“Yollar Seni Gide Gide Usandım”
Yok valla usanmadım.
"Yolculuk önce seni sözsüz bırakır, sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür"
İbn-i Batuta
Bu sözden yola çıkıp size kendi yol hikâyemin anlatıcılığını yaparken hem yola hem yolcuya not düşmüş olayım...
Gezip gördükçe, görmüş olduklarımız hayatımızda hem yer edinir hem de bizi tecrübe sahibi eder.Yani görüp duydukça ve okudukça bilinmeyenler bilinene dönüşür, tecrübelerimiz heybemizi doldurur. Böylece edindiğimiz tecrübe ve bilgi yaşamımızın devamı ile doğru orantılı şekilde artar.
Nerde kalmıştık?
Yola çıkmıştık Mardin’e değil ama Almanya’ya doğru. Yüreğimde ciğerparem Volkan'ımın özlemiyle Kapıkule'den çıkarak Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya güzergahıyla bir gün sonra Almanya’da olacaktık.
Rüzgâr ıslıkları eşliğinde güneş gurup vaktine girerken biz de yurdu terk etmek üzere Kapıkule’deydik. Gün batımları bana; huzuru,hüznü, rahatlamayı ve başka diyarları düşündürmeyi başlatır. An itibariyle düşünmüyor, başka diyarlara doğru yollardaydım.
Kapıkule’de sorunsuz bir şekilde pasaport kontrolünden geçtik. Tarafsız bölgeyi de geçtikten sonra, gurbetçilerin deyimiyle, Bulgar’a geldik. Yani Bulgaristan sınır kapısındaydık. Pasaport kontrolünden sonra lavabo ihtiyaçlarımızı giderdik ve yola koyulduk. Pasaport kontrolü sırasında kuyruğa göz gezdirmiştim. Kuyruktakilerin yüzde ellisi altmış yaş üzeri, gurbetçi emeklilerdi. Geri kalanı da her milletten ekmeği gurbet ellerde arayan/arayacak işçilerdi.
Ben iki kişilik koltuğu işgal etmiştim, keyfim yerindeydi. Otobüs, konforluydu. Şöyle ki koltuklar temiz, rahat, koltuk aralıkları gayet genişti. Servis de çok iyiydi. Su tüketimi sınırsız, sıcak içecekler de sık sık servis ediliyordu.
Uzun yollar, iyi yoldaşlıkla kısa olur. Aracımız dünya insanlarıyla doludu. Her ırktan insan vardı. Ama Paralelimde deniz gözlü hanım hanımcık biri vardı ki adı Melek kendi Melek.Melek Hanım, uzun yıllardır Almanya’da yaşayan bir hanım. Gide gele hem yolları hem de yolculuğu ezberlemiş adeta. Artı aynı otobüsle yolculuk yaptığı için otobüs sahibiyle, şoförleri ile bir aile gibi olmuş. Yol boyu bir öğretmenin öğrencilerine alfabeyi harf harf öğrettiği gibibana adeta rehberlik etti. Sadece öğretmekle mi kalıyordu? Elbette ki hayır! Adeta yürüyen mutfak misali saat başı masa açıyordu ki, yok yok. Gerek kaptanlarımız gerekse benim için adeta master şef gibi Laz mutfağı ağırlıklı masalar açıyor, karnımızı doyuruyordu. Allah’tan ki Melek Hanımla tanışmış ve yakınlaşmıştık. Yoksa yol boyu ne yapardım bilmiyorum. Zira pandemi nedeniyle restoranların çoğu kapalıydı ve ben de durumdan bî haber yol kumanyası hazırlığı yapmamıştım.
Dedim ya, yol uzun olsa da, yoldaşın varsa kısa olur uzun yollar. Hem iyi yoldaşım vardı, hem yollar uçak pisti gibiydi, hem de otobüsümüz/firmamız kusursuzdu.
Bulgarsitan’dan geçerken, yol boyu gördüğümüz tüm yerleşim yerlerinde geçen yıllara rağmen savaşın izleri ve fakirlik gün gibi ortadaydı. Yıkık dökük kırmızı kiremitli evlere bakarken, insanların bu virane köylerde nasıl bir yaşam sürdürdüklerini tahmin etmek çok zor değildi. Çünkü önceki yolculuğumda Bulgaristan’dan geçerken, bir ana ile kızı binmişlerdi bizim otobüse. Molada sohbet ederken, Almanya’da kaçak işçi olarak çalıştıklarını, haftada aldıkları yüz Euro’nun ellisini memlekete gönderdiklerini, Almanya’daki yaşam koşullarını falan anlatmışlardı.
