SUR İÇİN 3 SEÇENEK!
AK Parti İl Başkanı Muhammet Dara Akar, bölge ve ülke gündemine dair birçok konuda gazetemize değerlendirmelerde bulundu. Her gün yıkımın olduğu Sur İlçesine giderek vatandaşların sorunlarını bire bir dinleyen ve sorunların çözümü noktasında önemli katkısı bulunan Akar, halkın ‘acele kamulaştırma’ ile ilgili kaygılarını gideren önemli açıklamalarda bulundu. Akar, Sur’daki tüm sorunların çözümü ile ilgili hükümet yetkililerinin önümüzdeki günlerde kapsamlı açıklama yapacağını söyledi.
Sur’un ‘Acele Kamulaştırılması’ konusunda bir bilgi kirliliği olduğunu kaydeden Akar, “Her şeyden önce Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu Ulu Cami meydanında yaptığı konuşmada Sur’da yaşayan hiçbir vatandaşın mağdur edilmeyeceği sözünü vermiştir. Ve çalışmalarda bu yönde devam etmektedir. Sur’un tarihsel dokusu ile uyuşmayan, çok katlı ve gecekondu türünden evlerin yıkılması gerekiyor. Şimdi kamulaştırma buna dairdir ama herkesin öncelikle bilmesi gereken şudur: Bu kamulaştırma Sur’daki bütün camiler, kiliseler, evler, tarihi yapılar ya da tarihi olmayan yapıların devlet tarafından kamulaştırıldığı yapılar değildir. İşin gerçeği şudur: Sur’da 615 civarında tarihi tescilli eser söz konusudur. Bu tarihi eserlerin yer aldığı parseller var ve gerekli görüldüğü takdirde kamulaştırma seçeneğine başvurulacaktır” dedi.
Sur’un yeniden inşası ve ihyası konusunda vatandaşlara üç seçenek sunduklarını ifade eden Akar, “Diyoruz ki, istersen Sur’un dışında TOKİ evlerinden ev verelim. TOKİ’de banyosuyla, tuvaletiyle, mutfağıyla, çoluk çocuğunun da rahat edeceği bir mekân sağlayalım. Vatandaş bu seçeneğe hayır diyor ve evinin bedelini istiyorsa o zaman vatandaşa evinin bedelini ödeyelim. Vatandaş Sur’daki evinin yerinde bir ev istiyorsa da burada da Kültür Turizm Bakanlığının ve uzman çevrelerin hazırlamakta olduğu bir projeye uygun ev yapacağız ve vatandaşa o evi vereceğiz. Eğer vatandaş isterse kendisi de Sur koruma imar planına göre kendi evini de yapabilir” diye konuştu.
Sur’un yeniden yapılandırılmasından, Başkanlık sistemi tartışmalarına, Sur’da izinsiz çekilen klipten, hükümetin çözüm sürecine dair konularda gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulunan AK Parti İl Başkanı Muhammet Dara Akar’la yaptığımız röportajın tamamı bugünkü gazetemizde.
“Sur’un içinde hendek kazmak kadar akıl dışı bir faaliyet olamazdı”
“Öncelikle derin üzüntümü dile getirmek istiyorum. Ne Diyarbekir ne de Sur bu olayları yaşamalıydı. Maalesef bugün acı bir fatura karşımıza çıkmış durumdadır. Sur’un 6 mahallesinde maalesef çatışmalar yaşandı. Asker, polis yaşamını kaybetti. Birçok insan yaşamını kaybetti. Sur içinde 3 ayı bulan ve esnafı da kapsayan yasaklar söz konusu oldu. Öncelikle bunun neden böyle olduğuna değinmek lazım. Sur’un içinde hendek kazmak kadar akıl dışı bir faaliyet olamazdı. Bunlar hiç kimseye bir fayda getirmedi. Başta Sur insanı olmak üzere orada yaşamını kaybeden herkesi mağdur etti. İnsanların hayatına mal oldu. Dönüp baktığımızda eylemin niye gerçekleştirildiğini hiç kimse yanıtlayamıyor. Sur halkı da Diyarbakır halkı da bu eyleme karşı tepkisini çok net ortaya koydu. PKK’nin, Suriçi’ndeki bu hendek kararından ötürü de halkın kızgın olduğunu gözlüyorum. Halkın, esnafın içinde gezerken birçok insan kızgınlığını tepkisini dile getiriyor.
