Yeni, kavramsal olarak eskiyi geride bırakan, güncel, farklı, oluşu üzerinden çok zaman geçmeyen anlamlarında kullanılır. Zaman olgusu üzerinden yeni olanın tartışmasını yaptığımızda, karşımıza görecelik(rölativizm) kavramı çıkmaktadır. Göreceliği göre, zaman herkese göre değişkenlik gösterir. Yani mutlak olan yerine öznel olanı esas alır. Einstein’ın zamanın göreceliğiyle ilgili şu yalın yaklaşımı çok sıkça kullanılır.’ Kızgın bir sobanın üzerinde geçirilen bir dakika ile güzel bir kadının yanında geçirilen bir dakika kişi tarafından farklı algılanır.’ Burada kişinin içinde bulunduğu koşullar, geçirdiği zamanın hem niteliğini hem de niceliğini etkilemektedir.
Zamanın işleyiş ve akışı, bireylerin yaşam biçimleri ve pratiklerine göre değişmektedir. Yaşam koşulları, bireysel özellikler, son derece belirleyici role sahiptir. Aynı ‘zaman’ ve mekânda olunmasına rağmen, bilişsel düzeyde farklı zaman akışlarını yaşayan sayısız insan varlığından söz edilebilir. Zaman kavramı, sadece somut olarak takvim yapraklarını yansıtmaz, bu olgunun nasıl yaşandığı ile de alakalı bir durumdur. Yani sadece artan veya eksilen rakamlar değil, niteliksel durumlar daha anlamlıdır.
Zamanın herkese farklı işlediği yaklaşımı, hem fizik bilimi çevrelerini hem de sosyal bilim çevreleri arasında da ciddi ilgi alanı olmuştur. Bilim çevrelerine göre zamanı, sadece koldaki bir saat ya da duvarda asılı bir takvimle ifade etmek yetersiz olur. Örneğin; tüm dünyada aynı yıl içinde olmasına karşın kimi’ ilerde’ kimi ‘geride’ yaşam sürdürebiliyor. Aynı şehirde ve aynı binada yaşam sürdürenler içinde bu durum söz konusudur.
Zamanın göreceliğini daha spesifik bir derinlikte ele aldığımızda, şu temel ifadeleri ele almak yerinde olur. ’zaman akışı’, ‘zaman geçmiyor’, ‘ farklı zamanlardayız’ , ‘vakit geçmiyor’, ‘ zaman kaybı’ gibi. Burada maksadım zaman kavramını fizik alanı üzerinden ele almaktan ziyade taşıdığı anlam ve buna etki eden dinamikleri, psikoloji, sosyal psikoloji ve sosyoloji açıdan biraz irdelemektir.
Bireysel ve toplumsal yaşam döngüsü içinde sahip olduklarımız veya olamadıklarımız, zamanın kullanımını doğrudan etkilemektedir. Herkesin yirmi dört saati varken, birilerinin daha fazla zamanı varmış gibi durumlar yaşamamız sanırım zamanı nasıl geçirdiğimizle alakalı bir durumdur.Bireyin yaşamdan beklentileri, yapmak istedikleri ve pratiği, geçirilen sürenin nitelik ve niceliğini belirlemektedir. Yoğunluğu çok olan birey için zaman hızlı akmakta, tersi durumda ise zaman geçmemektedir. Söz gelimi hasta olan biri için zaman akmazken, eğlencede olan biri için zaman hızlı almaktadır. Kent yaşamında zaman ‘su gibi’ gibi akarken, bu durum kırsal alan için tam tersi olabiliyor.
Mekânsal alanlar, içinde bulunduğumuz algı dünyası, kişisellikler, herkes için aynı olanı farklı kılmaktadır. Fikirsel olarak birbirinden ayrı dünyaları ifade etmek için ‘ayrı zamanların insanıyız’ nitelemesi yapılır. Bura da zaman soyut anlamda kullanılırken, yapılması gerekenlere karşı gereksiz şeylerle meşguliyet’ zaman kaybı ‘ ile ifade edilir.
İçinde bulunduğumuz toplumsal yapı, başta aile olmak üzere diğer toplumsal kurumlar, zamanın niteliği üzerinde etkiye sahiptirler. Kapalı bir toplum yapısında yaşam sürdüren bir bireyin zamanı kullanma biçimi ile daha açık bir toplumda yaşayan bir bireyin zamanını kullanma biçimi arasında ciddi farklılıklar vardır. Bir taraf üretken iken bir taraf statik olabiliyor. Yine adaletin işlemediği toplumlarda bireylerin haksız yere tutsak alınması, zamanın sağlıklı kullanımı üzerinde mekânsal sınırlılıkların yarattığı psikolojik olumsuzlukların etkisini görebiliyoruz. Yine bir hastalıkla ilgili olarak bireyin tüm yapılanlardan sonra ‘ her şey zamana kaldı’ şeklinde yaklaşımda bulunması belli bir süre içinde yapılabileceklere işaret etmektedir.
Bu arada yeri gelmişken zamanda sınırlılık ya da sınırsızlık var mıdır? Buna etki eden dinamikler nelerdir? bu sorulara verilebilecek cevap çok boyutlu olacaktır. Yaşam döngüsü açısından zaman kavramını ele aldığımızda, statik bir durumdan bahsedemeyiz. Yaşam dinamik bir alansa, zamanında öyle olması gerekir. Aslında yaşam formu ister doğal sistem açısından olsun, ister beşeri sistem açısından olsun, belli kural ve sınırlılıklara dayanmaktadır. Zamanı iyi kullanırsan başarılı olursun, sağlığına dikkat edersen uzun süre yaşarsın, sorunları çözersen mutlu zamanlar geçirirsin, birikim yaparsan ileride rahat edersin. Aslında burada dikkat çeken şey zamansallıkların, belli koşullara bağlı olmasıdır. Bu koşulları bazen insan doğası bazen de toplumsallıklar belirler. Aradaki fark bireyin bulunduğu ‘dünya’ yada yaşamak istediği ’dünya’dır.
Evet, bir yılı daha geride bıraktık. Geçen ve değişen sadece rakamlar mı olacak yoksa sorunların geride kaldığı ve nitelikli bir yaşamın olacağı yeni bir yıl mı? Bakalım zaman nasıl geçecek. Bunun öznesi ya biz olacağız yada başkaları…