Yöntem, “Bir amaca erişmek için izlenen, tutulan yol, sistem. Bilimde belli bir sonuca erişmek için, bir plana göre izlenen yol, metot” (TDK)
Yöntemin sözlük tarifi bu. Bu tanımla sınırlı kalmayıp yeni bir bakış, inceleme geliştireceğimiz açıktır. Yöntem sorununda aşama kaydetmek, önemli çıkış ve gelişmeler sağlayacaktır.
Yöntemimiz nedir? diye bir soruyla başladığımızda, belli sabit bir yöntemimizin olmadığını söylemek başlangıç açısından gerçekçi olur. Peki, yöntemsiz hareket edilebilir mi? Sorusuna ise “hayır edilemez” deriz. Yöntemimiz özgür yaşam seçeneğine yakın durmak ve buna uygun hareket etmektir. Yani belirlenmiş bir yöntem seçeneğinde hareket etmemektir. Çoklu yöntemler oluşturmak ve buna uygun hareket etmektir. Çoklu incelemelerle var olmaktır. Alternatifler geliştirebilmektir. Bu irdeleme ile yöntemi araç olarak kullandığımız görülecektir. Dolayısıyla yöntem amaç konumunda değildir. Yaşam ve paylaşmaya hizmet boyutunda vardır. Doğa, yöntemsiz değildir ama belli bir yöntemi de yoktur. Yöntemi olmamak veya alternatif yöntem aramamak, yöntemsiz olmak anlamına gelmez. Bu işin esasıdır.
Yönteme Takılmak
Belli bir yöntem oluşturmak ve o yöntem aracılığıyla hareket etmek ve oluşturulan yöntemde ısrar etmek sıkıntı ve problem oluşturur. Mitolojik, metafizik ve bilimsel yöntemlerin içine düştükleri hata da bu olmuştur. Sabit yöntemler sınırlar oluşturur. Oysa sınırları aşmak gerekir.
Yöntemler genelde bir şeye alışma durumunu ifade ederler. İhtiyatî elden bırakmama, belli alanlarda sıkışma, sabitleşmiş yollarla ilerleme yöntemin esaslarındandır. Belli bir yöntem dahilinde kalarak ilerlemek yaşamı, çalışmaları kısır döngü içinde bırakır. Bu irdelemelerle yöntemsizlikten bahsetmediğimiz görülecektir. Daha çok sabit, belirlenmiş, kalıcı yöntemlerin sıkıntı doğurduğunu ve özgürlük yolunda ilerleyenler için ciddi engeller oluşturacağını belirtmek istiyoruz. Bir yöntem veya yöntemler yeri ve zamanı geldiğinde değiştirile bilinmelidir. Yöntemi, dar ölçülerde yorumlamak da yanlıştır. Yöntem denildiğinde dar bir alan, bir yol akla gelir. Zaten tanımı da bu çerçevededir. İzlenen, tutulan yol denilir. Oysa her çalışma, her hamle kendi içinde çoklu bir işleyişe sahiptir. Çoğulcu bir denklem ortaya çıkarır. Aklımızın alamayacağı kadar çoklu bir süreç yaşanır. Demek istediğimiz çeşitliliği bol olan bir girizgah ortaya çıkar. Yöntem sorununu aşmak bu nedenle önemlidir. Yöntem denildiğinde sabitlik akla gelir. Yöntem kendini böyle bir tanıma kavuşturduğundan, yöntemi ele alanların böyle bir yorum ve tanımı vardır. Yaşanan deneyimlerin, yöntemde böylesi bir gerçeklik ortaya koymasından dolayı yöntem denilen hususu ciddi düzeyde ele almak, irdelemek ve aşmak önem arz etmektedir.
Çalışma ve Yöntem
Yapılan her işte izlenen bir yol vardır. Bir yerde hareket varsa, hareketin gelişimine uygun bir işleyiş de olacaktır. Bundan kaçınmayacağımız ortadadır. Sorun bu işleyiş için de sabitleşmemek, işleyişe dar bir çerçeveden bakmamaktır. Bu işleyişin ne denli zengin bir çeşitliliğe sahip olduğunu görebilmek ve yeri geldiğinde değişime açık olmaktır. Bu değişimler anda yaşanır. Çünkü “an” akışkan ve yaratıcıdır. Bu yaratıcılığa uyum sağlamak, ondan çıkacak potansiyeli görebilmek önemlidir. Sağduyu kulağa hoş gelen bir terim olsa da engelleyici yönleri vardır. Sağduyu dogmatik yönü geliştirerek engelleyici bir rol oynar. Yöntemin darlaştırıcı yönlerinden biri, alışkanlık dediğimiz, kolay kolay değiştirilemeyen, durumlardır.