“Hz. Süleyman’a gelen ziyaretçiler, turistler de tezek kokusundan oraya giremeyecek hale geldiler”
Biz artık, ‘zararın neresinden dönersek kârdır’ hesabıyla Sur’u yeniden inşa ve ihya etmek zorundayız. Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, ortada büyük bir bilgi kirliliği var ve bir algı saptırması durumu söz konusudur. ‘Acele Kamulaştırma’ meselesinin özü şudur: Sur’un içerisinde hendeklerden, operasyondan önce de 2012 yılında yerel yönetimlerin ve hükümetin birlikte almış olduğu bir karar vardır. Bu karar, Sur’u koruma imar kararıdır. Sur’u koruma eylem planı ve bu plana ilişkin bir karar söz konusudur. 2012 yılına ait olan bu karara göre, Sur’un içerisindeki çok katlı yapılar, gecekondular, Sur’un tarihsel dokusuyla uyuşmayan yapılar yıkılacaktı. Alınan bu karar uyarınca bir kısım yapılar yıkıldı. Lalebey mahallesi, Alipaşa ve Hz. Süleyman Camii etrafında bir kısım yıkım gerçekleşti. Bunların önemli bir kısmının kamulaştırma bedelleri bile ödenmiş durumdadır. Belediyenin 2012 yılından sonra kamulaştırma bedeldi ödenen bu evleri, çarpık yapıları yıkması gerekiyordu. Burada belediyenin bir gecikmesi söz konusudur. Hz. Süleyman’ın etrafında yarım yarım yıkımlar oldu ve oralar, bataklık, mezbele, hayvan korunağı, barınağı haline getirildi. Hz. Süleyman’a gelen ziyaretçiler, turistler de tezek kokusundan oraya giremeyecek hale geldiler. Alipaşa, Lalebey ve birçok yerde mahallenin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı bırakılmış. Hâlbuki bu dört yıl içerisinde bu yıkımların tamamlanması lazımdı.
“Sur’da 615 civarında tarihi tescilli eser söz konusudur”
Tabii ki, bu operasyonlar ve çatışmalar bizim arzu ettiğimiz çatışmalar değildir. Fakat sonuçta bir yıkıntı oluştu ve şuan gerek o 6 mahalle ve diğer mahallelerdeki imara uygun olmayan, Sur’un tarihsel dokusu ile uyuşmayan, çok katlı ve gecekondu türünden evlerin yıkılması gerekiyor. Şimdi kamulaştırma buna dairdir ama herkesin öncelikle bilmesi gereken şudur: Bu kamulaştırma Sur’daki bütün camiler, kiliseler, evler, tarihi yapılar ya da tarihi olmayan yapıların devlet tarafından kamulaştırıldığı yapılar değildir. İşin gerçeği şudur: Sur’da 615 civarında tarihi tescilli eser söz konusudur. Bu tarihi eserlerin yer aldığı parseller var ve parsel parsel bir kamulaştırma kararından bahsediyoruz. Tarihi eserlerin de içinde bulunduğu bu parsellerin içinde çok katlı binalar ve gecekondu yapılar söz konusudur. Biz bütün bu tarihi eserlerin, tescilli yapıların etrafını açmak istiyoruz. Ulu Cami, Meryem Ana Kilisesi, Surp Grigos Ermeni Kilisesi, Hasan Paşa Hanı ve diğer bilinen bilinmeyen tüm tarihi eserlerin etrafını açacağız. Eğer söz konusu bu çalışma içerisinde ev sahipleri ile kamulaştırma bedeli üzerinde bir anlaşma sağlanırsa bedel ödenir ve yıkım gerçekleşir. Ama eğer ki, bir uzlaşma sağlanamazsa ki, özel ya da kamu binaları da buna dahildir, diyelim ki, maliklerden bir kısmı razı olur bir kısmı razı olmazsa işte o zaman kamulaştırma yetkisi kullanılır. Yani, bu sadece Bakanlar Kurulunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığına vermiş olduğu bir yetkidir. Bu yetkiyi Bakanlık ille de kullanacak diye bir şey yok. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde bu kamulaştırma yetkisini kullanır.
“Ulu Cami’nin önüne ucube bir çarşı yapılmış”
Bütün Diyarbakır bizden şunu istemiyor mu: Ulu Cami’nin etrafını açın. Ulu Cami’nin önüne ucube bir çarşı yapılmış ve hatta zeminin üzerinde, zeminden üç basamak yukarıda, Camiyi de kapatan bir çarşı yapıldı. Üstüne bir de ucube tenekeden giriş kapısı da yapıldı. Aşağı yukarı bütün tarihi eserlerimizin etrafında bu tür yapılar var. Eğer çarşı esnafı ile uzlaşırsak bedelini öderiz, Ulu Cami’nin etrafını da yanık çarşı, İsmail Çarşısını da restore ederiz. Ama eğer bedelde ya da maliklerde bir uzlaşma sağlanamazsa kamulaştırma kararı o zaman uygulanır. Ama burada iki şeye önem veriyoruz. Birincisi, vatandaş ya da esnaf olsun bir kere hiç kimse mağdur edilmeyecek. Komisyonun günümüzün raiş bedeli ile belirlediği bedel ne ise hak sahiplerine ödenecek.
