Sırrı Süreyya Önder: Bizi tutuklayacaklar
HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. İşte Önder'e yöneltilen sorular ve yanıtları:
- Kürt siyaseti, DTK açıklamasıyla son süreçteki ilk belirgin adımını attıktan sonra bazı akıllarda yankılanan şu soru sizce haksız mı?
Haksız değil, DTK’nın bu bildirisi tam da bu soru işaretlerini en aza indirmenin bir ilk adımı. Kanaat odakları, basın yayın aygıtları ve devlet dili sürekli şunu işliyor: Bu Kürtler aslında ne istiyorlar? Bağımsızlık isteselerdi tek kelimeyle özetlenebilecek bir yaklaşım olacaktı, fakat Batı’ya kıyasla Doğu’da soyutlama gelişmediği ve hikmetle öğrenme yeteneği olmadığı için, demokratik özerklik dediğimiz şey kafaları karıştırıyor. Sistem de bunu psikolojik algı operasyonuna dönüştürdü. Düşünün, bunu kendi eksikliğimiz olarak da kaydedebiliriz belki ama hâlen Hükümet Sözcüsü, “Özerklik ilan ettiler” diyor.
- Özerklik ilan değil, talep mi edildi?
O metinde altın kıymetinde birkaç cümle vardı. 1) Bu teklif, öneri ve tartışmalara açıktır. 2) Bunun adresi olarak en az iki yerde Meclis’e atıf var. Buna rağmen bunu DTK’nın de facto bir durumu olarak söylüyorlar. Bu söylem de alıcı buluyor, savcılık da bu alıcılar arasına girebiliyor. Onun için ‘bu bir ilk adım’ diyoruz. Bunu takip edecek adım, bence pratikte bunun neye benzediğini anlatmak olacaktır. Bir ilde belediye ne yapacak, hâlihazırdaki kurumların hâli ne olacak, TBMM hangi yetkilerini devredecek, etmeyecek mi...
- Böyle bir sorun yok ve Altan Tan uyduruyor mu?
Altan Tan’ın söylediği doğru, bir yeri eksik. O cümle ilave edilmediği zaman ayaklar havada kalıyor. YDG-H geçen sefer Öcalan’ın talimat ve önerisiyle (hendekleri) kapattı. Şimdi nisan ayından beri Öcalan üzerinde mutlak bir tecrit uygulanıyor. Onların yanına gittiğimizde “Önderliğimiz tecrit altında ve siz gelip bizden bunu istiyorsunuz” diyorlar. Güç yetmeme meselesi, ‘biz çaresiziz’ anlamında değil. Öcalan’ın üstündeki tecrit uygulaması ve devletin açık savaş ilanı.
- Siz YDG-H’lılardan hendeklerin kapatılmasını mı istediniz? Bu ne zaman, nerede, nasıl oldu?
Bunu Eş Genel Başkanı’mız Demirtaş, kamuya açık bir şekilde en az üç kez beyan etti. Bizler de yerelde yaptığımız görüşmelerin tümünde -yanlış olmasın, salt hendeğe indirgemeden- özyönetim, savunma ve yerel demokrasi meselesinin anlatım ve inşa öncülüğünü sivil siyaset kurumu üstlenmeli, dedik ve bunu ısrarlı bir şekilde savunduk. DTK Eşbaşkanı’mız Sayın Hatip Dicle bu konuda bir hayli inisiyatif aldı ve kısmen başarılı da oldu Cizre’de. Ama inanın hasımlık duygusuyla söylemiyorum; devlet bu gelişmeye hiç alan açmadı, tam tersine çürüttü.
- Örgüt de, devlet de biliyor dediniz, ancak biz bilmiyoruz; Öcalan’ın “Öldüğümde nasıl davranacaksınız öyle davranın” sözü ne anlama geliyor? Öcalan hayatını kaybederse ne olur?
Böyle bir durum, Türkiye halkları açısından barış ve ortak yaşam umudunu bir bilinmez zamana erteletmiş olur. Toplumsal maliyeti aklımızın alamayacağı boyutlara çıkar. Her şeyden önemlisi Orta Doğu’yu demokratik bir zemine oturtacak olan tek liderliği yitirmiş oluruz. Öcalan’ın içeride kalması süreçle birlikte anlamsızlaşmıştı. Şimdi durum daha da değişti. Artık özgürlüğü bir zorunluluk hâlini almıştır.
- Bugün karşınızda Öcalan oturuyor olsa, başta HDP’ye, ardından PKK’ya ne söylerdi; “Dediğimi anlamışsınız” mı derdi yoksa “Yine beni yanlış anladınız” deyip eleştirir miydi? Eleştirse konu başlıkları ne olurdu?