Bu durumlar insanın kendine yabancılaşması ile başlar. Kendine yabancılaşma ise doğadan kopuşla oluşur. Doğanın bütünlüklü parçası olarak insan bu yabancılaşmayı aşmadan kendini tanıyamaz. Doğayı da bilemez. Tanımak, bilmek ve anlamak doğal gelişim hattında kalarak mümkündür. İnsan bu doğal gelişim hattının dışındadır. Bu nedenle kendine yabancılaşma hemen hemen her şeye yabancılaşmayı getirmektedir. İçgörü kendini ve doğayı olduğu gibi anlamaya çalışmaktır. Sen neysen doğa odur, doğa ne ise sen de osun. Doğadaki tüm canlılar şaşmayan bu kuralla var olurlar. Doğayla aralarındaki bağ, şaşmayan bu kuralla işler. Doğa ve canlılar arasındaki bağ bu şaşmaz ilkeler bozulduğu anda başlar. Her canlı yaşayan doğadır. Bir önceki de doğadır, bir sonraki de doğadır.
Bu şaşmaz gerçeğin farkında olan ise insandır. İnsanın gerçek doğası da budur. Doğanın işleyişi, yaşaması insanda devam etmektedir.
Temel Problem
Temel soru veya sorun şudur: İnsan ve doğa arasındaki problem nasıl ortaya çıktı? Bu sorunun cevabını geliştirmeye çalışırken gözleme dair irdelemelerimizi de bu bütünlük içinde aktarmaya çalışalım. Gözlem, insanın hakikate ulaşmadaki önemli edimlerindendir. Bilgiye dayalı gözlem görmeyi engeller. Olanı olduğu gibi görmek ise konunun bütünlüğü açısından daha anlamlıdır. İnsan kendini içgörüden koparıp bilgiye dayalı gözleme bırakınca, doğayı olduğu gibi anlama yeteneğinden uzaklaştı. Şüphe gelişti, SORULAR çoğaldı ve insan doğadan uzaklaşarak, koptu. Sümerler, Mısır ve Babiller dünyanın oluşumunu çok tanrıcılıkla izah etmeye çalıştılar. Semavi dinler tek tanrıcılığa dayandılar. Felsefede Thales her şeyin sudan oluştuğunu, Anaksimandros sonsuzluktan geldiğini, Anaksimenes havadan, Heraklitos ateşten, Demokritos atomdan… İlerleyen dönemlerde ise her şeyin anlamı, deneyle izah edilmeye çalışıldı. Baconlar bunun önemli öncülerindendir. Oysa doğayı olduğu gibi algılamak insan olmanın esasıydı. Doğadaki tüm canlılar bu akılla doğa bütünlüğünde yer alırlar. İnsanın analitik zekası ve bencillik, gelişimin bir yerinde kopuşu getirir.
Kopuş
Doğadan kopmak felaketleri getirir. Doğadaki tüm canlılar doğa bütünlüğünde simbiyotik akılla ve özgünlüklerini koruyarak yer alırlar. Doğadan kopuş, doğasal gelişim halkalarından ve izlenen yoldan da kopuştur. Doğanın bütünlüklü ahenginden uzaklaşmadır. İrdelemesini yaptığımız yöntem bu kopuşla ortaya çıkmış ve inanılması güç zorlukları, parçalanmaları, savaşları ve kıyımları ortaya çıkarmıştır. Daha da önemlisi insan zekasını dumura uğramıştır. Geliştirici olmayan, toplumsal hakikati esas almayan, insan özgürlükleri önünde engel oluşturan bir zihin, barikat haline gelmiştir. Yöntemin bu gerçekler temelinde ele alınması, özgürlük yürüyüşünde ilerleyenler için önemlidir.