“Vatandaşa üç seçenek sunuyoruz”
Bu durumun vatandaşa yeterince anlatılmadığı inancındayım. Ve bu maalesef de kimi çevrelerce çarpıtılan bir meseledir. Vatandaş evinin, mahallesinin hemen yıkılacağını zannediyor. Vatandaş panik halde bir itirazda bulunmuştur. Aslında burada vatandaşın lehine bir durum söz konusudur. Vatandaş Sur’un içinde doğru dürüst elektriği, suyu, kanalizasyonu olmayan gecekondu tarzı yerde yaşamak zorunda kalıyor. Bu vatandaşa biz bugün üç seçenek sunuyoruz: Diyoruz ki, istersen Sur’un dışında TOKİ evlerinden ev verelim. TOKİ’de banyosuyla, tuvaletiyle, mutfağıyla, çoluk çocuğunun da rahat edeceği bir mekân sağlayalım. Vatandaş bu seçeneğe hayır diyor ve evinin bedelini istiyorsa o zaman vatandaşa evinin bedelini ödeyelim. Vatandaş Sur’daki evinin yerinde bir ev istiyorsa da burada da Kültür Turizm Bakanlığının ve uzman çevrelerin hazırlamakta olduğu bir projeye uygun ev yapacağız ve vatandaşa o evi vereceğiz. Eğer vatandaş isterse kendisi de Sur koruma imar planına göre kendi evini de yapabilir. Diyelim ki, Sur’da yapacağımız ev vatandaşın mevcut evinin daha fazlası bir maliyete sahiptir ve vatandaşın kafasındaki asıl soru işareti de budur. Vatandaş şöyle düşünüyor; ‘Benim evimin bedeli 50 bin TL’dir, bana yapılacak evde 150bin TL olacak ben bu parayı nasıl ödeyeceğim.’ Biz vatandaşa maliyetinin altında ev yapacağız. Vatandaşı zorlanacağı ya da ekstra bir ödeme yapacağı bir yola sokmayacağız. Diyelim ki, vatandaşın evi imara uygun bir ev haline getirildi, o zaman da vatandaşa uzun vadede ödeme fırsatı sağlamak gerekiyor. Vatandaş, ister devlet tarafından yapılmış olsun, isterse de kendisi yapmış olsun, kendi parselinde bulunan evinden ama Sur’a uygun bir eve sahip olmuş olacak. Birincisi, vatandaş bir zarara uğratılmayacak; ikincisi, vatandaş Sur’un dışına çıkarılmayacak. Sur’dan gitmek istemeyen Sur’da kalacak. Sur esnafı da boşuna bir kaygı içerisinde olmasın, Sur’u ne insansızlaştırma ne de asırlardır burada olan ticareti bitirme gibi bir niyetimiz yoktur. Tam aksine Sur halkıyla, esnafıyla, yaşayanlarıyla beraber yeniden ihya ve inşa edilecektir.
“Sur sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı turizm merkezi haline gelecek”
Ayrıca bir konuda kendi fikrimi paylaşmak istiyorum, buradaki esnaf turizm sektörüne yönelsin. Sur’daki toptancılar, manifaturacılar ki, bunların kendileri de bizden istiyor, şehrin başka bir yerinde toptancılar sitesi yapılsın, oraya taşınalım diyorlar. Sur’da turizme, kültüre, sanata uygun bir sektörü teşvik etmemiz lazım. Çünkü Sur sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı turizm merkezi haline gelecek. Buradaki esnaf kardeşlerim eğer ki, orta ve uzun vadeli bir gelecek tasavvurunda iseler, bundan sonra yavaş yavaş turizm sektörüne yönelirlerse daha karlı çıkacaktırlar diye düşünüyorum. Tabii ki, bütün bunları vatandaşlarla, esnaflarla konuşacağız ve ortak bir kararla bir faaliyet gerçekleştireceğiz. Bakanlarımız her hafta buradalar, bakan yardımcılarımız, uzman ekiplerimiz sürekli Diyarbakır’dalar ve sürekli Sur halkıyla, esnafıyla görüşmeler gerçekleştirmekteler. Ben de haftalardır Sur’un içerisindeyim ve haftanın 3 gününü Sur’da geçirmekteyim ve halkımızın taleplerini bakanlara ve başbakana iletmekteyim. Tabii ki, her şeyden önce vatandaşlarımızın sabırlı olması gerekiyor, bugünden yarına hemen bir sonuç elde etmek mümkün değil. Sur’u orta ve uzun vadede Sur ve Diyarbakır halkının arzu ettiği bir yapıya kavuşturacağımızın sözünü veriyoruz.
