Mümin Ağcakaya
Tigris-Haber Yazım hayatına şiirle başlayan ve öykülerle devam etmek isteyen Şair ve yazar Nesrin Erdoğmuş ile Melik Ahmet Paşa caddesindeki tarihi bir mekânda açılan Mezopotamya Konağında; şiir ve edebiyat üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
Merhabalar sizinle şiir ve edebiyat üzerine bir sohbet gerçekleştireceğiz. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Diyarbakır bir şair için ideal bir kent midir?
Diyarbakır bir şair için, bir edebiyatçı, bir sanatçı için ilham veren önemli bir kenttir. Çünkü 33 medeniyete ev sahipliği yapmış ve buradan gelen güçlü bir kültürel geçmişi vardır. Bu geçmişin izlerini izlerden mekânlara kadar görmek mümkündür. Dolayısıyla günümüze kadar birçok şairimize konu olan kadim Diyarbakır önemli bir kenttir. Bir kadın olarak tabi ki yazmanın zorlukları da vardır. Diyarbakır da bir kadın şair olarak Diyarbakır da aşkı, sevdayı, şehrimizi, kadınlarımızı, çocuklarımızı, kentimin her güzelliğini yazabiliyorsam, bunları duyurabiliyorsam, bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Kişide biraz yetenek varsa, Diyarbakır’da şiir ya da başka edebiyat türlerinde olsun yazmaması mümkün değildir diyorsun?
Hiç mümkün değil. Eğer içindeki coşkuyu kalemiyle bütünleştirebiliyorsa, yazı kendiliğinden akar. Bir şairin Diyarbakır da konu sıkıntısı çekmesi mümkün değildir.
Öksüz bir çocuğu, sahipsiz bir kadını, töre kurbanı ve cinayetlere kurban olan kadınların öykülerini her zaman yazabilirler. Ama bunu aşkıyla, içindeki coşkusuyla, hayal dünyasının sınırlarını da zorlayarak; o kadının neler hissettiğini şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında, tuvallerinde yansıtabilirler, dile getirebilirler.
Yazara ilham veren çok şey var?
Bu noktada bana ilham veren hiçbir zaman çiçekler böcekler olmadı hiçbir zaman. Bana ilham veren kadınlarımız, çocuklarımız, şehrimiz oldu. Kadim kentin bazalt taşları oldu. Beden dibindeki çocuklarımız oldu.
Nerede doğdun. Nasıl bir aile ortamında büyüdün?
Ben Diyarbakır da Dağ kapı semtinde dünyaya geldim, Mahallem sokağım kuçe çıkmazdı. Bu kuçe çıkmazda ben küçük bir kız olarak büyüdüm. Altı kardeş olarak büyüdük, Annem ve Babam okuma yazma bilmiyordu. Ama mahalle ve şehrimizde zengin bir kültür vardı. Kadınlarımız her sabah eşlerinden önce kalkarak evlerinin önlerini süpürürler, temizlerler. Sonra eşlerini işe uğurlarlardı.
Ben de; küçük iki katlı, önündeki avlusunda mutfağı, banyosu, tuvaleti olan bir evde büyüdüm. Bir kadın şair olarak; bunları konu almak, bunları şiirlerine dökmek çok farklıydı. Beni en çok etkileyen; büyüdüğüm çevremdeki babasız çocukların durumları oldu. O babasız çocukların neler yaşadıklarını, neler çektiklerini, her baba kelimesini duyduklarında içlerinde ne fırtınalar estiklerini gördüm. Bunun dışında kocasını yitiren kadınları, o kadınların hem anne hem de baba olarak neler yaşadıklarını gördüm ve bunların dışında mahallede yaşayan insanların aralarında çok güçlü bir dayanışma ilişkileri vardı. Sevinçlerinde ve üzüntülerinde; varlık ve yokluklarını paylaşabiliyorlardı. Bu ilişkiler bazen evlerden evlere verilen bazen bir tabak yemekle başlar; bazen de komşularımızın ölüsü olduğun da televizyonlarımızın kapanmasıyla devam ederdi. Müziğin hiç açılmadığı evlerimizi gördüm. Annelerimizin bir hastalık olduğu zaman komşusunda ya da bir ölüm olduğu zaman ya da başka zor bir durum olduğu zaman onlara o kadınlara nasıl yardım ettiklerini gördüm ve hepsini yaşadım. Sonuçta bende bir anneydim. Şu an iki çocuğum