Yöntemin Açmazı
Paul Feyerabend, yönteme dair yorumlarında çok çarpıcı noktalara işaret etmektedir: “ ‘Bilimsel yöntem’ diye bir şey yoktur; her araştırmanın temelini oluşturan ve onun ‘bilimsel’ ve dolayısıyla güvenilir olmasını garantileyen tek bir usul ya da kurallar dizisi yoktur. Her proje, her teori, her ussal kendi içinde ve ele aldığı süreçlere uyarlanmış standartlarla değerlendirilmelidir. Koşullar ne olursa olsun her büyüklüğü ölçen evrensel ve kalıcı bir ölçüm aleti fikri nedenli gerçekçi değilse, uygunluğunun değişmez ölçüsü olan evrensel ve kalıcı bir yöntem fikri, hatta evrensel ve kalıcı bir akılsallık fikri de o denli gerçekçi değildir. Mantık ve genel felsefede, nedenini kabul edilebilir ve nedenini sağlam temellendirilmiş olursa olsun tek bir kural yoktur ki şu ya da bu zamanda ihlal edilmemiş olsun.”
Evrensel aklın gelişim ikilemleri ile izahını biraz daha açımladığımızda daha yaratıcı durumlarla buluşacağımız kesindir. Evrensel akıl aynılık-çeşitlilik, boşluk-varlık, kadın-erkek, toplum-birey gibi çoğaltabileceğimiz ikilemler oluşumdur. ikilemler oluşturucudur. Yöntem bu ikilemlerden azade değildir. Yaşama ve canlılığa ilişkin ilerlemeler onu takip etmeyi gerekli kılar. Yaşam ve canlılık varsa onu izlemeyi gerektiren gerçek de olmalıdır. Dikkat edilirse sabit bir yoldan bahsetmiyoruz. Yöntem üzerine bu denli durmamız elbette nedensiz değildir. “Denenen tüm yöntemler tarihin en büyük yıkım savaşlarına, krizlerine, çevre, işsizlik ve açlık sorunlarına bile açıklık getirememişlerdir.” Bunda en etkili yöntemi ele alırken bile doğadan, evrensel ve toplumsal akıldan, organik bağdan kopuk ele alınmasıdır. Bu durum öylesi tarifsiz yıkımlarlar getirmiştir ki nice önder, bilge, filozof, peygamber gelip geçse de toplumsal ve doğasal sorunlara kalıcı çözümler geliştirememişlerdir. Tüm bu durumlar doğadan kopuk, toplumsal hakikatten hatta evrensel gelişmeden kopuk ele alınamayacağına göre, çözüm önerilerimizi de bu paralelde düşünüp, çözmemiz gerekmektedir.
Bacon Yöntemi
Bacon, yöntem anlayışını özne ve nesne üzerinden kurgular. Bu kurguda birçok etken vardır. Bilimin, bilginin güç olarak egemenliğinden tutalım, doğanın tahakküm altına alınmasına kadar giden bir yol izlenmektedir. Her şeyden önce insan ve doğa arasında bir kopuş oluşturulmaktadır. İnsan doğadan ayrı, doğa insandan bağımsızmış gibi bir algı oluşturulmaktadır. İnsanın doğanın kendisi olduğu, düşünen doğa olarak yaşadığı görülmemektedir. İnsana biçilen rol olabildiğince üstün, erişilmez, öznel bir rol olurken; doğaya pasif, silik ve üzerinde her türlü tahakkümün kurulabileceği bir rol verilerek nesnelleştirilmektedir. Yöntem olarak nesne ve özne bununla sınırlı kalmamaktadır. Bu bakış açısı, doğayı sonuna kadar sömürüp ciddi bir kriz aşamasına getirirken, toplumun her kademesinde de yansımasını bulmaktadır. Sistemin olgunluk aşamasında özne ve nesne ayrışmasını yaşamayan hiç kimse kalmamış gibidir. Kökleri uygarlığın başlarına kadar giden bu algı ve uygulamalar Bacon döneminde daha sıkı bir hal almaktadır. Bu, cinsiyetçi bir bakış ve uygulamayı da getirmektedir. Bacon, “doğa dişidir”der. Bilimini de, deneyimini de, deneyciliğini de bu paradigma üzerinden kurgular ve geliştirir. Doğanın canlılığı, bizleri var eden simbiyotik bütünlüğü, havası, suyu, güneşi, ormanlarıyla yaşamımızın temeli olan varlığı yok sayılır. Doğa, üretkenliği ile bereketi ile yaşamsal varlığımız anlamında olmazsa olmazlığı ile canlı bir doğadır. Bu anlamıyla da yaşamsal bütünlüğü ifade eder. Doğa, yaşam ve evren ikilemleriyle var olmanın var olmasıdır. İrdelediğimiz nokta Bacon anlayışının dişi hakikatine bakma ve yorumlama biçimidir. Kadını ve doğayı küçümser, onu hakir görüp nesnelleştirir. Her tür tahkime cevaz veren mantık kendini, insanı, toplumu küçümseyen akıldır. Bu aklın ve bu yöntemin topluma ve doğaya hiç ama hiç fayda vermediğini yaşadığımız dünyada somut örneklerle görebilmekteyiz.