“Ben de bir Sur mağduruyum, benim ailemin hatıraları, fotoğrafları orada”
Tabii ki, bir Diyarbakır, Sur çocuğu olarak benim içimi en çok yakan mesele bazı evlere girip o eşyaların çıkarılmaması ve evlerin eşyalarıyla birlikte yıkılmasıdır. Fakat iki lüzumdan ötürü böyle bir tablo yaşandı. Ağır ve orta hasarlı evler için bunu söylüyorum, bu binalara girmek insanlar için ciddi hayati risk taşıyordu. Bir binanın çöküntüsünde polislerin yaşamını yitirdiğini biliyoruz. Bırakalım eşyayı, şehit olan polislerin cenazelerini çıkarmak için bile iki üç gün beklemek zorunda kalındı. İkinci büyük risk ise mayın riski idi. Kendi evim de var Sur içinde ve ben de herkes gibi devletten izin aldım. Sur Kaymakamlığından izin aldım. Yani, her vatandaş gibi ben de sıraya girdim, sıram gelince bana eşyalarımı çıkarmam için randevu verildi ve gittim az hasarlı olan iki odadaki kitaplarımı çıkarabildim. Fakat ağır yıkımın olduğu bölümlere giremedim ve eşyalarımı alamadan evden ayrılmak zorunda kaldım. Ben de bir Sur mağduruyum, benim evim orada ve inanın bana benim ailemin hatıraları, fotoğrafları orada. Bana engel olan kimse yok ama ağır hasarlı bir eve girme konusunda kimsenin vebalini üstlenemem, bir işçiyi o riskin içine sokamam. Gönül isterdi ki, herkes evine gitsin eşyalarını, hatıralarını çıkarsın ve yıkım öyle gerçekleşsin ama bazı evlerde bunun imkânı yoktu. Az hasarlı evlerde ise insanlar hala randevu sistemi ile gidip eşyalarını alabiliyorlar.
“İnşallah Ramazan ayına kadar insanlarımızın evlerine girebilsin”
Sur’un yasaklı mahallelerine, bir vatandaş gibi izin alarak gidiyorum. Vatandaşlar da izin alarak oralara gidebiliyor, evine, yıkıma bakabiliyor. Yasaklı olan yerlere en son bir hafta önce gitmiştim. Yıkıntıların önemli oranda kaldırıldığını saptadım. Çalışmaların önemli oranda tamamlandığını gördüm. Ama orada bir miktar daha çalışma gerekiyor, tam tamamlanmış değil, yıkım faaliyetinin bir süre daha devam etmesi gerekiyor. Tabii ki, yıkıntılar temizlendiğinde, molozlar tamamen taşındığında Sur’un yasaklı olan mahallelerinde de yasak kalkmış olacak. Şuan yasak sadece iki mahallemizde kaldı. O mahalleler de ağır hasarın yaşandığı, mayın tuzaklamalarının olduğu yerlerdir. Temennim odur ki, Ramazan ayına kadar önemli oranda mesafe alacağız diye bir beklenti içindeyim. Beklentim, arzum, temennim odur ki, - gerek Valimiz gerekse de diğer yetkililerle de görüşmelerim oluyor - inşallah Ramazan ayına kadar insanlarımızın evlerine girebilsin. Tabii ki, insanlarımızı o binalara sokmadan önce binaları iyice kontrol etmek lazım çünkü dışarıdan sağlam gibi gözüken bir binanın yıkılma tehlikesi olup olmadığını iyi kontrol etmek lazım.
Soruşturma başlatıldı
Sur’da çekilen klip olayına gelirsek, biliyorsunuz bu konuda bir soruşturma başlamış durumda. Hükümetimiz bu tür olaylara müsamaha göstermeyecektir. Kamu görevlileri de olsa haklarında gerekli hukuksal süreç başlatılacak ve bu konularla ilgili gerekli hassasiyet gösterilecektir.
