sivil özgürler bakımında ülkelerin bağımsız parametrelerle ölçümünü yapan Freedom House verilerine göre Türkiye tam anlamıyla özgürlükten uzaklaşmış 3’üncü sınıf bir ülke konumunda. Türkiye 100 üzerinden yapılan özgürlük sıralamasında 115’inci, 33 olan puanıyla da özgür olmayan ülke kategorisinde yer almakta.
Turkey: Freedom in the World 2024 Country Report | Freedom House
Türkiye’de uygulanan yasaklardan kimler nasibini almadı ki.
Dünyanın en büyük video paylaşım sitesi YouTube, dünyanın en büyük dijital ansiklopedi Wikipedia ve onun Türkçe versiyonu Vikipedi, sosyal medya platformu X (eski adıyla Twitter), Ekşi Sözlük, Word Press, Blogger, Blogspot, Myspace gibi blog siteleri en bilinenlerinden. Halen yasak olan ve dünyanın en büyük hikâye ve şiir platformu sayılan Wattpad de Türkiye’de yasak olan sosyal medya platformlarından.
“Dünya lideri” dedikleri böyle bir şey olsa gerek…
Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in sözüdür:
“Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır”
Desturunu Goebbels’den alanlar için AYM’nin bu ölçüde itibarsızlaştırması ve devletin hizmetkârına dönüştürmeye çalışması elbette ki şaşırtıcı olmayacaktır…
Anayasa Mahkemesi hukuk açısından piramidin en tepesini oluşturmasına rağmen, son yıllarda özellikle mahkemenin itibarına yönelik AKP ve MHP cephesinden gelen ciddi saldırılara maruz kalıyor. Saldırıların komuta kademesinde bizzat Erdoğan ve Bahçeli’nin olması, iktidar ve hukukun direnen son kalesi arasındaki cephe savaşının varlık nedeni olarak algılandığını gösteriyor. Ancak bütün bu yaşananlara rağmen, bloke edilmesi, itibarsızlaştırılması çabalarına rağmen hukuk adına direnmeye çaba gösteriyor ki Anayasa Mahkemesinin görevi de kanunların, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek ve bireysel başvuruları karar vermek olarak sayılmıştır.
AYM şu anda bir özgürlük savaşı yürütmüyor, sadece Anayasa’nın görev tanımı içerisinde yükümlülüğünü yerine getirmeye çalışıyor; ancak rejimler totaliterleştikçe normal görevler bile tehdit olarak algılanmaya başlar.
Kaynak:Haber Merkezi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.