Tüm dünya korona virüsü gerekçesiyle içine korkuyla ve endişeyle kapanmışken, tedavi arayışları ve korunma yöntemleri üzerine yoğunlaşmışken maalesef ülkemiz, yine ipe sapa gelmez günübirlik gündemlerle uğraşmaktan, vatandaşlarını uyduruk politik tartışmalarla meşgul etmekten öte bir şey yapmıyor, yapamıyor!
Uzun zamandır ümitle beklenti içindeydim. Belki bir şeyler değişir, belki umut galip gelir, belki sığ politik tartışmalar, belki insanın kutsallığını yok sayan vicdansızlıklar biter de bir sanatsevicisi olarak şiirle, öyküyle, sinemayla uğraşırım. Fakat nafile, kolay değil yılların yalanla, kinle, hırsla bezenmiş alışkanlıklarının değişimini beklemek.
Dünyayı böylesi yakan büyük bir felaketten dahi hem ekonomik hem politik fırsatçılık yapmaya kalkıştınız ya, artık hiçbir şey şaşırtmaz beni. Bırakın o büyük ve kutsal laflarınızı, bu mübarek ayda bari, insanları ahmak yerine koymaktan vazgeçin. Büyük millet, inançlı toplum, fedakâr halk söylemlerinizin martaval olduğunu siz de anladınız.
Ölümün sıcak nefesini ensenizde her an hissettiğiniz bu hastalıklı günlerde hanginiz inancının gereğini yerine getirip yoksulların kapısını çaldınız? Kaçınız yanında çalışan işçinin çıkışını vermediniz? Kaçınız işsiz kalan akrabanızı arayıp ihtiyacın var mı diye sordunuz? Soruyorum, kaçınız?
Gözle görülmeyecek kadar küçük bir virüs sizi yok edebiliyor. O hırsızlık ve yolsuzlukla şişirdiğiniz göbeklerinizi taşıyan cüsseniz Nemrud’u öldüren sinekten milyon kat daha küçük bir canlı tarafından tehdit edilirken dahi, onca yaşanmışlıktan ibret almadan hâlâ mal mülk, makam mevki hırslarınızı besliyor, kendinizi dev aynasında görmekten imtina etmiyorsunuz. Oysa zavallı bir ölümlüsünüz!
Büyük milletler zor günlerde kenetlenmeyi başarabilen toplumlardır. Günün koşullarını sağduyuyla lehine çevirebilenlerdir. İçlerinde adaleti ve hakça paylaşımı kurabilenlerdir. Söyleyin bana aylardır işyeri açılmayan esnafın kirasını tehditle isteyen sen mi yurtseversin; su, elektrik faturasını gün sektirmeden talep eden sen mi büyük milletsin, güldürme beni! Sen şu kocaman galakside şu seni tehdit edip evinde bile defalarca uykunu kaçırtan, seni eşinden, çocuğundan bile uzak tutan virüsten bile daha küçüksün; üstelik de aciz ve zavallısın!
Hayat eve sığar, ama yoksulluk vicdana sığmaz. Evlerinden çıkamayan yaşlılarla nasıl ilgilenildiğini, ihtiyaçlarının nasıl karşılandığını kameralar eşliğinde kocaman aleni reklam içeren görüntüler eşliğinde izledik günlerce. Sandınız ki ihtiyaçları ücretsiz karşılanıyor. Kameralar gittikten sonraki yalnızlıklarını, çaresizliklerini hiç görmediniz, merak da etmediniz. Yolda karşılaştığınız yoksullara cebinizdeki bozuk bir liraları vererek nasıl ruhunuzu teskin edip cennetten kocaman bir köşe kaptığınız yanılgısına kapıldıysanız, emin olun ki yine yanıldınız! Çünkü o küçük beyninizle Yaradanı kandıracak kadar zeki değilsiniz, zavallısınız!
Milyarlarca yıllık şu dünya tarihinde ömrümüz küçük bir zaman dilimi olarak duruyor. Azıcık mutluluk, azıcık huzur çok olmasa gerek. Coğrafya kaderdir, diyen İbn-i Haldun’u anıp yaşadığımız onca kötülüğe, yanlışa, haksızlığa, zulme baş eğip kendimizi ve kaderimizi değiştirmeyecek miyiz? Belki de virüs bu anlamda kendimize çekidüzen verip doğamıza, o saf kaynağa dönmenin uyarısıdır. Şu iktidar hırslarınız, şu güç gösterileriniz, şu banka hesaplarınız, fabrikalarınız, lüks arabalarınız bakın mikro bir canlının karşısında nasıl da çaresiz ve siz zavallısınız!
Haydi, kardeşliğe ve barışa dönün. Ruhunuz ve vicdanınızla barışın. Emin olun ki güç ve huzur oradadır!
Abdurrahim Kılıç