“Bazı uluslar arası güçler bu meselenin çözümsüz kalmasını arzu etti”
Şunu açık yüreklilikle ifade etmek isterim, çözüm süreci AK Partinin en büyük projelerinden biridir. Bu ülkeyi kalıcı bir barışa, çözüme kavuşturma hedefi AK Partinin en büyük hedeflerinden bir tanesidir. Bu manada da Temmuz 2015’e kadarda bu süreci sürdürdü. AK Parti 2011 yıllarında yoğunlaşmak üzere bir süreci başlattı ve birçok yetkilimiz, bakanlarımız, Cumhurbaşkanımız bunu defalarca dile getirdiler. Bedeli ne olursa olsun, gerekirse acı zehri içmek de olsa bunu sürdüreceğimiz vurgulandı ve bu konuda büyük de bir mesafe kaydedildi. 2015 yazına kadar çözüm sürecinde çok önemli adımlar atıldı ve kapsamlı reformlar yapıldı. Fakat gördüğümüz kadarıyla bazı uluslar arası güçler bu meselenin çözümsüz kalmasını arzu etti. Bunlar hem bazı uluslar arası güçlerdir hem de bölgesel aktörlerdir. İran, Suriye gibi ülkelerden bahsediyorum, Rusya gibi uluslar arası güçlerden bahsediyorum. Bunlar, Türkiye’nin Kürt meselesi ile terör ile uzun bir süre daha meşgul olmasını arzu ediyorlar. Bir taraftan DAİŞ bir taraftan değişik örgütler eylemler gerçekleştirdi.
“Bölge halkı da Türkiye halkı da bunu haklı olarak soruyor, neden bu süreç darbelendi?”
Şimdi ortada hakikaten izaha muhtaç bir durum var. Bu sürecin neden bozulduğuna bir dönüp bakmak lazım. Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesi, Diyarbakır’da iki trafik polisinin şehit edilmesi, Adıyaman’da bir askerin şehit edilmesi ve sürekli gerginliği tırmandıran sert açıklamalarla bu süreç adeta baltalandı. Bölge halkı da Türkiye halkı da bunu haklı olarak soruyor, neden bu süreç darbelendi? Şimdi gelinen noktada süreç yeniden başlar mı, süreç nasıl devam eder, halk bunları bize soruyor. Adı nasıl konulursa konulsun tüm siyasi sorunlar gibi bu sorun da siyasi bir çözümle çözüme kavuşacaktır. Dünyanın bütün örnekleri bunun bu şekilde çözüldüğünü gösteriyor. Hatta yakın zamanda eski genelkurmay başkanları da güvenlik bürokrasisinden insanlar da şunu söylediler ve söylemeye devam ediyorlar; bu meselenin güvenlik ayağı tek başına çözüm için yeterli değildir. Bu işin bir de yasal boyutları var. Kürt sorununun siyasi bir tarafı var, ekonomik, sosyal, kültürel bir tarafı var ve bunların da ele alınması lazımdır. Bir ayağı güvenlik ise diğer bir ayağı sivil ayaktır. Sivil ayakta da Ak Parti hükümeti ciddi bir irade ortaya koyacaktır. Bu iradenin pratiğini şöyle göreceğiz; hükümetin kendi yol haritası var, bütün halkı bütün Kürtleri, bütün Türkiye toplumunu muhatap kabul ederek, buradaki bütün sivil, demokratik unsurları, aktöreleri muhatap kabul ederek gerekli yasal ve anayasal reformlar gerçekleşecektir.
“PKK ile bir görüşme söz konusu değil”
Benim görebildiğim kadarı ile PKK ile bir görüşme söz konusu değil. PKK ile neden zor bu iş, çünkü birkaç defa bu denendi fakat ortada ciddi bir güven sorunu söz konusu oldu. Çözüm süreci en önemli aşamasını 2013 Newroz’unda yaşadı. Abdullah Öcalan’ın bir mektubu vardı, mektup gereğince PKK’nin bütün silahlı unsurlarını Türkiye sınırlarının dışına çekmesi lazımdı. Fakat pratik başka türlü oldu, PKK silahlı unsurlarını sınır dışına çıkarmadığı gibi şehir merkezlerinde kimlik kontrolleri gerçekleştirme ve YDG-H üzerinden ilçe ve şehir merkezlerini kontrol etme çabasına girişti ve bu ciddi bir güven sorununa neden oldu. Arkasından da çatışmalı dönemle birlikte görüşmelerin sonlanmasına sebep oldu.
“PKK ile silahların bırakılması konusu belki görüşülebilir”
Kişisel görüşümü ifade edecek olursam, PKK ile silahların bırakılması konusu belki görüşülebilir. Görebildiğim kadarıyla bunun da yakın zaman içinde olması mümkün değil. PKK, silahlı eylemlerine son vermiş olsa, silahlı unsurlarını sınır dışına çıkarsa ve Türkiye’ye karşı artık hiçbir şekilde silahlı eylem gerçekleştirmeyeceğini de kamuoyu önünde deklere etmiş olsa, belli bir süre bir güven ortamı oluşmasına sebep olsa silahların bırakılma meselesi konuşulabilir. Fakat o noktaya yakın olmadığımızı görüyorum.
