6 Şubat depremi, Ukrayna savaşını, İran’daki iç karışıklıkları ve yanı başımızdaki Suriye krizini unutturup, bütün acı olaylarda olduğu gibi insanımızıbirleştirip tek vücut yaptı.
Küçüğünden büyüğüne, bütün dünya devletleri bir şekilde acımızı paylaştı. Siyaseten hasım gibi görünen, Yunanistan ve Ermenistan devletleri bile yardım etmekle kalmayıp, Dış İşleri Bakanlarını deprem bölgesine gönderdiler.
Ama her olayda olduğu gibi, daha bir kısım insanlarımızın bedenleri çöken binaların altında iken, Devletimizin en tepesindeki yöneticilerinin, biri birlerine hakaret içeren söylemleri ile kulaklarımız kaldığı yerden kirlenmeye, çocuklarımız duymamaları, öğrenmemeleri gereken sözcüklerle tanışmaya devam etti.
Yetmişli, Seksenli, Doksanlı yılların politikacıları, taraftarları sokakta biri birlerini boğazlarken dahi bir birlerine “Sayın” diye hitap ederlerdi çünkü devlet adamlığı devlet kadar kutsaldı.
Yunan Filozofu Platon ve İmam Gazali’nin aynı fikirde buluştuğu gibi vatandaşın nazarında devlet,“insanlar haksızlığa ve isyana meyilli yaratıldığından, mutlu bir toplumun oluşturulabilmesi için bu tür davranışlara engel olabilecek bir otoritedir.”
Deprem gibi felaketlerde dahi devletin görevi, vatandaşlarının mutlu olmasını sağlamaktır.
Devleti yönetendevlet adamlarının, felaketler karşısında; şikâyet etmek, ümitsizliğe kapılmak, birilerini suçlamak, birilerini ötekileştirmek, tehdit etmek, hakaret etmek, ekranlarda en küçüğünden en büyüğüne, tüm vatandaşların duyacağı şekilde,biri birlerineküfür etmeye hakları yoktur.
Bu tür davranışlar hiçbir yaraya merhem olmayacağı gibi, bu şekilde davrananlar devletin vatandaş nazarındaki kutsallığına zarar verir. Devlet adamlarının kullandıkları kötü sözler sadece kendilerini değil makamlarını ve devleti de kirletir.
Devleti yöneten ya da yönetmeye aday politikacılar tartışıyor olsalar da vatandaşlarına örnek olacak davranışlar sergilemek zorundadırlar.
İlkokulda öğretmenlerimiz medeni tarzda tartışmayı öğretmek için şöyle bir uygulama yaparlardı:
Sınıftan dörder kişilik iki grup seçilirdi, bu gruplardan birindenyoğurdun beyaz olduğunu, diğer gruptan da yoğurdun siyah olduğunu (Ya da başka konuları) savunmaları istenirdi. Bir gün hazırlandıktan sonra, gruplar sınıfın karşısında, kendilerine verilen konuyu medeni bir şekilde savunurlardı.
Bu şekilde öğretmenlerimiz, düşüncelerimizi, iddialarımızı medeni bir şekilde savunmayı bize öğrettiler.Belli ki günümüz politikacıları, ilkokuldayken yoğurdun siyah veya beyaz olduğunu savunmamışlar.
Deprem felaketinin acısını henüz yüreğinde taşıyan ülkenin vatandaşları olarak, devleti yöneten veya yönetmeye aday politikacılardan medeni bir şekilde davranmalarını, makamlarını ve devletin kutsallığını kirletmemelerini bekliyoruz.
Aksi durumda, kötü konuşan çocukların ağzına biber sürüldüğü gibi günü geldiğinde vatandaş ta kötü konuşan politikacıların ağzına biber sürecektir.
Ya sizce, yoğurt siyah mı, beyaz mı?