var. Onlarla büyüdüm onlarla geliştim onlarla okula gittim. Kadınların özellikle annelerin neler çektiklerini çocuklarını nasıl büyüttüklerini gördüm. Komşum olsun, akrabam, arkadaşım, dostum olsun; nasıl davranabileceğimi öğrendim ve bunu kelimelerime dökmek istedim. Bir kadın düşündüm mesela; sahipsiz bir kadın, işi yok. Aşı yok. Kocası yok. Parası yok. Ama çocukları var yanında. Onlarla beraber, onları nasıl geçindireceklerini düşündüm. Onların yetişmesi için bir evlerde veya bir iş yerinde, temizlik yapmaya giden kadınları anlamaya çalıştım. Ben analı babalı büyüdüm ama babasız büyüyen çocukları çok daha fazla anlamaya çalıştım. Çünkü baba kelimesi çok farklı bir kelimedir. Onun ucunda çok büyük bir dağın olduğunu hissettim. Çok büyük bir korunma olduğunu hissettim. Onun için mahallemde ki çocuklarla veya arkadaşlarımla dostlarımla, sırdaşlarımla; babasız büyüdüğü zaman o çocukları her zaman anlatmaya çalıştım, yazdım hatta bir şiirimde ‘‘Oğul’’ o kadar çok farklılık yaratmak istedim ki töre cinayetinde babasını kaybeden çocuğu; annesinin onu ninnilerle nasıl büyüttüğünü anlatmıştım.
Sen büyüdükçe
Kaşını gözünü
Bakışını büyük
Dağa benzetecektim.
Sevgiyle yoğurup
Umuda sarıp öylece
Kulağına fısıldayacaktım.
Bu şiirimi yazarken her zaman babasız bir çocuk vardı karşımda. Babam; ben annemin karnında daha üç aylıkken vefat ediyor ve annem çok sahipsizlikle büyütüyor. Ben bir kadın olarak annemin anlattıklarıyla büyüdüm. Bir yerde onun yaşadıklarını yaşadım. Öyle çocuklarımızı gördüm ki, ben de iki çocuğumu babasız büyüttüm. Töre cinayetlerinde babaları ölen çocukların yaşadıklarını, kimsesiz kadınları kelimelerimle dile getirmeye çalıştım.
Şiir yazmaya ne zaman başladınız?
Şiir yazmaya çok küçük yaşlarda başladım. Ama ilk şiirlerim her zaman için yazılıp yırtılan şiirler oldu. Bu benim öz güvensizliğimden oldu herhalde. Ailemin kültür ve edebiyata önem verememesi de etkili oldu. Çünkü ailede böyle şeylerle kimse uğraşmıyordu. Benim şiir yazdığımı onlar hiçbir zaman duymadı. İçimdeki coşkuyu bilmediler ve beni anlayamadılar. 2009 yılından sonra hiçbir şiirimi yırtmamaya karar verdim. Bu tarihten beri şiirlerimi biriktiriyorum. Şu an yayınlanmayan bir sürü şiirlerim de var, ama ben daha çok öykü yazmaya çalışıyorum. Çünkü insan öyküleri beni daha çok bütünleştiriyor. Kendimi onlara daha yakın hissediyorum.
Kadın olarak şiir yazmanın zorlukları nelerdir?
Beni dışarı da gördüklerinde aşk şairi sanıyorlar. Aşkları nelere konu olmuş ki, kendini şiirlere vermiş diyenler oluyor. Aslında hiç öyle anladıkları gibi bir şey değil. Benim aşkım bütün çevremle, yaşadığım zorluklarla, şiirlerimle oldu. Ama insanların bir kadını her zaman için aşk şairi olarak görmeleri yanlış bir algıdır. Fakat aşk şiirlerimizde vardır. Ama insanların bir kadını her zaman için aşk şairleri olarak görmemeleri gerekir. Çünkü biz şairler zorluklarla büyüyen kadınlarımızı, çocuklarımızı, yaşamın zorluklarını, coğrafyamızda ki ezikliği dile getirmeye çalışıyoruz.
Başımı göğsüne dayayıp
Uyumak varken
Oysa soğuk
Mahpushane koğuşu
Gibi odam
Şiir yazarken nasıl bir ruh haliniz oluyor?
Gülerken şiir yazılmıyor. Acılarla şiir yazılıyor aslında.
Dışarıdan çok kendisini bilen, duygularını hiçbir zaman çevreye belirtmeyen insan olarak görülebiliyoruz. İç dünyamızdaki fırtınalar bizi o kadar derinliklere taşıyor ki, iki yüzümüzün olduğunu görüyoruz. Biri çevreye yansıttığımız yüzümüz. Diğeri de dışarıya yansıtmadığımız; içimizdeki o kasırgaları, fırtınaları yaşayan ruh halimizdir.