“Hükümetin kendi yol haritası, iradesi var, kararı var”
Peki, ekonomik, siyasal, sosyal sorunlar nasıl çözüm bulacak, bunu oturup kimse ile müzakere etmek gerekmiyor. Hükümetin kendi yol haritası, iradesi var, kararı var. Hükümet en başta yeni bir anayasa ve sonra da bu yeni demokratik, sivil, çoğulcu anayasaya uygun bir hukuk reformu gerçekleştirecek. Gerek Kürt meselesi gerekse de diğer meseleler bu çerçevede bir çözüme kavuşturulacak. Çözümün adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, bunu altını özellikle çizmek istiyorum. Kürt sorununun çözüm adresi TBMM’dir. Ve bu mecliste 59 tane de HDP’li milletvekili vardır. Artı sivil, demokratik aktörler ve bir kamuoyu söz konusudur. Bütün bu kesimlerle görüşmeler gerçekleştirerek, geniş tabanlı muhalefetin de destek verdiği yeni bir anayasa ile hem Kürt meselesini hem de Türkiye’nin diğer meselelerini çözmek istiyoruz. Ama eğer ki, muhalefet destek vermezse referanduma götürecek sayısal oranı yakaladığımız takdirde yeni anayasamızı halka götüreceğiz ve göreceksiniz ki, başta Kürtler olmak üzere, Türkiye toplumunun büyük bir kısmı bu yenilikçi, özgürlükçü, sosyal adaleti merkezine alan çoğulcu anayasaya destek verecektir. Benim ricam HDP’nin de bu sürece destek vermesidir. Çünkü HDP’nin omzunda önemli bir vebal söz konusudur. HDP keşke 7 Haziran’dan sonra yeni anayasa ve yeni Türkiye için çabasını sürdürebilseydi.
“Güçlü bir başkanlık sistemi, güçlü bir yerelleşmeyi de beraberinde getirecektir”
Başkanlık sistemi Kürtlerin taleplerine zarar veren bir sistem değildir. Tam aksine güçlü bir başkanlık sistemi, güçlü bir yerelleşmeyi de beraberinde getirecektir. Dünya örnekleri de bunu göstermektedir. Başkanlık sistemi, yerelleşme açısından parlamenter sistemden çok daha elverişli bir ortam sağlayacaktır. Türkiye’deki Kürtlerin temel talebi iki yöndedir. Birincisi, dil, kültür ve kimlik konusundaki taleplerdir; ikincisi ise, yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Başkanlık sisteminde zaten bunlar olabilecek şeylerdir. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü içerisinde bir çözümü gerçekleştirme şansı başkanlık sisteminde de söz konusudur. Bu manada başkanlık sistemine karşı Kürtlerin herhangi bir tavrı söz konusu değildir. Aksine bazı kamuoyu araştırmalarında Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde başkanlık sistemine daha büyük bir destek olduğu görülmektedir. Mesele bence şurada tıkandı. HDP Kürtlerin beklentilerinin yerine CHP’ye yakın durmayı tercih etti. Başkanlığı istemeyen, eski tek parti dönemindeki vesayetçiliği arzu edenlerdir ve CHP de bunun öncüsüdür. HDP’nin 7 Haziran öncesi ve sonrasındaki yanlış tavrı, AK Partiye bu konuda yardımcı olacağına mevcut sistemi savunanların blokunda yer almasıydı. HDP burada ideolojik bir tercihte bulundu. Ben bu meselenin bir parça da böyle olduğu kanaatindeyim. Keşke HDP CHP’nin tuzağına düşmeseydi. HDP, Kürt meselesinin çözümüne başkanlık sisteminin zarar vermediğini çok iyi biliyordu.
“HDP’liler neden başkanlık sistemine odaklı bir siyaset izlediklerini Kürtlere de izah edemediler”
HDP, demokratik reformlar konusunda AK Parti hükümetine desteğini sürdürmüş olsaydı, Türkiye şuan başka şeyler konuşuyor olacaktı. Bir şeyin altını bir kez daha çizmiş olayım; 7 Haziran’dan önce de 7 Haziran gecesinde de 7 Haziran sonrasında da Sayın Selahattin Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözünün Kürtler nezdinde hiçbir karşılığı olmadı. HDP’ye oy vermiş olan Kürtler de buna bir anlam veremediler. Bizim meselemiz başkanlık ya da parlamenter sistem değil, bizim meselemiz Kürtlerin meşru, demokratik taleplerinin gerçekleşmesidir. HDP’liler neden başkanlık sistemine odaklı bir siyaset izlediklerini Kürtlere de izah edemediler. Böylelikle, HDP 7 Haziran gecesi ve sonrasında ciddi bir fırsatı kaybetti. Eğer HDP’nin Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş, ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözü yerine bütün Türkiye kamuoyu önünde başka şeyleri söylemiş olsaydı bugün Türkiye başka şeyleri konuşmuş olacaktı. HDP AK Partiye şunu söylemiş olsaydı; kapsamlı bir demokratikleşme paketini getirin, koalisyona da AK Parti hükümetini dışarıdan destekleye de varız demiş olsaydı, Türkiye’ye de Kürtlere de bir fırsat sunmuş olacaktı.