İkincisi olurdu, olacak, yeterince anlamadığımızı ve yeterli pratik geliştirmediğimizi söyleyecek muhtemelen.
- Halk tarafından seçilmiş olan sizin hakkınızda da soruşturma açılıp dokunulmazlıklarınızın kaldırılması gündemdeyken sizin topu PKK’ye atmanız tuhaf değil mi?
Kastettiğim bu değil. Ben diğeriyle bağlantılı olarak söyledim. Demokratik özerklik bizim parti programımızda var, daha ötesine gerek yok. Öz savunma bunun alt başlıklarından birisidir. Devlet ya da buna itiraz edenler insanların bu ihtiyacını izale edecek başka bir pratik geliştirir, başka bir şekil alır. Burada araca lüzumundan fazla bir anlam yüklemek gerekmiyor, ihtiyaca odaklanmak gerekiyor.
- “Bundan sonra ne olacak” kapsamında bölünme ihtimalini ayrıca soracağız. Ancak öncesinde: “Doğru olduklarına halen inanıyorlarsa Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Mardin Büyükşehir Belediyesi, Van Büyükşehir Belediyesi ve Dersim-Tunceli Belediyesi’nde özerklik ilan etsinler o halde. Aynı politikalar devam etsin bakalım netice nasıl çıkacak?” diyen Altan Tan’ı nereye koyuyorsunuz?
Altan Tan benim için çok mümtaz bir yerdedir. Muhtemelen birçok konuda taban tabana zıt düşünceler savunabiliriz, ama Altan Bey bu partinin en kıymetli vekillerinden birisidir. Yaptığı değerlendirmeye dair; söylerken böyle bir fotoğraf çıkacağını öngördü mü bilmiyorum ama bu tarz yaklaşımlara ben şurasından eleştiri getiriyorum: Kendilerini dışında tutarak değerlendiriyorlar. Altan Tan’a sitemim ancak bununla sınırlı olur. Bunun bizi ilerletici bir mantık olduğunu düşünmüyorum, ben ne kadar HDP’ysem, Altan Bey de o kadar HDP’dir. Tersi de bütün arkadaşlarımız bakımından aynı şekildedir. Kamuoyunda yaratılmak istenen algıya rağmen Altan Bey, çekirdek yaşantısından siyasi düşüncelerine kadar demokrasiyi içselleştirebilmiş önemli yoldaşlarımızdan birisidir.
- Tartışma başlıklarını somutlaştırır mısınız?
Geçmişten bir örnek verebilirim, barış süreci başlayacağı zaman Murat Karayılan’ın bir demeci olmuştu, “Orta kademeyi ikna edemiyoruz” diye. Ben bunu politik bir yaklaşım olarak düşünmüştüm. Fakat gittiğimde Karayılan dedi ki “Sürece dair değerlendirmeler zinciri başladı, fakat derin kaygı duyan arkadaşlarımız var. Siz bizzat önderliğimizle görüştünüz, bu toplantılara siz de katılın, sorularını direkt size sorsunlar, siz de önderliğimizden duyduklarınızı, izlenimlerinizle beraber aktarın.” Ve yaklaşık bir hafta, 10 gün birçok gerilla grubuyla bu toplantıları yaptık. Ve orada gördüm ki hiçbir şey orada yukarıdan aşağı bir emir ve talimat mekaniğinde gelişmiyor.
- AKP’den bazı isimleri ardına iki nokta üst üste koyup ansak haklarında ne dersiniz; örneğin “Muhataplarımız içinde ayrı bir yere koyarım” dediğiniz bakan Efkan Ala?
Ben Dolmabahçe fotoğrafındaki herkesin eğer, Sayın Tayyip Erdoğan’ın paradigması başarılı olursa herkesin tasfiye edileceğini düşünüyorum. Buna Efkan Ala da dahil. Şu an cemaat operasyonu yürüyene kadar Efkan Ala bu işin içerisinde yer alacaktır. Ondan sonra yer alacağını düşünmüyorum, belki yanılırım.
Yalçın Akdoğan canını zor kurtardı, akraba Türkler bakanlığına kaydırılarak kabinede varlığı devam ettirildi. Bu anlamda süreçten tasfiye edilmiş gözüyle bakabiliriz. Çünkü Dolmabahçe fotoğrafını hatırlamak istemiyorlar. Devlet kanadında olanlar da, bizim heyetimizde de olanlar da bir hafızayı temsil ediyorlar. Bir an için, yarın görüşmelerin başladığını varsaysak gözlerinin içine bakıp “Geçen sefer siz şöyle demiştiniz”, “Şu adımları atacağınızı taahhüt etmiştiniz” diyeceğiz. Bunları duymak istemiyorlar. Eğer yeni bir başlangıç olacaksa bu hafızayı sıfırlayacaklar ve yeni aktörlerle devam edecekler.
