Filmlere, türkülere konudur qastal başı öyüleri. Eski Diyarbekir’de Sur içinde her küçede bir qastal vardı. Bugün geriye dönüp baktığımızda ilginçtir bu qastalların hiçbiri yok. Yok edilen diğer değerlerimiz gibi. Bir kısmının yerine eskiden qastal olduğuna dair fiziki yapıların kalıntıları olmakla birlikte ne yazık ki her biri bugün susuz ve kuru birer qastal kalıntısından başka bir şey değildir. Oysaki bu qastallardan lezzeti dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan billur gibi Hamravat Suyu akardı.
Diyarbakır qastallarının bazıları kendi başlarına bağımsız bazıları da herhangi bir yapının duvarına yapışık vaziyetteydi. Büyüklerine tulumbalı qastal derdik. Çok gür akardı. Altına verdiğimiz tenekeyi veya sıtılı göz açıp kapayana kadar doldururdu. Hêwşlerimizde de qastal, havuz, kuyu suyu ve selsebiller bulunmaktaydı.
Bizim küçenin qastalî küçük, duvara yapışık, sarı, döküm muslukluydu. Bu musluktan tüm berraklığıyla Hamravat suyu akardı. Mahallemizin simalarını unutamadığım ‘eşir kadınları ve güzel kızlarının buluşmalarına tanıklık yapan yalnız başına garip bir qastaldî.
Sabah uykudan uyanır uyanmaz çift tenekeyi, sıtılları ya da hebeneyi eline alan qastala çapardı. Qastal başında sohbet, muhabbet, çekiş belki de sevgiliyi görmek vardı. Sabahları ilk işimiz daşraya en az on teneke su dökmek olurdu. Qastalda kablar dor usulü doldurulurdu. Ama hebeneyi doldurmak için dora bakılmazdı. hebenenin suyu soğutması için erkenden doldurur yerine bırakırdık. Evlerde buzdolabının olmadığı zamanlara denk gelir benim çocukluğum…
-Qız nene niye bıraxmîsan qastala gidem? Bax hebenede bî damla su yoxtır.
“qız bahan bax hele
al hebeneyi elen
çapa, çapa apar
paporun başındaki qastala
doldur getir
çırtoneğin altındaki
gezemeğin başına bırax”
Demesine fırsat vermeden nenemin, evimizde hem kuyu suyu hem de çeşme suyu olmasına rağmen hebeneyi, sıtıllları, tenekeleri kaptığım gibi, qastala çapardım. Qastal başı kaçırılır mı? Hal hatırın sorulduğu, dertlerin paylaşıldığı, tatlı çekişlerin olduğu, çamaşırların kırklandığı, çocukların oynadığı, dedikodu kazanının kaynadığı adeta buluşma noktasıydı. Az da olsa mahallenin güzel kızlarının sevgililerini gördükleri, bakıştıkları, mektuplaştıkları yerdi qastal başı. Yaşamı solumak gibiydi qastal başında buluşmak…
Qastal başına gelen usulca sıraya girer, tenekeler, sıtıllar nizami bir şekilde sıraya dizilir, mahallemizin dili tatlı, güzel kadın ve kızları hem sıra bekler hem de ayaküstü sohbet ederlerdi. Bir sohbet ki unuttururdu evi, barkı, damdaki beyaz sıtareli taxtî, sinideki tomates suyunî, beşikteki uşağî, teşteki xamurî, ataştaki kazanî, güneşteki badyeyî, dibekteki qexveyî, maltızdaki tırşiğî ve en önemlisi qaynanayî…
-Kele bacım bilisen axşam bizimki eve zil zurna serxoş geldi. Zıqqumun kökünî içê belki, bağırdî, çağırdî, vurdî, qırdî, töktî, canım çıxaydî uşaxlarî yataxtan çıxardî, xaşladî. Onî Şex Êbdulqadır Geylanî’ye hevale etmîşem. Kan kusa, parçasî havadan gele, Allah belasınî vere belki.
-Êle söleme bacım yazıxsan, bela yedi qapıyî dolanır gene gelir seni bulır.
-Wax bacım hêç beni sormîsan. Qaynanamla çekiştığ. Esbap yıxîdığ, sabunî teştte unutmîşam diye, ê sen görêdin benim başıma ne êtti. Benim de hêrsim çıxtî teşti êle bıraxtım, yıxamadım. Bilîyem axşama oğlınî doldurır benim canıma salar o goşto qarî. Elî iki yanında teneşure uzana ki qurtulam ondan.
-Qız eyi etmîşsen, ma ne olîdi hama sabun teştte kalmîş kalmîş. Dünya başına yıxıldî sanki.
-Kele bacım hêç bilmîyem ki bugün ne bişirem, şaşmîşam kalmîşam bu yemaxnan. Qusıl ömür olmîya doğrî dürüst para bıraxmî bî de yemeğin de en êyîsini istî. Qızzıl kurtun kökünî yêyê belki.
-Ben, meftüne bişirecağam sen de hama eşkilî xıloriq aşî bişir, at ögüne.
-Hele bahan bax baxam, bu qız kimin qızîdır? Boyi fidan gibi, qara qaş, qara göz, agzi burnî êynî fındıx gibidir. Elî, ayağî deyîsen zahar gün yüzî görmemiş.