“HDP’ye Kürt kamuoyunda iki yönlü bir eleştiri var”
Bugün, HDP’ye Kürt kamuoyunda iki yönlü bir eleştiri var. Birincisi, hendek eylemleri karşısında güçlü bir tavır ortaya koymaması; ikincisi ise, kapsamlı bir demokratikleşme reformu şartı ile hükümeti desteklememiş olmasıdır. HDP’nin elinin tersiyle hükümetin yapacağı reformları reddetmiş olmasıdır. HDP’ye oy veren insanlar bu iki meseleye bir anlam veremiyor ve bu konuda HDP’yi eleştiriyorlar.
“Kürtler gittikleri yerde de dışlanmıyorlar”
Ne Kürtler ve Türkiye toplumu arasında bir duygusal kopuş var ne de bu yönde bir tehlike söz konusudur. Çünkü kopuş şöyle gerçekleşir: Irak’ta olaylar çıktığında insanlar Bağdat’a gitmedi. İnsanlar Türkiye’ye doğru, sınıra doğru kaçtı. Suriye devleti ile Kürtler arasında bir problem vardı, oradaki Kürtler Şam’a doğru gitmediler, Türkiye’ye geldiler. Ama çok iyi biliyoruz ki Türkiye’de böyle bir süreç söz konusu değildir. Yine, bölgede yaşayan Kürtler hendeklerin olduğu yerleri terk edip büyük şehirlere gittiler. Diyarbakır’a, Van’a, Urfa’ya hatta Batı illerine, İstanbul, Mersin, Adana, İzmir gibi illere gittiler. Hendekleri bıraktılar ve güvenilir batı illerine de gidenler oldu. Son 30 35 yıldır yaşanan budur. Kürtler gittikleri yerde de dışlanmıyorlar. Şırnak’tan, Hakkâri’den, Mardin’den Diyarbakır’dan, köyünden, kasabasından ayrılan bir Kürt Batı illerine gittiğinde orada bir dışlanma yaşamıyorlar.
“Kürtler Türkiye’nin dinamik bir gücü haline geldiler”
Tabii ki, yer yer bazı provokasyonlar da yok değil, bazı provakatif hadiseler yaşanmaktadır. Ama şunu biliyoruz ki, Kürtlerin %60’ı Batı illerinde yaşamaktadır. Batı illerinde milyonlarca Kürt yaşıyor. Sadece İstanbul’da 3,5 milyon Kürt yaşıyor. İzmir’de, bütün Akdeniz sahillerinde, Marmara illeri, Karadeniz, Orta Anadolu’da her yerde Kürtler yaşıyor. Ve hala komşuluklar devam ediyor, evlilikler devam ediyor, iş ortaklıkları devam ediyor. Kürt, Çerkez, Laz çocukları aynı okullarda, üniversitelerde okuyorlar, aynı mahallelerde yaşıyorlar. Bugün toplumlar arasında, halklar arasında bir duygusal kopuş söz konusu değildir. Herkesin bu durumu çok iyi görmesi lazım çünkü Türkiye’deki Kürtlerin durumu ile diğer ülkelerdeki Kürtlerin durumu birbirine benzememektedir. Bağdat’ın tamamında siz 2 bin tane Kürt bulamazsınız, Şam’da bazı mahal lalelerde lokal halde yaşamaktalar ve orada da büyük bir zulüm altında yaşıyorlar. Kürtler Türkiye’nin ticaretinde, siyasetinde, kültür sanat dünyasında çok öneli roller üstlenmişlerdir. Kürtler Türkiye’nin dinamik bir gücü haline geldiler. Kürtler eğitim kalitesinin yükselmesiyle beraber Türkiye’nin dönüştürücü gücü haline geldiler. Duygusal kopuş bir yana Kürtler Türkiye’nin ana aktörü haline geldiler. Çok yeni imkânlar Kürtlerin önündedir ve bu imkânları da çoğaltmamız lazımdır. Sadece AK Partide onlarca Kürt milletvekili var, CHP’de var, diğer partilerde var. Kürtler, siyasetin dönüştürücü gücü haline geldiler. Bin yılı aşkın bu topraklarda Kürtler ve Türkler birlikte yaşıyorlar. Bize lazım olan şey demokratik, müreffeh, kalkınmasını tamamlamış, dünyanın birinci ligine ulaşmış bir Türkiye’de yaşamaktır.