- Hakan Fidan sizce MİT Müsteşarlığı’ndan neden istifa etti?
Hiç bilmiyorum. Sanırım önce bir engel gösterilmedi adaylığı için yoksa o konumda olan birisi neden kendisini o duruma düşürsün...
- Tek belirleyici Erdoğan’sa Leyla Zana’nın “Bu işi Erdoğan çözer” sözüne katılıyor musunuz?
Halihazırda tabii ki. Ama ‘çözer’ derken, AKP ve devlet kanadını kast ediyorum. Yoksa farz edelim Erdoğan çözmek istemedi, bir de bu halkın mücadelesi var. Bu da çözebilir. Benim değerlendirmemde, evet, devlet katında Cumhurbaşkanı bütün devlet mekanizmalarını kendisine biat noktasına getirmiş durumda, Genelkurmay dâhil. Dolayısıyla devleti bir çözüm politikasına sevk etmeyi tercih ettiğinde, devlet blokunda bunun önünde durabilecek kimse yok. Ama tarih şunu da gösterir; bütün devlet bloku bir başka politikayı tercih ederler ama halkın mücadelesi kazanır. Bakınız Güney Afrika. İtiraz öyle bir yükselir ki egemen blok çatırdamaya başlar ya da buna uzun boylu direnemez.
- İktidar kanadı “Özerklik fantezi, HDP muhatabımız değil, silahlar betona gömülene, tek terörist kalmayana kadar mücadele” derken sizce bundan sonra ne olacak?
Hükümetin bu belirlemesi gayri ciddi. Dünyanın hiçbir yerinde fanteziler ceza soruşturmasının konusu olamaz. Bir fanteziyse, fanteziyi dinler geçersiniz. Ben bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Devlet açısından da, PKK açısından da. Başka bir düzlemde bağımsız gözlemcilerin eşliğinde yeni bir süreç başlayacaktır, gününü bilemem ama seyri böyle olacaktır.
- Gün olmasa da bir dönem var mı aklınızda?
Baharla birlikte kendimizi böyle bir zeminde bulmalıyız diye ümit ediyorum.
- Ümitten bir adım öteye taşıyarak “olacak” diyorsunuz.
Salt bir temenniden, ümitten ibaret değil.
- “Yeni bir süreç” olasılığını ümitten öte görmenizi sağlayan gelişmeler neler?
Öcalan’ın ve Kürt tarafının savaş değil, statü sahibi olarak birlikte yaşam iradesinin tanığı oldum, buna dayanarak söylüyorum.
Burada birkaç anahtar var, birisi ordudur. Hep beraber ‘dişine kan değen kurdu’ gördük değil mi? Sizce bundan kim korkmuş olmalıdır? Kürtler korkmuş olabilir mi? Hayır! Hükümet? İdrak yolları tıkalı olduğu için, hayır! En çok ordu korkmuştur. Kurmay aklı için emir-komuta dışı her şey korkulacak bir şeydir. Ve Genelkurmay Başkanı’nın yaklaşımından biliyoruz ki kent içi çatışmalara bulaşmaya pek hevesli değildiler. En çok ordu bilir ki dişine kan değen kurdun kime saldıracağı belli olmaz. Ordu çok değil, üç yıl önce kudretli bütün paşalarının kapı kilitleme usulü derdest edilip yıllarca içerde tutulduğunu gördü. Bugün onları salıverenler dünyada “Yanılmışız” lafını en çok edenlerdi. Yanılmayı meslek edindiler ve yarın bu askeri kent kuşatmalarının doğuracağı cendereden çıkmak için ordu ya da günah keçisi birkaç paşa bulmaları işten bile değildir. Bir diğer husus yapılan kuşatmalar ve bir bölge halkının temel yaşam hakkını temelinden ihlal eden sokağa çıkma yasakları hukuksuzdur. Bugün olmazsa yarın soruşturma konusu olacaktır. Sürdürülemez derken kastettiğim bu bileşkedir. Bu hükümet aklıyla yedi adımdan fazla gidilemeyeceği görülmüştür.
