Zaman yenilmezdir. Geçip gittiğim ömrümün yılgın bakışlarında işlenmiş ucuz bir sehpa örtüsü kadar masum, kadar kederli, kadar kirli… bir şeyler var, azıcık meneviş, azıcık maviş… bir şeyler hem her şeye yakın, hem her şeyden bıkkın… durup heyecanla tutunduğum parmak uçlarının karanlık bir sinema salonunu aydınlatması gibi, çok derinlerde duran ve saklamaktan utandığın ihtiraslarını bir bilinmezliğin koynuna saklar gibi… Sahile çıkan daracık ve tarihi bir yolda eli bırakılmış çocuklar gibi ya da fısıltıyla üzerinde uçan bir martıya aldanmış gibi…
Belki bir çığlığa ilham, belki bir fısıltıya gam olur gözlerin. Uzak sahillerde ömrüme kurulan salıncak, suya değen zılgıt, rüzgarda eğleşen kelebek kanadı… yankısı girdaplarda süzülen o sabırsız, o hırçın, o delişmen serabın baladı… Belki çıktığın o dönülmez yolculukta şirin bir aldanıştı tüm inançlarımız, inanmışlıklarımız. Tanrı var ve bu aralar epey yoğun biliyorum. Tanrı var ve bu aralar aşka ayıracak zamanı hiç yok sanırım! Tanrı var ve sanırım bu aralar vurulan çocukları, yıkılan kentleri, viran ölümleri uzaktan izliyor!
Kabul ettim tüm yenilgilerimi. Tüm pişmanlıklarımı sırtlayıp gittim kendimden. Tadı damağımda kalan sevişmelerim ıssız bir gülümseme suratımda. Yarım yamalak sevinçlerim ordan burdan devşirme. Anılarıma miras bırakmadan çekip gitmek en büyük hayalim artık… İki omuzumda duran melekler bile şaşkın artık yaşadıklarıma, o masum defterde ince bir çiziktir tüm ömrümün özeti. Anlam aramaktan vazgeçtim, seni aramaktan vazgeçtim, dizelere sığınmaktan vazgeçtim, sadece ince bir çizik, ince bir çizik, bir çizik, çizik.
Akşamın buğusuna akan bedenim kendini tanımaktan bitkin kapanıyor gündüzüne. Her yanı hasret, har yanı mağlup, kar yanığı arayışlarda söndürüyor ateşini. Sonu bilinmeyen bir mucizenin kesik kesik solumasıydı hayat ve kollarımdan değil, yüreğimden tutup sallıyordu beni sonsuzluğa, yüreğimden tutup çarpıyordu sensizliğe… Ve hayat diyorlardı buna, yaşamak diyorlardı… Yeryüzü, gökyüzü, insanyüzü hepsi aynı sudan yaratılmış, aynı haramdan nasip, aynı yasaktan nifaktı. Nefes almak mıydı her şey? Bir sofraya oturup cilalanmış yüzlerinizi, kahredici özlemlerinizi fotoğraflamak mıydı her şey?
Sabahlar huzuru taşımıyor bu günlerde, geceler aşkı taşımıyor. Gürültü her yer, kargaşa her yer, kan ve zulüm her yer. Tedirgin bir ruhla iniyorum sokaklara. Kentin ana caddelerine yapışmış çirkin siluetlere, acıya sırtını dönmüş rengarenk vitrinlere, hâlâ bunca yıkılmışlığa gülümseyerek bakabilen kendime küfrediyorum. Şimdi anlıyorum ki küfretmek, ruhun isyanıymış! Göğsünde sıkışan öfke, seni dal gibi titreten heves, karanlıklarda saklanan bir yarasa gibi şaşkın duyguların birer küfürle avunabilir ancak. Küfür ki artık alımlı ruhumun isyanıdır, artık küfürüm ve küfran…
Baktım, insan yükmüş kendisine. İnandım suyun sesine, ölümün gürültüsüne, şairin öfkesine. Yoksul bir dairenin kapısına yazılmış “dikkat, siyanür var!” uyarısındaki zarif intiharlara daha yakınım. Sizin yaşamlarınız hıncahınç nefret dolu, ırklarınız dolu, aptal hırslarınız, yalancı mutluluklarınız dolu ve bana hiç çekici gelmiyor; çünkü siz ölümlü olduğunuzu bilecek kadar korkak ve hesaplısınız, bense ölümsüz olduğuma inanacak kadar saf ve hesapsız bir yaşamı keşfetmişim. Çıktığım meydanlarda attığınız naralar, haykırdığınız sloganlar korkutmuyor beni, ilgimi de çekmiyor kalabalığınız, kabalığınız. Sızlamayan bir yüreğiniz var, merhameti unutmuş, kin kusuyorsunuz var gücünüzle. Her anınız kan, her yanınız talan.
Zaman yenilmezdir! Ölümle denersiniz zamanı durdurmayı. Çünkü herkes öldüğü yaşta kalır, ben aşkta kalırım.
Ben artık küfrediyorum ve kabul ediyorum yenildiğimi.