Şiirin sözleri büyülüdür denir. Şiire bu büyüyü katan nedir? Şairin ruh halimi yoksa kelimelerin gücü müdür?
Aslında kelimelerin gücüdür desem yanlış olur. Çünkü bazen öyle kelimeler var ki bizim yaşadığımız duyguyla yan yana getirdiğimiz zaman çok basit kalıyor. Şairin içindeki ruh hali diye düşünsek. Ben öyle düşünüyorum.
Ruhunu katmazsa o zaman ruhsuz cümleler ortaya çıkar. Okuyucuda bundan zevk alamaz. Zaten okuyucu da bunu hisseder?
Şairin içinde ki ruh haliyle kelimelerin örtüşmesi o şiire, dizelere daha bir tat daha bir lezzet verir. Okuyanlar da her zaman kendinden bir şey katar. Biliyorsunuz insanlar şiir okudukları zaman kendilerinden, kendi yaşantılarından, kendi yaşam tarzlarından bir kesit bulurlar. Şairin ve kelimenin gücü birleştiğinde çok daha güzel şeyler ortaya çıkar. Okuyucu hissettiği zaman o dünyaya girer ve o zaman şiir akılda kalır. İz bırakır.
Şiirin, edebiyatın gerçekçiliğinden elbette boşuna bahsedilmiyor. Gerçekçi olması gerekiyor. Yoksa sadece kurgu üzerine yazılanlar çok kuru ve duygusuz kalabilir.
Ruh katılmadığı zaman, yürekte hissedilmediği zaman, yaşamdan kopuk olduğu zaman yavan kalıyor. Nasıl bir yemek yaptığınızda ona sevginizi kattığınızda daha lezzetli oluyorsa, şiir de öyledir.
Okuyucu gerçekçi bulursa o yaşamın içine girer. Kendisini içinde hissedeceği, kendisiyle örtüşen yönlerini yakaladığı zaman amacına ulaşmış olur.
Okuyan biliyor ki karşı taraf bu acıyı çekmiş, kendisine de uzak olmadığını hisseder, yaşanmışlıkları orada bulabilir.
Şiir çok etkili ve eski bir edebiyat biçimi olarak; yüzlerce yıl önce yazılmasına rağmen hala zevkle okuyoruz. Kimisi türkülere bile konu olmuştur. Müzik olarak da zevkle dinliyoruz. Sizce şiire bu etki gücünü kazandıran nedir?
Bence bu etki gücünü kazandıran insanın içinde yaşadığı duygudur. Yaşamı gerçekçi biçimde kelimelere dökmesidir. Kelimeler arasındaki ses ve söz uyumdur. Şair kendisinin ve çevresindeki insanların yaşamını ve onların karşılaştıkları zorlukları, aralarındaki aşkları; beyniyle, yüreğiyle hissedebilmesidir.
İnsan bir şeyi okuyorsa, müzik dinliyorsa kendisinden, yaşadığı çevreden bir kesiti görebiliyorsa, yazıda dile gelenlerin benzeri yaşanıyorsa, içinde hissedip, bunu duyumsayabiliyorsa, yazılanlar amacına ulaşmış demektir.
Yaşadığını aktarıyor ama bunu estetize ederek, kendi ruhuna uygun olarak ifade ettiğinde bu durum kendi içinde evrenselliği barındırıyor. Bir değer yarattığı için bu evrensele ulaşıyor. Yoksa hiçbir şair ben evrensel şiir yazacağım diye yazmaz. Özgün olarak yazılanlar, sanat kuralları çerçevesinde ortaya çıkan eserler sonunda kendi yolunu buluyor.
Rüyalarıma kırmızı karanfiller
Demet demet dizilir
Yıldızlar arasında ışıldayan
Kuyruklu çoban yıldızı gibi
Beyaz mendilleri çıkartırım cebimden
Uçurtmalarıma takar
Gökyüzüne doğru uçururum.
Şair şiiri yazdığı zaman insanlar okusun diye de yazmaz. Biz yazarız duygularımızı ifade ederiz. İnsanlar okur o zaman insanlar kendinden bir şeyler bulduğu zaman yerelliğini aşarak, sınırlar ötesine ulaşır.
Şiir yazdığınız zaman bir kenara koyup daha sonra tekrar üzerinden geçiyor musunuz?
