Yanlış Hesap Davos’tan Döndü Gibi -1
Müslüm Üzülmez
1960’lı yıllarda Abdullah dedemin 50’ye yakın koyunu vardı. Bir yaz gecesi kurtlar hewş dediğimiz çitle çevrili alanda bulunan koyunlara saldırdı. Evin çoban köpeği korkusundan sesini çıkartmadığı gibi sıvışıp kaçtı. Kurtlar bir değil, çok sayıda koyunu gırtlaklarından, nefes borularından ısırarak, sadece ihtiyacı olabilecek bir iki tanesini değil, doğaları gereği ihtiyaçlarından daha fazlasını, 6-7 tanesini parçalamışlardı. Farkına vardığımızda iş işten geçmişti; dedem koyunları parçalayan kurtlardan çok, köpeğin ses çıkarmama hainliğine kızmıştı o zaman.
Kapitalizm eşitsizlikten beslenerek gelişir. Serbest piyasa dediğimiz şey, eşitsiz gelişimde kurtlar saldırısıdır. Çok uluslu şirketler ve onların taşeronları tıpkı aç kurt misali, kimsenin gözünün yaşına bakmadan, acımadan her şeye saldırır. Kurtlukta düşeni yemek kanun olduğundan, kurt düşmemeye dikkat ederek saldırır. İhtiyaçlarından ya da piyasa kuralları gereği olarak değil, dedemin koyunlarına saldıran aç kurtlar gibi, doyumsuz bir iştahla doğalarında var olan saldırma güdüsüyle saldırır, hem de küresel boyutta.
Günümüzde serbest piyasa kurtları saldırılarında “bana bana bana” amentüsüne sarılıp her şeyi kendilerine istiyorlar. Kalkınmadır, Verimliliktir, Refahtır bunlar makyaj, bütün dertleri “amansız hırs”la paranın geometrik artışını sağlayıp zenginliğin çok küçük bir azınlığın elinde toplanmasına ve zenginin daha zengin olmasına çalışıyorlar; her şeyde ve her yerde tam hâkimiyet istiyorlar. Hani bir zamanlar Ajda Pekkan’ın bir şarkısında söylediği gibi “para para para” nakaratını tekrarlayıp riyakârlıkla ellerindeki enformasyon ve iletişim kanalları marifetiyle ve şeytani hilelerle renkli vaatler sunuyorlarmış kanısını oluşturarak paranın padişahları olmak istiyorlar. (Paranın padişahlığının olduğu yerde demokrasinin adı olur, kendisi olmaz!)
George Orwell bu para hırslı gidişatı 1936’da yazdığı bir romanında ironik bir şekilde anlatır. Bırak Aspiditra Yaprakları Uçuşsun isimli romanın kahramanı Gordon Comstock, ilke olarak paradan ve maddecilikten vazgeçmeye karar verir ve sonra hayatı alçaltıcı, tiksindirici ve boğucu bulur. Yaşadığı olaylar ona yoksulların hiçbir biçimde kutsanmış olmadığını gösterir. Sonunda zambak türü bir salon süs bitkisi olan aspiditrayla simgeleştirilen burjuva değerine dönme noktasına varır. Gordon Comstock, Kitabı Mukaddes’ten bazı insanların nikâh törenlerinde okuduğu bir bölümü, zamanın ruhuna yakışacak bir şekilde, I. Korinthoslular' davar olan bir parçadaki “Sevgi” sözcüğünün yerine “Para”yı koyarak meramını, kendi kutsalını anlatır:
“Ne kadar insanların ve meleklerin diliyle konuşsam da, param olmadı mı, öten bir boruya ya da çınlayan bir zile dönüşürüm. Ve ne kadar kehanet hünerine sahip olsam ve bütün gizemler ile bütün bilgileri kavrasam ve de dağları dümdüz edecek kadar tam bir inanç taşısam da, her üçünde karar kılmış durumdayım, ama bunların en yücesi paradır.” (Aktaran: Charles Handy, Ruhun Arayışı, Boyner Holding Yayınları, Çev: Nurettin Elhüseyni, 1998, İstanbul, s.24-25.)
1936’da kutsalların eğer “en yücesi para” ise, günümüz serbest piyasa döneminde kutsallığın “en yücesi” acaba nedir?
Louis-Ferdinand Céline, Gecenin Sonuna Yolculuk romanında bu soruyu kısmen yanıtlar: Para, “yani Dolar, gerçek bir Kutsal-Ruh, kandan bile daha değerli(dir)” der. (Yapı Kredi Yayınları, s.220.)
Zamanında, paranın değeri ile paranın miktarı arasındaki ilişkiden hareket ederek Para Talebi Teorisi’nin geliştiricisi ve kapitalizmin savunucusu olan John Maynard Keynes (d. 1883-ö. 1946) geleceği önceden görme becerisinden olacak ki, istemeyerek de olsa bir uyarıda bulunur:
“Modern kapitalizm mutlak biçimde dinsizdir, içsel birlikten yoksundur, kamu ruhu pek yoktur; her zaman olmazsa bile çoğu zaman mülk sahiplerinin ve mülk peşinde koşanların basit yığışımlarından ibarettir. Böyle bir sistemin ayakta durması için son derece başarılı olması gerekir.” (Charles Handy, s.42.)
Evet, sistem başarılı oldu ve hâlâ ayakta. Ama ne pahasına?
Dünya genelinde uluslar üstünde gezinerek tüm insanlığa ait olan yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi ülkelerine/şirketlerine taşıma, köle ticareti ve emek sömürüsünü acımasızca sürdürme, hak ve özgürlük isteyenleri fiziksel olarak yok etme ya da baskı ve işkenceyle susturma, faaliyet gösterdikleri ulus-devletlerin çoğu yöneticilerine yüzdeler vererek dedemin çoban köpeği gibi ulus ötesi şirketler karşısında sessiz kalmalarını sağlama pahasına sistem başarılı olup ayakta kalabildi; yaşıyor ve sermaye de “tekel”lerde toplandı. Yetmezmiş gibi, tekellere yasalar üstü dokunulmazlık kazandırıldı.
Bunların “Kendi yatırımcıları dışında hiç kimseye hesap vermeleri söz konusu değildir.”(Charles Handy, s.89.)
Dillerinden düşürmedikleri “herkese özgürlük” onlar için yalnız bazılarına sınırsız zenginlik demektir. İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın gelir adaletsizliğine ilişkin raporu,gelinen insanlık dışı ahlaksız bu durumu çok çarpıcı verilerle ortaya koymaktadır. Rapora göre dünyanın en zenginlerini oluşturan yüzde 1’lik kesimin serveti, 6,9 milyar insanın (neredeyse geriye kalan herkes) servetinin iki katından fazlasına denk düşüyor. (Haber ajansları/20 Ocak 2020) Yine İngiltere merkezli Hıristiyan Yardım adlı kurumun verilerine göre; “en tepedeki on süpermarket zincirinin yıllık cirosu dünyadaki en yoksul 35 ülkenin gelirine denktir.” Daha can sıkıcı ve düşündürücü olanı ise; “ABD merkezli bir aile şirketi olan Cargill’in sadece kahveden elde ettiği ciro, kahve çekirdeklerini satın aldığı Afrika ülkelerinin tümünün GSMH’sindan daha büyük” oluşudur. (Charles Handy, s.89, 188.)
Burada sormamız gerekmez mi: Ahlak, Vicdan, Merhamet ve Adalet bunun neresinde? Kalkınma, Verimlilik, Refah denilen şey bu mudur?
(Devamı haftaya…)