Yer isimlerinin değiştirilmesine hep karşı çıkar, eleştirir ve eski isimlerinin iade edilmesini isteriz.
Çuvaldızı başkalarına batırmadan önce iğneyi biraz kendimize batırmalıyız: Yer isimlerinin değiştirilme nedenlerini, kendi insanlarımızı bu işteki rolünü yeterince bilmiyoruz ve bu konuda kapsamlı ciddi araştırmalar yapmıyoruz.
Önce kendimden başlamalıyım. 2000’li yılların başlarında Ergani ile ilgili birçok bilgi ve belge topladım. Sonra topladığım bu bilgi ve belgelerle birlikte bildiklerimi ve anılarımdan bir kısmını harmanlayıp 2005 yılında yayımlanan Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun Bir Yürüyüş kitabımı okuyucularla paylaştım.
Söz konusu kitabımda “Milletvekilliği Yapmış Bir Şairimiz: Kâzım Vehbi Oral” başlığı altında tanıtıcı bir yazıyla birlikte şiirlerinden de örnekler vererek Kâzım Vehbi Oral’a (d.1894-ö.1985) da yer verdim, ama kitabımda bu şahısın yer isimlerinin değiştirilmesindeki rolüne hiç değinmedim. O zaman bilmiyordum bunu, yararlandığım kaynakların hiç birinde Kâzım Vehbi Oral’ın yer isimlerinin değiştirilmesinde rolü olduğuna dair bir bilgiye rastlamamıştım. Daha fazla kaynak arayışına girmemem nedeniyle hatalıyım.
Kitabımda yer alan yazımın başlangıç kısmında: “Kâzım Vehbi Oral’ın ismini daha önceden duymamıştım. Bu kitabı yazmaya başlayınca: Bilgi ve belge toplama işine girişince ismine Diyarbakırlı araştırmacı Şevket Beysanoğlu’nun hazırlayıp yayınladığı Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları eserinde rastladım. Erganiler kendisini ne kadar tanıyor, bilemiyorum? Ergani’de akrabaları var mı yok mu onu da bilmiyorum? Erganili yazar ve şairlerimizden Sezai Karakoç, Kâzım Vehbi Oral’la bir akrabalığı olduğunu, Diriliş Dergisi Sayı 6’da yayınlanan Hâtıralar’ında zaman zaman aralarındaki ilişkilere de yer vermektedir.
Duygu ve düşüncelerine katılmasam da, Kâzım Vehbi Oral’ın Erganiler için bir değer olduğuna inanıyorum” diye yazmış ve o tarihte Kâzım Vehbi Oral konusunu kapatmıştım. (Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun Bir Yürüyüş, Kendi Yayını, 2005 İstanbul, s. 379)
Ama yakın zamanda “20 Aralık 1924: Kırkkilise mi, Kırklareli mi? Binlerce yıllık bir kültürün yok edilişi...” başlıklı yazıyı okuyunca yeniden başa, kitabımda Kâzım Vehbi Oral’la ilgili yazıma döndüm. Bu dönüşü yaptıran ve yeniden düşünmeme vesile olan yazının ilgili bölümünde şunlar yazılı:
“Cumhuriyeti kurdukları andan itibaren Hıristiyanlık kültürünün izlerini silmek için çalışmaya başladılar. Ermenice ve Rumca yer isimlerini “milli kültürümüze” aykırı oldukları gerekçesiyle değiştirmek için verdikleri ilk kanun teklifi, Kırkkilise isminin Kırklareli’ne çevrilmesiydi. “Milli kültürümüze” aykırı olduğu iddia edilen bu yerde 20. Yüzyıla kadar Bulgarlar, Rumlar, Yahudiler ve Türkler birlikte yaşıyordu.