Şiirlerimi yazarken bir kaç gün bekletir sonra tekrar üzerinde geçerim. Çünkü şiirin de bir demlenme süresi vardır. Bazen bakıyorum ki yazmak istediklerimi yazamadığımı, içimde ki coşkuyu tam yansıtamadığımı görüyorum. Kullandığım kelime anlatmak istediğimi tam olarak ifade etmediği oluyor bu yüzden yazdıklarımı tekrar gözden geçiririm.
Genelde şairler yazdıklarını beğenmiyorlar. Duyguları daha yoğun olduğu için kelimeleri yetersiz görüyor. En uygun kelimeleri bulana kadar onu eksik görüyor.
Şiir bekledikçe demlenir ve kelimeler duygularını, hissettiklerini yansıtma yeterli gelmeyebilir. Ya da o duyguyu ifade edecek kelimeyi bulana kadar, kelimeler şairin kafasında oturana kadar, şair için o şiir eksiktir.
Şiir yazmak için ne gerekli, herkes şiir yazabilir mi? Herkesin içinde bir şair yatıyor mu? Kişi bu yeteneğini ne zaman açığa çıkarabilir? Ne yapması gerekiyor?
Kültür birikimi olan insan eğer duyguları da coşkuluysa şiir yazabilir. Şiir yazmak farklı bir şeydir. İçindeki duyguları, yüreğindeki acıları kelimelerinle yeterli görebiliyorsan ve bunu yazabiliyorsan şiirde, öyküde, roman da yazabilir. Karşılaştığım çok sayıda insan, benim çok şiirim var diyor. İnsanların bir şair gibi duyumsaması, bir sanatçı gibi estetik düşünmesi, bir edebiyatçı gibi ayrıntılara dikkat etmesi çok güzeldir. Bu toplumsal zenginliği geliştirir. Her yazılanın illa basılacak diye bir şey olmayabilir. 2011 yılında bir etkinlik için Elazığa gittiğimde, biriyle karşılaştım. Bana bir tomar kâğıt verdi. Orta yaşlı bir beydi. Bunlar benim şiirlerim bir okur musun dedi. O etkinliğin kalabalığı içinde çantama bırakmışım. Aradan bir zaman geçti. Çantama bakarken kâğıtları çıkardım. O kadar güzel şiirler yazmıştı ki. Fakat kitaplaştırılmamıştı. Onların güz yüzüne çıkmasını çok isterdim. Sonra o beyin yaşamadığını öğrendim. Üzüldüm. İnsanlar çok güzel şiirler yazabiliyorlar. Duygularını çok güzel kelimelere dökebiliyorlar. Ama kendi öz güvenleri ya da maddi koşulları olmadığından, yayınevlerine verip nasıl yayınlatacaklarını bilemediklerinden, yayınlatacakları yayınevi bulamadıklarından, ortaya çıkamıyor.
İnsanlar basılmazsa bile yazmalı mı?
İlla bastıracağım diye yazılmamalı. Basılmasa bile yazılmaya devam etmelidir. Hiç ummadığı bir zamanda basılma koşulları oluşabilir.
Bir toplum da insanların; sanatla edebiyatla uğraşıyor olması bir gelişmişlik göstergesi midir?
Gelişmiş toplumların çok okuduklarını görüyoruz. Dolayısıyla çok okuyanlar bir biçimde bunu çeşitli ürünlerle dışarı yansıtmaktadırlar. Benzer bir özellik Diyarbakır’da da var. Okuyan bir kenttir. Diyarbakır’da havasından mı suyundan mı, bazalt taşlarından mı? Çok sayıda insan şiir yazıyor. Bu olumlu, geleceğe umutlu bakmamızı sağlıyor.
Aileler içinde anlatılan çiroklar, dengbej kültürü daha çocukken onda bir alt yapı oluşturuyor. İnsanlarda bir duygu yoğunluğunu yaşatıyor. Bu ortam da insana yazma eğilimini mi geliştiriyor?
Eskiden bizim şehriye gecelerimiz vardı. Kadınlar büyük bezleri açarlar. Hamurlarını yoğururlar. Çocuklar önceden komşulara bugün bizde akşam şehriye kesilecek diye haber verirler. Annem bizi de götürürdü. O şehriye kestiğimiz zamanlar, kadınlar öyküler, masallar anlatır, şiirler, maniler okurlar. O şehriye geceleri aslında bir nevi kültür sanat ve edebiyata verilen değerleri de gösterir. Bunlarla büyüdük.