İkinci anahtar, uluslararası güçler değil, uluslararası konjonktürdür. Bir yeniden paylaşım savaşı için Akdeniz bir donanma garajına dönmüştür. Peki “Bütün bu donanmaların düşmanı kim?” sorusunun tek cevabı ‘yeni paylaşım savaşı’dır. Her ülke donanması yek diğerini kollamak için oradadır. Hem müttefik, hem rakiptirler.
Bu şartlar altında yapılacak tek şey Kürdün hasımı olmak değil, hısımı olmaktır. Kastettiğim bu paylaşımdan pay almak için değil, bu paylaşıma kurban gitmemek için geliştirilmesi gereken aklıselimdir. Ülkemizin kurban edilmemesi, bir avuç insanın Kürt nefretinden ve iktidar hırslarından daha hayatidir.
Üçüncü anahtar sessizmiş gibi duran kamuoyudur. Bu iktidarın kendi kendisinin ayağına dolanma kapasitesi rekor düzeydedir. Bilemeyeceğimiz bir dolanma hali bütün ülkeyi ayağa kaldırabilir. Ayağa kalkanların kolay oturmadıkları da bilinen bir gerçekliktir.
- Söylediklerinizden şunu da çıkarmak ne kadar yanlış: “29. isyan bastırılırsa 30. isyan çıkar ve bu kez çok daha radikal olur”?
Bir daha bu ülkede isyan bile göremeyebiliriz. İsyan edilecek bir yapı kalmayabilir. Emperyal sistem yer ve tükürür. Bundan bahsediyorum. Ondan sonra ne Türkün kaygısı para eder, ne de Kürdün statüsü.
“Hâlihazırda bölünmüş zaten” derken de şunu kast ettim; 7 Haziran’dan önce tek tük münferit işlerin dışında hiçbir çatışma ortamı yoktu. Yaklaşık 2 yıl süren bir çatışmasızlık dönemi geçirmiştik. Devlet algı aygıtlarını biraz rölantiye almıştı. Bunun ışığında bir 7 Haziran seçimi yaşadık. Ve tam 400 yerde parti olarak linç karakterli saldırıya uğradık. Bu, esas hacir altında olanın Türkler altında olduğunu gösteriyor. Yıllarca bu ülkenin egemenleri tüm iç anlaşmazlıklarını, sıkıntılarını, kavgalarını hep Kürtlere ihraç ederek bastırmışlar, “Vurun Kürde” demişler. Bunun halkta yarattığı bir tortu var. Bunun ne büyük bir çürüme, ne büyük bir oksidasyon olduğunu 7 Haziran’da gördük ve kanım dondu. Ben dâhil olmak üzere hepimiz defalarca linçe maruz kaldık. Mitinglerimiz bombalandı, insanlarımız hayatlarını kaybetti, sadece Ankara İl Örgütü’nün 7 aracımız tahrip edildi. “Bölünmüşüz” dediğim bu. Türk halkı hacir altında, kendisi için hiçbir şey yapmasına izin verilmiyor. Kredilerle, borçlarla, tüketimle kurduğu ilişkilerle etrafı dört bir yandan kuşatılmış, toplumsal olarak sadece Kürde sövmesi serbest. Ağacına, emeğine, deresine sahip çıkamıyor. Bütün bunlar olurken Trabzon’daki 70’lik nineyi de, Marmaris’teki köylüleri de, Çanakkale’dekileri de devlet şedit bir şekilde polisiyle, jandarmasıyla bastırıyor. Ama aynı kitle HDP standına yöneldiğinde devletten muazzam bir teşvik görüyor. Önü bir tek Kürde linç yolunda açık.
- Hakkınızda açılan soruşturma dolayısıyla siz dokunulmazlıklarınızın kalkmasını bekliyor musunuz, cezaevine girerseniz neler olur?
Dokunulmazlığımızı kaldıracaklar. Durum öyle gösteriyor. Ve tutuklanacağız. Ama bunun bu meselenin çözümüne hiçbir katkısı olmayacak. Kişisel olarak HDP grubunun hiçbir vekilinin hiçbir cezaevi kaygısı, korkusu taşımadığını biliyorum. Ben de taşımıyorum. Yapacaklar bunları, ama bir Tansu Çiller derbederliği ile değil, daha sofistike yapacaklar. Önce teamülleri zorlayarak dokunulmazlık dosyalarımızı öne alacaklar, kendi oylarıyla dokunulmazlıklarımızı kaldıracaklar. Belki Meclis’ten alıp beyaz Renaultlara bindirmezler, ama mahkeme ilk duruşmada tutuklama kararı verir. Olacak olanlar bunlar. Ama memleketin ihtiyacı bu mu, içine düştükleri darboğazdan çıkarır mı onları sorusunun cevabı olumsuz. (T24)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.