Balkan Savaşı sonrası Bulgarlar, “Kurtuluş Savaşı” sonrası Rumlar bir daha geri gelmemek üzere şehirden gönderildiler. 1934 Trakya Olayları’yla birlikte Yahudiler de bölgeden kovulunca, şehre aynı dönemlerde Balkanlardan gelen Müslüman muhacirler yerleştirildi ve İttihatçı/Kemalistlerin projesi tamamlanarak Kırk Kilise “Türkleştirildi”.
1924 yılında Kırkkilise Vilayeti’ne bağlı Mustafapaşa Kazası’nın lağvı ile ilgili bir kanun teklifinin tartışılması sırasında Zonguldak milletvekili Tunalı Hilmi Bey, kanun maddesinde geçen Kırkkilise ismindeki kilise tabirini eleştirdi. Bunun üzerine 13. dönemin Kırkkilise milletvekili Dr. Fuad Bey, şehrin adının halk dilinde ve resmi olmayan kullanımda “Kırklareli” veya “Kırklarili” şeklinde geçtiğini anlatarak, Kırkkilise isminin bu yönde değiştirilmesi için kanun teklifi verdi.
Bu teklifle ilgili yapılan tartışmalar esnasında Ergani Milletvekili Kâzım Bey, Hristiyanlık izi taşıyan kilise tabiri bulunan bütün yer adlarının değiştirilmesinin lüzumuna inandığını ve bu gibi adların memleketin muhtelif yerlerinde bulunduğunu söyledi. Dolayısıyla ülkenin dört bir yanındaki “kilise” isimli yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi de karara bağlandıktan sonra, 20 Aralık 1924 tarihli kanun ile Kırkkilise, Kırklareli oldu.
Bir kez daha yineleyelim, bu sadece bir başlangıçtı.” (Kaynak: http://arsiv.marksist.org/tarihte-bugun/2636-20-aralik-1924-kirkkilise-mi-kirklareli-mi-binlerce-yillik-bir-kulturun-yok-edilisi)
Evet, bu bir başlangıçtı. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte kültürel değerlerin yok edilmesi, geçmişin hafızalardan silinmesi amaçlandı ve Türkiye genelinde Ermenice, Rumca, Arapça, Süryanice, Lazca, Kürdçe ve çok eski tarihi ismiler taşıyan kentlerin, kasabaların, köylerin, dağların, derelerin, vadilerin, tepelerin isimlerinin “Türkleştirilmesi” başladı. 1925’teki Şeyh Sait olayı ile hızlandı, Demokrat Parti zamanında devam etti ve 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında da “büyük temizlik” yapıldı; tarihi yer adları değiştirilip uyduruk isimler konuldu.
O kadar çok yerleşim yeri ve doğal mekânın ismi değiştirildi ki, Sevan Nişanyan hazırladığı “Türkiye’de Adı Değiştirilen Yerler Sözlüğü”ne isim olarak Adını Unutan Ülke (Everest Yayınları, 2010, İstanbul), İbrahim Sediyani ise yine benzer konuda yaptığı bir çalışmaya Adını Arayan Coğrafya (Özedönüş Yayınevi, 2009, İstanbul) ismini verdi.
Kâzım Vehbi Oral’a gelince, yer isimlerinin değiştirilmesi ve başka konularda yaptıkları İttihatçı Kemalistlerce yeterli görülmemiş olacak ki, ya da kullanım tarihi bittiğinden 1927 seçimlerinde liste dışı bırakıldı ve milletvekili yapılmadı. Kendisi, “1927'de yapılan umumi seçimlerde izah ettiğim demokratik fikirler o zamanki Halk Partisi ricalinin hoşuna gitmediğinden liste dışı bırakıldım” diyerek kendince liste dışı kalmasının nedenini açıklar.
Ülkenin dört bir yanında yer isimlerinin değiştirilmesinde Erganili bir Erganimaden Sancağı milletvekilinin, Kâzım Vehbi Oral’ın küçümsenmeyecek rol almasına bir Erganili olarak üzüldüm.
Ne diyeyim: “Ağacın kurdu kendi içinde olur.”