Gümrük kapısında beklemeden Gece Romanya’ya giriş yaptık. Karanlık olduğu için Romanya hakkında bir yorum yapamayacağım.Gün ağarmış biz de bir hayli yol almıştık. Sabah kahvaltımızı yine Melek Hanım’ın nefis börekleriyle yaptık. Öğleden sonra Avusturya’ya giriş yapacaktık. Dedim ya otobüsümüz Dünya insanlarıyla doluydu. Önümde oturan üç Gürcü kadın vardı. Biri genç, diğer ikisi ellili yaşlardaydı. Almanya’ya hasta bakmaya, temizlik yapmaya, çocuk bakmaya geliyorlardı. Ailelerini, çoluk çocuklarını Gürcistan’da bırakıp yıllar yılı İstanbul’da bu işlerde çalışıp ailelerine para göndermişle. Döviz artınca Almanya cazip gelmiş. Çünkü kazandıkları para ile dolar alamıyorlarmış. Sordum birine, “Çocukların var mı?”, “Olmaz mı? Büyük kızım ikinci, küçük kızım birinci sınıftayken bırakıp İstanbul’a gelmiştim 20 Yıl önce. Şimdi iki de torunum var.” dedi kırık Türkçesiyle bana. Avusturya Salzburg’a gelmiştik. Artık Almanya’ya giriş yapacaktık. Burada çok sıkı kontrol vardı. Herkes otobüsten indi. Tek tek pasaportlar, oturum belgeleri vs kontrol edildi sorunsuz bir şekilde. Münih’e gri rengin hâkim olduğu Münih’e girdik.
Bir ay sonra yüreğim rahat bir şekilde ülkeme dönüyordum. Zira yavrumu emin ellerde/apartmanda bırakıyordum. Gözüm arkada kalmayacaktı. Çünkü öyle bir sıcak ilişki vardı ki apartman sakinleri arasında şaşmıştım. Defalardır Almanya’ya gidiyordum ilk kez böylesi komşuluk ilişkisiyle karşılaştım. Kaldığım süre içinde her akşam ayrı bir komşuda çay/kayfe keyfi yapıyorduk. Hatta Diyarbakırlı bir hemşehrimizin davetine icabet etmiş akşam oturmasına gitmiş, duvardaki Diyarbakır manzarasını seyrede ede çayları yudumlamıştım.
Yine aynı firmanın başka bir otobüsü ile Stuttgart’tan yola çıktık. Avusturya, Slovenia, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan güzergâhıyla İstanbul’a gelecektik. Tüm kapıları ki gurbetçilerin korkulu rüyası Sırp kapısını bile hiç sorunsuz geçtik. Hırvatistan’da Bayburtlu’nun Yeri restoranda mola verdiğimizde kendimiz karların içinde bulduk. Çok soğuk ve tipi vardı. Kartpostallık fotoğraflar çekildi, yemek yenildi. Keyifli anlar yaşandı. Bir sonraki mola, Sırbistan’da Hakkı’nın yerinde verildi. Yenildi, içildi, alışverişler yapıldı. Bulgaristan’a girince artık ülkeye giriş heyecanı başlamıştı. Bulgar kapısını da sorunsuz geçiyorduk. Tam karşımızda Türk bayraklarıyla Kapıkule’yi gören yolcular, ‘Hay kurban olduğum ülkem, her haliyle başka, her haliyle güzel.’ deyip sevinç ve mutlulukla fotoğraflar çekiyorlardı. Neyse beş dakika sonra kapımıza geldik. Önden kaptanlar gidip gümrükle görüştüler. Anonsla pasaportlarımızı alarak otobüsten indik. Kaptanın biri, “Herkes bagajını alsın, otobüs boşaltılacak.” demesiyle yolcularda isyanlar başladı. Ben de şaşkın çünkü ilk kez böylesi bir uygulama ile karşı karşıyaydım. Nasıl indirecektik? İki bavulum vardı. Benim ki belki de en az olanıydı. Kısacası söylene söylene bavulları çekerek x ray cihazına soktuk tek tek. Sonra da otobüs girdi x rey’e.Yüzlere baktım, az önceki vatana girme sevincinden eser yok.
Sonuç olarak, biz yolcular gecenin bir vaktinde yorgun argın tam üç saat tutulduk ülkeye on metre kala…
Bundan böyle uçak yok. Tercihim hep Yazıcıoğlu olacak. Yol uzun olsa da böyle bir otobüsle dünyanın öbür ucuna gidilir velhasılı.