Ben ‘burjuva sınıfı’ndan kimseyi tanımamışım; ama bunun için de yerinmiyorum. Türkiye’de sadece üretimden, yıllara dayalı birikimden gelen bir ‘burjuva sınıfı’nın olduğundan bile kuşkuluyum. Ranta dayalı, devlet ihalelerine dayalı bir palazlanma var bu ülkede. Oturmuş, kalıcı bir ‘işçi sınıfı’nın varlığına da inanmıyorum. Sendikacılığın da çok sınırlı olduğunu ve sarı sendikacılığın baskın olduğunu söylüyorum. Bu söylediklerim, bu son dönemlerde yine hızla yaygınlaşan yoksullukları görmezlikten gelme ya da resmi söylemdeki “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz.” palavrasına yaslanma değil! Sanayileşmiş ülkelerdeki sınıflar; karmaşıklaşmaya, sınırları silikleşmeye başlarken bizde daha da sınıflar, sınıfsal özellikleriyle belirginleşmedi diyorum.
Ben bu yazımda, çok da hâkim olmadığım konulara girmeyeceğim. Sadece yaşamımda gözlemleyebildiğim ekonomik ve kültürel değişimlere ilişkin çıkarsamalarda bulunacağım.
İnsan, maddi durumu iyi olan bazı insanları tanıdığında; onların alçak gönüllülüklerine, mertliklerine, bilgeliklerine hayran kalıyor! Allah, bin kat daha versin diyor! Maddi durumu iyi olan bazı sonradan görmelerin de kibirlerinden, nobranlıklarından, çiğliklerinden onlar adına bile utanıyor!
Bir zamanlar, ben dershanede öğretmenken, büyük paralarla özel sınıflara kaydolan bazı öğrencilerimiz; giysilerimizle, ayakkabılarımızla, kolumuza taktığımız saatlerle dalga geçiyorlardı! Bunu, çıplak sözcüklerle yapamazlardı; ama böyle yaklaştıklarını o yeniyetmelerin esprilerinden, bakışlarından anlıyorduk! İnsanların parasının kültüründen çok fazla olması, zavallılıktır. Bu ülkede, kültürlü insanların, yazan - çizenlerin parasızlığına alıştığımız gibi toplumdaki bu sonradan görmelerin; bir de gelirinin kaynağı bilinmeyen türedilerin çiğliklerine, mafyavari nobranlıklarına alışmamız dayatılıyor!
Sonradan görmeler gibi, başkalarına hava atma ya da başkalarına ukalalık yapma hırsıyla sonradan yontulmuşlar da var! “Hani kenar mahalle dilberi nazik olur; ama nazenin olamaz!” Böylesi tiplerin jestlerinden, mimiklerinden, ses tonlarından, yaptığı esprilerden insanı daraltan bir çiğlik hissedilir! Ve böylesi tipler, kim güçlüyse ondan yana olacak tiplerdir ve güvenilmezdir!
Yunan mitolojisinde tanrılar iddiaya giriyorlar. Bazı tanrılar; biz istediğimizi, istediğimiz kişiliğe büründürürüz, diyorlar. Bazı tanrılar da içsel özellikler değişmezdir, diyor. Oradan geçen bir kediyi, biz her şeyi yapabiliriz iddiasında olan tanrılar; parmak şaklatmalarıyla albenili, muhteşem bir genç kıza dönüştürüyorlar! Ve kralın, biricik oğlu için ülkenin en yaraşır kızını bulmak amacıyla verdiği baloya yolluyorlar. Yok, yok, Külkedisi Masalıyla karıştırmadım. Sonuç, amaca göre tabi ki farklı bitecek! Kız, bütün salonun gözdesi oluyor! Prens de dâhil herkes, kızın olduğu yerde! Bütün gözler, kızın üzerinde! Kral da, kraliçe de şaşkın ve umutlu! Hah, işte biricik evladımıza yaraşır gelinimizi bulduk havasındalar! İşte, kediyi böylesi muhteşem bir güzelliğe büründüren tanrılar; iddiayı kazandık, diyorlar. İçsel özellikler değişmez diyen tanrılar, itiraz ediyor ve devreye giriyorlar! Hayranlık veren, o büyüleyici kızın bulunduğu yere bir fare bırakıyorlar! O güzel kız, doğasından gelen kedilikle miyavlayarak o farenin üzerine bir atlıyor ki… (Görüntüleri siz kafanızda canlandırın artık! Bu meselin filmi de çevrilmediği için, kafanızdaki canlandırdığınız görüntüler, orijinal olacak. Kameraman siz olacaksınız çünkü.) Sonraki şaşkınlığı, irkilmeyi artık ben anlatmayayım!
Birleşik kaplar örneği her alanda bir yozlaşma var. Tekelleşmenin yaşandığı sanatta da çiğlikler gözlemliyorum. Ortalıkta salınan ve içyüzü bilinmeyenler var! Her kimlere yaslanmışsalar, sanatın bürokratı olmuş tipler var. Simsarlar gibiler. En çok pazarladıkları da kendileri oluyor! Gerçek yeteneklerden ödleri kopuyor! Öyle zavallı bir durum ki… Antonio Salieri (Mozart’ı kıskanan, engelleyen müzisyen) olmayı, hiçbir yazan - çizene yakıştıramıyorum. Hiçbir sanatçı, tek başına değildir. Çevresiyle ya dikkate değerdir ya da değildir! Kendisinden başkasına düşman olanın, kendisi bir değer değildir! Hasetlik, kıskançlık; insanları küçültür, sanatçıları daha çok küçültür! Güzelliklere, yeteneğe omuz vermeyenler; insan olarak da beş para etmezler!
Konumuzla bağlantılı bir de imaj sorunu var: Sanatçıların; müzisyenlerin, ressamların, oyuncuların, şairlerin, yazarların nasıl görünmeleri gerektiği! Poz vermeler… Kadınlara, erkeklere göre oluşturulan havalar… Fotoğraflar… Giysiler… Saç, sakal, bıyık… Profesyonellikte imaj, gitgide ağırlık kazanıyor. Bu çabaları küçümsediğim ya da yok saydığım sanılmasın! Bazılarında bir bütünlük, özle özdeşleşme, bir yakıştırma var ve deyim yerindeyse ‘oturuyor’ diyebiliyorum! Bazılarındaysa iğreti duruyor!
Yeni kuşaklarda kendini farklı gösterme kaygısı yaygınlaşıyor! Sahiciliği olmayan tavırlar, aldatıcıdır. Sahteliği, içtensizliği, yapaylığı yadırgıyorum kardeşim! Böylesi tavırlar bana hile gibi, aldatma gibi geliyor! Bir de bu tavırlar, altyapıdan yoksunsa durum daha bir kötü oluyor! Eski zamanlardaki sahte ürün satan işportacılar, hokkabazlar gibi görüyorum böylelerini.
Ben yine de tek tipleşmektense, çok renklilik daha bir evladır diyorum. Özgünlük adına yaptıkları öykünme de olsa, özgünlükle pek örtüşmese de bu kent ve demokrasi kültürüdür; böylesi farklılıkların, aykırılıkların bir arada yaşaması kültürüdür! Ve toplumsal yaşamın gereğidir. Hem her şey de zamanla kıvamını bulur!
İnsanları ayrımsız seven, açık, içten, sahici yürek taşıyan yeteneklere ve güzel insanlara sevgiler, saygılarımla…
Aydın ALP 21 Aralık 2018 DİYARBAKIR