Bazen insan kendini aramak için kalabalıkların arasına dalar. Aslında tam olarak neyi aradığının da farkında değildir.
İnsanın o an yaptığı aslında kalabalıkların arasına karışarak kendini aramak değil; tam tersine kendini kalabalıkların arasında kaybettirmektir. İşte bunu başardığı an, insan kendi olmaktan çıkıp, kendi içinde bir kalabalığa dönüşüyor ve o kalabalıkta kayboluyor.
Zaman zaman ben de yaparım…Yani kalabalığa dönüşürüm…
Ne zaman canım çok sıkkın olsa, kendimi Dörtyol’dan, Balıkçılara doğru akmakta olan insan nehrinin tam ortasına atarım. Ellerim cepte hiç tanıdık bir yüze rastlamadan Ulu camiye kadar varırım. Kapıdan şöyle bir bakarım, eğer içerisi çok kalabalık değilse, kesin avludan içeri dalar belki binlerce kere tek tek incelediğim batı cephesindeki işlemeli sütunların önünde bulurum kendimi.
Sütunların muhteşemliği karşısında, yapan ustaları bir kez daha müthiş bir hayranlıkla andıktan sonra, Zinciriye medresesinin olduğu sokağa açılan kadim kapıdan dışarı çıkar, ispayi (SİPAHİ) pazarının, halk arasında ‘sosyete-tango pazarı’ diye anılan, kullanılmış elbise ve ayakkabıların, ya da ev eşyalarının satıldığı köşesine gelirim…
Burada eski ayakkabı ve her beden, her model ve her renkten kullanılmış elbiselerin önünde mola verip, pazarlık yapanları izlerim…
Doyum olmaz pazarlıklarına…
İzler ve sessizce şahitlik ederim.
Bu pazarlık sırasında fiyatı düşürmek için, alıcı ile satıcı arasında neler konuşulmaz ki…
-Çok pahalliya satisan valla. Ma bu qeder oli??
- yav niye olmi? Bu zemanda bu fiyata eyakkabi bulmişsan bi de begenmisen. Ma paran çoxsa get meğazadan al.
-Yox ben buranın her daim müşterisiyem getmem. Eger dedığım fiyete veriseen, aliyam. Bax zatenıme rehmetlinin sol ayaği da yan basimiş. Eyakabinin topuğunun sol yani, sankime texta kurisi yemiş gibidır. Hade eyakkabinin çütini beşe say alayım…
İzleyeni gülümseten bu tatlı pazarlık öylece uzayıp gider.
Beynimi mengene gibi sıkan sorunlardan beni uzaklaştıran bu tezgahın önünden uzaklaşır uzaklaşmaz, tam karşıda bulunan ve ikinci el kullanılmış ev malzemesi satan ispayi (Sipahi) pazarı esnafı hacı abinin dükkanına dalıyorum. Hacı abi, eski Diyarbekirlilerin deyimi ile ‘Hasso’ bir Diyarbekirlidir… Eski Diyarbekir yerlilerinden tanıdık bir simayı görmeyiversin…Hemen dükkanına davet eder, çay ikram eder. Koyu bir sohbete yelken açar. Zannedersin elli yıldan beri gurbette kalmış ve bu gurbette bir hemşehrisini görmüş…
Hasretle tokalaşır ve hararetle başlar Diyarbakır”ı anlatmaya. Eski Diyarbekir evlerinden girer, surlarından çıkar…Tarihi camilerinden girer, terk edilmiş kiliselerinden çıkar. Eski komşular, eski ustalar derken, söz esnaflığa gelir. Bu arada ikinci çay elinize tutuşturulmuş ve siz bunun farkına ancak çayı karıştırırken varmışsınızdır.
Konu Diyarbekir olunca; tabii bir çok ortak anı ve ortak tanıdık da konuya dahil oluyor. Kimler anılmıyor ki bu güzel sohbet sırasında. Remzi böcek” ten çengel şexo’ya, müfti Xelil efendi’den, deli Elişan”a varana kadar tek tek anılar tazeleniyor. Uzun uzun sohbet ediliyor ve kafanızı kurcalayan her ne varsa ustaca boşaltılıp aklınız yine size temizlenmiş olarak teslim ediliyor. Ayrılırken “İyi ki bu kentte doğmuşum” derken buluyorsunuz kendinizi. Tabi o atmosferden ayrılır ayrılmaz yine dünyanın hengamesine dalıyorsunuz.
Ben dün Diyarbakır sokaklarında tam bir saatimi böyle yaşadım. Tavsiye ederim bazen siz de yapın. Ha buarada Hacı abi ile bir gün de sadece deliler üzerine sohbet edeceğiz. Şimdiden duyuralım size. O da başka bir yazı konusu olsun.