Özellikle Diyarbakır da şiir yazmak çok daha kolay çünkü kültürel alt yapısı çok zengin ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Kültürel alt yapısı gelişkin ve çok köklü bir geçmişe sahip bir şehir konumundadır.
Yağmadı bu sabah yine yağmur
Akmadı penceremden
Sessiz su tanecikleri
Oysa her bir damlası
Ruhumu ıslatacaktı
Kitaplarınızın isimleri, Sessiz Çığlık Ve Bulutlar Ağladı, Umut, Cesaret ve Gökyüzü gibi isimleri hep hüzünlü, neden?
Hüzün benim hep içimde var. Yüzüm çok güleç bir insanım. Ben gülen insanların acılarını hep derinlerde barındırdığına inanan bir insanım. Dışarıdan görüldüğüm zaman çok pozitif enerji veren bir insanım. Fakat hüzün bir şairin içinde her zaman vardır. Gözlerinde vardır, göz bebeklerin de vardır. Benim Sessiz Çığlık kitabım 2013 yılında çıktığı zaman ben içimdeki bütün çığlıkları, kitapla bütünleştirdiğime inanıyorum. O Sessiz Çığlığımı aslında haykırdım. Ve Bulutlar Ağladı ben göz kapaklarımı, göz bebeklerimi hep buluta benzettim. Onlar hep ağladı aslında. Belki sabahlara kadar ağladığı oldu. Ama o sabahlara kadar ağladıktan sonra elini yüzünü yıkadı, tertemiz giyindi. Topluluğa karıştı. Yine güldü diye düşünüyorum. Hüzün içimde var. Ama Umut Cesaret ve Gökyüzü kitabımın ismi; ben ve iki çocuğumu benzetmemden kaynaklanıyor. Her zaman için umudu küçük kızımda görmüşümdür. Cesareti büyük kızımda görmüşümdür. Gökyüzü ise ben anneleriydim. Onları etrafımda kollarımla sarmaladım. Bu kitabımda hem şiir hali hem de öykü hali vardır. Hüzünle büyümemin bir yansıması olsa gerek.
Yeni hazırladığınız kitabınız var mı?
Nasip olursa TÜYAP Fuarına yetiştirmeye çalışıyorum. İnsan hayatlarından, yaşananlardan oluşan öykülerin yer aldığı bir kitap olacak. Her insanın kendi hayatlarından bir şeyler bulabileceği öyküler olacak. Onların yüreklerinde kendi yaşam kaynaklarından bir parça bile olsa kendilerini gösterebilirsem, ne mutlu bana diye düşünüyorum.
Bir kadın hakları savunucusu olarak özellikle kadınlara mesajınız var mı?
Bir aktivist olarak da, yazan bir kalemin toplumda yer almasına birçok sivil toplum örgütlerinde bulundum. Engelli derneklerinde bulundum. Son olarak kanserle yaşam derneğinde kanserli hastalarla beraber oldum. Onların toplantılarına katılarak, onların yaşadıkları yaşam öykülerini dinliyorum, onlarla kimi etkinliklere katılıyorum. Hasta ziyaretlerinden bir gün sonra onların ölümlerini duyduğumda, bende derin yaralar açıyor.
Kadınlarımızın da biraz da sahalarda çalışmasını isterim. Birçok babasız, annesiz çocuğa el atmasını, hiçbir şey yapmasa bile bir kucaklamasını isterim. Engelliler yaşamlarını kolaylaştırmak onlara destek çalışmalarına katılabilirler.
Kadınlar hiçbir şey yapamıyorlarsa yurtlarda kalan çocuklara bir anne şefkatini gösterebilirler. Engelli bir derneğinde bir engellinin gözü kulağı, ayağı olabilirler. Veya bir kanserli derneğinde bir hastaya destek olabilirler.
O zaman kadınların çığlıkları artık sessiz olmasın diyorsun?
Tarihin uzun zamanından beri çığlığı zaten sessizdi. Bunu kırarak sesinin çıkması, herkesin duyabileceği bir sese dönüşmesi, zincirlerini kırabilmesi için sosyal yaşamın içinde daha aktif olarak yer alabilmelidir. Yoksa bu tarihsel kaderini nasıl değiştirecek. Dolayısıyla erkek egemenlikli bir toplumun yerine eşit bir toplum yaratılmak isteniyorsa; sessiz çığlık herkesin duyabileceği sese dönüşmelidir.
Çok teşekkür ediyorum. Ağzınıza yüreğinize sağlık.
Ben teşekkür ediyorum.