“Duygusal kopuşu murat edenlerin muratları da kursaklarında kalacaktır”
Türkiye sadece Türkiye Kürtleri için de bir cazibe merkezi değil, Ortadoğu’daki bütün Kürtler için bir cazibe merkezidir. Diyarbakırlı, Hakkârili bir Kürt’ün gelecek tasavvurunda nasıl ki, İstanbul, Ankara, İzmir var ise, Erbil’deki, Kamışlo’daki bir Kürt’ün gelecek tasavvurunda da Türkiye vardır. Bugün Türkiye Ortadoğu’daki bütün Kürtler için bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Türkiye bütün Kürtleri himaye eden, sahiplenen bir siyasete sahiptir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine Diyarbakır’dan uçak seferleri başlamadan önce, Kuzey Irak Kürt Yönetiminin başkenti olan Erbil’e uçak seferi başladı. 10Nisan günü Erbil’e uçak seferleri baladı ve gelecek zamanda Kürtlerin yaşadığı başka yerlere de uçak seferleri olacaktır. Hatta biz AK Parti hükümeti olarak 4 yıl önce Arap Baharı başlamadan önce Türkiye ile Suriye, Irak, İran arasındaki sınırlarda manasız sınırlardır, bu sınırlar da kalsın, hem Kürtler hem diğer topluluklar daha çok ticaret yapsın daha çok iç içe geçsin diye bir anlayışa sahiptik. Dolayısıyla bir duygusal kopuş zaten söz konusu değil ama bu duygusal kopuşu murat edenler var ve göreceksiniz bunların muratları da kursaklarında kalacaktır.
“Yeni bir sykes picot yaşanmayacaktır”
Zor günler, üzüntülü, kederli günler yaşadık. Birçok insan hayatını kaybetti, şehit olan asker polisler oldu. Evler yıkıldı, moralimizi bozan birçok şey yaşandı. Fakat insanlığın, beşeriyetin ana rahmi, beşiği olan bu kadim coğrafya’da ümitsizliğe mahkûm olmayacağız. Biz bu toprakların kadim toplulukları, birlikte yaşayan halklar olarak, Kürtler, Türkler, Araplar, Farslar, Çerkezler, Lazlar, Müslümanlar, Hıristiyanlar olarak birlikte bir barışı gerçekleştireceğiz, buna inancım tamdır. Uluslar arası çevrelerde hazırlanan planlar burada yaşam şansı bulmayacaktır. Yeni bir sykes picot yaşanmayacaktır. İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’ya biçmiş olduğu deli gömleği benzeri bir durum söz konusu olmayacaktır. Küresel efendiler bu toprakların kadim halklarına yeni deli gömlekleri giydiremeyecektir. Halklar arasına düşmanlık koyamayacaklar, bunu başaramayacaklar. Kadim Mezopotamya’nın, kadim Anadolu’nun halkları ele ele verecek ve Kut’ül Ammare ruhu ile kendi coğrafyasının efendisi olacaktır.
“Yeni bin yılda yeni bir barışı beraber gerçekleştireceğiz”
Bu toprakların, coğrafyanın tüm halkları olarak yeni bin yılda yeni bir barışı beraber gerçekleştireceğiz. Çünkü biz kadim bir medeniyetin çocuklarıyız, çok büyük bir tarihi mirası devralmışız, binbir tecrübe sahibiyiz ve açıkçası kendi payıma Türkiye toplumunun sağduyusuna güveniyorum. Birlikte yaşamayı başaracağız, çünkü bir taraftan Mevlana’yı, Yunus Emre’yi sahiplenirken öbür taraftan Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Pir Sultan Abdal’ı, diğer taraftan Ahmed-i Xani’yi, Melayê – Cizir’i Faqiye Teyran’ı sahipleniyoruz. Bütün bu zenginlikler hepimizin ortak mirasıdır. Bize böyle bir kadim miras bırakıldı. Biz, bu ülkenin bütün toplumunu kucaklama ruhunu taşıyoruz. Sünni’sini de Alevi'sini de Kürt’ünü de da laikini de muhafazakârını da diğer topluluklarını da kucaklayan bir anlayışa sahibiz. Türkiye toplumu da bu anlayışa, olgunluğa sahiptir. Ben hem Türkiye’nin bu kadim geleneğine, mirasına güveniyorum hem de Türkiye toplumunun demokratik kültürüne, hoşgörü anlayışına güveniyorum. Kendi iç barışını, kalkınmasını, özgürleşmesini gerçekleştirmiş bir Türkiye, kendi modeliyle Ortadoğu’ya da öncülük yapacaktır. Çetin Emeç’in bir sözüyle bitirmek istiyorum; ‘Enseyi karartmayın, aydınlık ve güzel günler bizi bekliyor…’ “
Ali Abbas YILMAZ / ÖZEL HABER
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.