2013 yılına veda ederken Yaşar Seyman’ın epeydir okunma sırasını bekleyen kitaplar içinde kendini adıyla hissettiren ve adeta “ben buradayım ey okur” diyen “Yangın Yeriydi Yurdum” kitabını okudum. Tuhaftır, belki de bilinçaltına yansıyan ironidir. Uzun yıllar önce okuduğum Alan Paton’un “Ağla Sevgili Yurdum” kitabı, Seyman’ın kitabının adı gibi önce zihnime sonra dilime düştü.
İnsan tekinin “yurt” diye bildiği, içinden çıkıp özümsediği “yurtlak” vatan toprağı, durduk yerde ne diye ağlar / ağlasın ki!
Ya da Yaşar Şeyman’ın kitabına ad olarak koyduğu, Seyman’ın “Anadolu toprakları” dediği, aslında bahsedilen şehirlerin, yerleşkelerin, bir bölümünün kutsal Mezopotamya Toprakları olduğu diyarlar, şehirler neden “Yangın Yeri” ne döner / döndürülür ki!
Bir “Göçmen Kalem” erbabı gibi, konar da göçerken; mekânların, doğasına, tarihine, akarsuyuna, çağlayanına, dağına, ovasına, mağarası, ağacı, börtü böceğine, yoluna, tadına, taamına selam da edip, kelam da etmek! Selam ve kelam ederken de içlenmek, ah û zar etmek; çare, umar aramak…
Yaşar Seyman’ı on yıldan fazla oldu tanıyalı, tanışalı. Eski ve “andıçlanmış” bir siyasetçi kimliğinden azade kalmış bir yazar olarak kadim Diyarbekir’e gelmişti. Kentin bilinen bir kitapevinde imza ve söyleşisi vardı. Orada kendisini dinlemiş, kitabını imzalatmış sonra da okumuştum. O günden sonra dostluğumuz pekişmişti.
Ben ona ziyadesiyle hak ettiğinden “Munzur’un sesi” ismini yakıştırsam da o dünyanın şehirlerini, insan ve mekân hikâyelerini terkisinde bir göçmen kuş gibi okura taşıyarak “Göçmen Kalem” olmayı çok oldu içselleştireli.
Mehmed Uzun, Fadime Göktepe, Ceylan Önkol, Yılmaz Güney, Ahmed Kaya, Behice Boran, Mahzuni Şerif, Kâzım Koyuncu ve son ölülerimiz; Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan ve daha nice kayıplar Yangın Yeriydi Yurdum’un sayfalarında ebedi istirahatgahlarına çekilmişler.
Seyman aslında yaşanılası zenginlikteki bir coğrafyanın hain ve zalim muktedirlerce nasıl ve ustaca yangın yerine dönüştürüldüğünü anlatmış kitabında. Şairin kelamı, sanatçının şarkı sözleri, dengbêjlerin sıtranlarının asil ve kudretli gücüyle…
Dicle, Mala Biro’lardan Hemê’nin (Mehmed Uzun) yarasına merhem olabilmiş mi? Bir kızıl gül gibi zarafetini koruyan sosyalist kadın bilge Behice Boran. Yaşar’lardan bir yaşar, Yaşar Kemal ve dahi kimler. Ve şehirler ve nehirler akıp gidiyor kalemin kelamınca yangın yeri yurdun yangınına su serpmek adına aşkla…
“Gün gelir dört yanın nefrete boğulursa / güllerin, göllerin dağların ayrılırsa / aşkımız, sevgimiz seni yalnız bırakırsa / AĞLA, SEVGİLİ YURDUM AĞLA” diyor ya şarkının sözlerinde İlkay Akkaya.
“Uğruna, ölümlere gidip gelinen” yurt topraklarını yangın yerine çevirenlere inat, edebiyatın ve sanatın gücüne ortak olmak için sağolasın Yaşar Seyman; kalemin, acılarımızdan kan süzülürken kızılcık şerbeti içtim diyenlerin badesi olsun…