Kendini Bilme Gerçekliği
Yöntem sorununun açmazlarından kurtulmak önemlidir. Daha kapsayıcı incelemeler bu kapsayıcılıktadır. Kendini bilmeye dikkat çekmek yöntem açmazlarından, sıkıntı ve sorunlardan, dar-doğmatik tutumlarlardan kurtulmayı getirecektir. Kendini bilme ile yaşama, insana, topluma, doğaya, canlılara ve evrene daha bütünlüklü, yaşamsal, canlı bakabilme imkanı doğacaktır. Kendini bilme toplumsal ve evrensel akıl ile dinamik bir canlılıkla hayat bulacak ve engelleyici faktörler bir bir aşılacaktır. Yaşama olan bakış açısı değişecektir. Yaşamın gelişim seyri, özgürlükçü bir bütünlüğe kavuşacaktır. Yaşam toplumun ve özgürlüğünün akışı halinde olacaktır. Kendi ruhunu, rengini kazanan yaşam doğanın en canlı ve akışkan aklı olarak bu gerçekte yer alacaktır. Doğa tüm yaşamla ortak beraberliğini yeniden kazanacaktır. Kendini bilme de yürüyüşler daha sade, daha anlaşılır, naif bir görünüm kazanacaktır. Çok anlamlı bir paylaşım süreci izlenecektir. Seçenekleri bol olan, gerilemeye, tıkanmaya izin vermeyen, dogmatik tutumlar da takılmayan, şikayetçilikten kurtulmuş, çaresizlik ve çözümsüzlükte durmayan bir yaşamı ortaya çıkaracaktır. Kendini bilmek, yöntem hastalıklarından kurtulmaktır. Kendini bilmek özne-nesne, diyalektik-metafizik, pozitivizm-din gibi sahte ikilemlere geçit vermemek olacaktır. Kendini bilme ile karanlık algıları aşan, duygusal ve analitik zekanın engellerine takılmayan, doğasal bütünlük ve kapsayıcılıkla ilerleyen alanlar oluşacaktır. Eğer insan evrensel gelişimin sentezi ise bu sentez de hakikate ulaşmak doğru bir ilerlemedir. Ne ararsak insanda buluyoruz. İnsanda bulduklarımız, insanda çözdüklerimiz doğa ve evreni anlamada ciddi kolaylıklar sağlıyor. Yaşamı anlayıp çözerek insanı; insanı, anlayıp çözerek gerçekliği daha iyi görebiliyoruz. Aslında nereden başlamamız gerektiğini de öğreniyoruz. Yanlış başlangıçlar, sınırsız yanlışlara sürükler insanı. Nasıl başlamışsak öyle de gideriz. Bu yürüyüşlerde doğru adımlar da atılabilir, mesele bu değildir. Başlangıç yanlış olduğunda, hatalar başlangıçta yapılıp, başat kılındığında, doğruların belirginleşen bir yönü ortaya çıkmıyor. Bir şey de ifade etmiyor. Her şey söylemde kalıyor. Doğru olanların söylemi, bu kadar çok yansıması, teorik cenahta kalması, başlangıcın yanlış yapılmasındandır. Kendini bilme gerçekliğinin aştığı noktalardan biri budur. Başlangıç doğru konulup, doğru yapılınca ortaya çıkan hatalar, kusurlar onarılabiliyor. Dolayısıyla önceliğin kendini bilmeye verilmesi, bunu anlamayla başlaması, doğayı toplumu ve evreni çözmesi daha doğru olanı getiriyor.