-Vi ma nasıl tanımîsan, görmüm çırtik Sılto’nun qızîdır. Sahan yaramaz, gözî dört oynî, adamakıllî bî qız bulağın Şexo’ya.
-Vî vî aklıma geldi, qure Meyro’nun qızınî istiyağın.
-Qız bahan bax, Allah’ıma oraya gelmîyem, eger gelirsem saçın, pırçegin kor tavox gibi pırçiklerem, çabbox kendi doran geç!
-Xanımın qızına bax hele, dêyîsen belki qurqur paşanın qızîdır.
-O sıtılî alıram başan geçirirem, hadır dorun gelî, bekle ma!
-Kele anam baxtıza düşmîşem, bırağın bu çekişi, ma ne olmîş, hama önce o doldursın eve gêtsin. Beşikte qırxlî uşağî var. Qıyamet qopmîş, nedir bu êcelez?
-Ma ne oli, babazın xerine sırayî bahan verin, dama çıxacağam daha, taxta yataxlarım durî, sıtaram güneşin altında qıjik oldî, tomatez suyınî siniye tökeceğam, bî de badyeyi güneşe bıraxmîşam ki su ısına. İçinde bî qırtik su yoxtur, uşaxların başınî yıxayacağam.
-Toprax başan olmîya hele oğlan bax ne haldadır? Xırnîgî, şorîgî birbirine karışmîş. Sizde bahan qarî olcaxsız têw lo lo. Ev yıxanlar. Size ekmek vermağ heramdır. Wê ma niye bêlesiz?
Bu tatlı çekişmeler, sohbetler, dedikodular, muhabbetler sürüp giderken, mahallenin yakışıklısı görünürdü köşeden. Yakışıklının da yüreği qastal başındaydı. Qastala el yıkama bahanesiyle yaklaşırken yürek çığlıklarını sığdırdığı birkaç satırlık, ucu yanık nameyi, eli eline değmeden sevdiğinin eline tutuştururdu. Sevdalısı, mahallenin en güzel ve en utangaç kızıydı. Tüm utangaçlığıyla, pır pır ederken yüreği, belalısından aldığı nameyi al basmalı entarisinin kapaklı cebine çaktırmadan yerleştirirdi. Heyecandan al basan yanaklarına fiske vursan kan fışkırırdı. Eğer manzarayı çaktıysa mahallenin ayaklı gazeteleri, vaylar geldi mahalle güzelinin başına. Tirajı yüksek gazete olan ayaklı gazetenin manşetinde dedikodu alır giderdi başını.
-Vuş anam daş yağacak başımıza! Bu qız hêç utanmî, ar heya kalmamîş.
-Sen inanîsan anasî bu qızı o beradayîye vêre. Ölîsini o oğlanın çinine vermez. Axşama qeder küçede aşoğ atî.
-Toprax qızın başına olmîya, ma kor olmîş bu qız! Boş bettal beden diblerinde tolas tolas gezene göynünü vermiş. O sutala kim qız verir?
-Êle söleme bu göyüldür. Bu çağlarda insanın gözî kor olî.
-He Valla kor olmîş, ma ben bilmîyem, o qızî kimler istemî kimler! Toxtorlar, abukatlar, mühedisler istî, o yox sölî hepsine.
Sürüp giderken dedikodular, tatlı çekişmeler, sohbetler, nihayetinde sıra bana gelirdi. Qastaldan billur gibi akan Hamravat suyunu sıtıllarıma doldurduğum gibi dikkatli adımlarla sallanmadan, sağa sola bakmadan suyu dökmeden eve taşırdım. Zira qastaldan su taşımanın da bir adabı vardı. Eğer yürürken suyu döke döke götürürsen hem qastal başında gelin kız beğenmeye gelenlerin diline düşerdin, hem de evdekilerin.
-Kele bacım bu kimin qızîdır? Hele bax yolda giderken her yeri oynî, sıtılları boş götürecağ eve.
-Onun yürümağî êledir, karışma êle arsız bir qızdır ki, qapîlara yazılmîya, uy hêwar, baxtan düşmîşem, o tarafa baxma! Çox çırığ bî qızdır.
-Qız boynun qopmîya, nerde kaldın? Kazan dibine yandî.
-Geldim geldim. Ma senin sabrın yoxtır?
-Geldin ama hebenenin suyî savuğ olmaz, dayın gelende savuğ su istese ne yapacağığ?
-Vuş kele sıtılî boş getirmiş, tew lo lo sen de bahan qız olacaxsan, qussılömür olmîyasan, sahan qastala gêtmağ yassağ!
Mahçup bir şekilde nenemin dediği gibi hebeneyi çırtonegin altındaki gezemegin başına, sıtıldaki suyi kazana, dibinde kalanı da quncikteki kortiğin içine dökerdim ki ‘eko gelende su içsin. Kim dinler yasağı masağı? Daşraya su dökmek bahanesiyle sıtılları elime alır, çapa çapa qastala aparırdım her seferinde…
Şen ve esen kalın Tigris Haber’i izlemeyi de ihmal etmeyin Değerli Okurlar.