“Ruh, yazının icadından beri ölümsüz.”
-Cemil Meriç
Binlerce yıl önce başladı her şey. İnsan, içinden geçenleri ölümsüzleştirmek istedi. Herkesin içinde yeryüzünde bir iz bırakma isteği vardı. İlk çağlarda insanlar, bu istekle birlikte mağaralarına çeşitli figürler çizmeye başladı. Yaşamlarına ışık tutacak çeşitli figürlerdi bunlar. Evren’de keşfedilecek binlerce yer varken, ki onlar Evren'den habersizdi, gelecekte insanların onların mağaralarını keşfedeceklerine inanmışlardı ki haksız çıkmadılar. Demek ki bazen sadece yapmak yetmiyor, inanmak da gerek. Bu, ilkel çağlarda bile böyleydi. Duvarlara çizilen figürler de iz bırakmak için bir yoldu fakat hem zahmetli hem de uzun bir işti. Peki bu daha kolay ve etkili nasıl olacaktı? Nasıl gelecekteki insanların gözünde düşünceleriyle kendini yaratabilecekti herkes? Yazarak.
Tarih, yazının başlangıcıyla birlikte başlar. Çünkü sözlü tarih ne kadar etkili olsa da sadece yakın bir zaman dilimine ışık tutabilirken yazılı kaynaklar binlerce yıl öncesini bile rahatlıkla açıklıyor. Yazıyla birlikte birçok kıymetli uğraşın tohumu atıldı uygarlıkların toprağına. İnsan hayatını tümden değiştiren bir buluştu sonuçta. Peki yazı olmasaydı dünya şu anda nasıl bir durumda olurdu? Teknoloji bu denli gelişebilir miydi? İnsanlar haberleşebilir miydi ve en önemlisi yaşayabilir miydi?
Yazmak, yaşamak kadar mühim bir iştir bana kalırsa. Ama yazarken de hakikati, insanlığı ve yüreğindekini yazmak gerek yoksa boş geçen bir yaşam gibi boşa akan satırlardan ibaret olur yazdıklarımız. Yazmak, erdemli bir düşünce direnişidir.
Yazmayı öğrendiğim ilk yıllarda her çocuk gibi yazmanın öneminin farkında değildim. Defterlerime uydurduğum hikayeleri yazardım kimi zaman, edebiyat tohumlarını farkında olmadan serpmişim yüreğime. İyi ki de öyle yapmışım. Zamanla anladım yazmanın değerini, artık “uydurduklarımı" değil hayatı yazmanın gerekliliğinin bilincindeydim. Çok şey yazdım fakat henüz yolun başında bile olmadığımın farkındayım. Beğenmeyip yırttıklarım da buna dahil. Her zaman yüreğimin sesini dinledim. Bildiğim hakikati okunma beklentisi içinde olmadan yazdım, öykülerime doğruya yönelten bir bakış eklemeye çalıştım. Her zaman gücümü kalemimden aldım, alacağım da.
Yazmaya başladığım ilk yılların ardından yazdıklarımı yayınlama isteği doğdu içime. Yazdıklarımı yavaş yavaş beğenmeye başladığım zamanlardı bunlar. Birkaç yıl çeşitli yeni dergilerde öykülerimi ve şiirlerimi yayımlama şansı buldum. İlk yazımın heyecanı her yazımın heyecanıyla bir oldu. Daha sonra, tam olarak bir yıl önce, yolum Tigris Haber'le kesişti. Tigris Haber’de yazmaya başlayalı tam bir yıl ediyor. Henüz on altı yaşındayken köşe yazarı olmak büyük bir şanstı benim için. Hâlâ da öyle. Beni bu yolda daima destekleyen Üstadım Şeyhmus Diken'e ayrıca minnettarım.
Tigris Haber'de yazdığım bir yıl süresince anlamda ve yazımda bir hatam olduysa affola. Ömrüm vefa ettiği kadar ve hafızama sahip olduğum sürece yazacağım. Ama biliyorum ki son kez nefes aldığım bir anda tıpkı “Payzen” adlı öykümde dediğim gibi “Biliyorum, elbet bir cümlem sonsuza dek tamamlanmamak üzere yarım kalacak...”
Zeynel Hebun Güler