Yangın Yerinde Gül Bitmez!

Şeyhmus DİKEN

 

 

Başbakan Ahmet Davutoğlu kendi Diyarbekir’ine geldi, konuştu ve gitti. Manşetlere yansıdığı kadarıyla konuştuklarını izlemeye çalıştım. Konuşmanın birçok yerinde açık uçlu tartışmaya açık kısımlar olmakla birlikte şunu ifade edeyim ki; Başbakan keşke böylesine bir hazırlığı “savaş hükümeti” başbakanı gibi bölgede fiili savaşın bütün acımasızlığıyla devam ettiği bir zamanlama içinde yapmasaydı. Ama yaptı ve devletin gücünü göstermek üzerinden bir ifadesi oldu o kadar…

Sur, sur olalı beri bunca yoğunlukta bir polis yığılmasına evsahipliği etmemişti. Polis Özel Harekâtçılar, resmi özel timler ve çok sayıda sivil polislerin yanında siyah takım elbiseli o kadar çok özel korumalar vardı ki şaşırmamak elde değildi.

Gazi caddesine açılan istisnasız bütün sokakların girişi bariyerlerle kapatılmış, şehirde hayat fiilen durmuştu. Sur esnafından biri çok haklı olarak “Bugün de başbakanın gelişi nedeniyle kepenk kapamak zorunda kaldık” diyordu.

Dikkatimi çeken birkaç başlığa değinmek istiyorum. Diyordu ki başbakan; “Acele kamulaştırma gibi hukuki adım mülkiyet haklarını kesinlikle tehlikeye sokmayacak ve teminat altına alınacak”. Durum sahiden böyleyse neden yasal itiraz süresi bir ay ile sınırlı olan acil kamulaştırmada ısrar! Ayrıca bir başka soruda şu; eğer yönetim gücü hukuktan alınıyorsa çıkardığın yasa mı geçerli, yoksa “siz bakmayın yasaya, aslolan benim sözümdür” mealinde olan bir “devlet büyüğü”nün sözü müdür esas!

Doğrusu bu noktada açık bir yanıltma olduğu kanaatindeyim. Vatandaşlara acil kamulaştırma ile adrese, isme ve alenen tebligat yapılıp ev veya işyerlerinin değer tespitine karşılık gelen paraları banka hesabına yattıktan sonra pek fazla da geriye bir şey kalmamış oluyor. İtirazlar, uygulama esnasındaki hukuki sürecin akıbeti maalesef bu ülkede çok da iyi bir “sicil” vermiyor. Ayrıca “uygulama”ya dair kamu yararı gerekçe gösterilerek hukuki yollara başvurulamayacağı yönünde de yine “acil” kodunda yaptırımlar olduğu da bir başka gerçeklik.

Bir başka tartışamaya açık konu şu: Başbakan diyor ki; “Sur içinde hangi noktadan bakarsanız bakın hiçbir yapı Ulucami minaresinden yüksek olmayacak”. İşte, biri başbakana demeli ki asıl sorun da bu ya! Mesele Ulucaminin ya da bir başka caminin minare boyunca kaldırılan ruhsatlı ya da ruhsatsız yapılar değil. Mesele, suriçinde minarenin boyunda yapı olmasında! Hatta bunu bir Başbakanın ağzından dillendirmektedir mesele!

Sur içi koruma amaçlı imar planındaki ölçü yerden yüksekliği 11 ile 13 metre arasında olan Diyarbakır Sur ve Burçlarıdır. Suriçinde yapılmış ya da yapılacak geleneksel ya da modern yapıların yükseklik ölçüsü surların altında olmak durumundadır. Sadece cami minareleri ve kilise çan kuleleri surlardan baktığınızda ya da sur dışından baktığınızda görülmelidir. 1940’lı yılların fotoğraflarına baktığınızda görünen bu tablodur. Başbakan ya dersine iyi çalışmamış, ya da teknik danışmanları kafalarına göre bir sur planlama motifi çizmişler…

“Ulucamiyi, İçkale’yi, Hazreti Süleyman Camiini ve diğer tarih ve kültür değerlerini gözümüz gibi koruyacak usulüne uygun restore edeceğiz” diyor Başbakan. Oysa fiili olarak devam eden ama kalktığı söylenen sokağa çıkma yasağı sonrası hâla vatandaşın giremediği yasaklı mahallelerde bir yandan yıkım devam ederken öbür yandan kamyonlarla hafriyat taşınıp Dicle kıyısına dökülüyor. Yıkılan binalardan artakalan yıkıntılar içinde tarihi binalardan taşınmış işlenmiş taşlar, sütun başları bulunduğu haberi basına da düştü. Bu ne biçim bir koruma ve restorasyon ki, hiçbir ayrıştırma yapılmadan yıkıntılardan toplanan hafriyatlar nehir kıyısına boca ediliyor. Bu ayrıntı bile duyarsızlığın dik alasıdır.

Bir de gelecekteki Sur tasarımı ile ilgili bir animasyon gösterildi. Hiçbir ruhun olmadığı tümüyle masa başında çalışması yapılmış bir yapsatçı müteahhitlik örneği kabilinden animasyon. En hafifinden Gazi Caddesi boyunca iki noktada kenti yaralayan yer altı çarşıları üzerine hiçbir vurgu yok. Ulucaminin önündeki yer altı çarşısı hakkında kamulaştırma kararı bile yok. Peki, o meydanda nasıl inanç turizmine dair “iş” yapılacak.

Başbakan’ın duygusal metaforla surda ev sahibi olmayı istemesi anlaşılır bir şeydir. Fakat mesele bu denli basit ve geçiştirilecek duygusallıkta değil elbette. 

Ve elbette aslolan beşbin yıldır şehir dokusu olarak insanıyla birlikte hayatın kesintisiz akıp geldiği suriçi ya da Amid, Amida, Amed, Diyarbekir şehri için sahiden insanın mümkün olduğunca “az” mekânların da sahici mekânlar olmayacağı belki de imitasyon gibi duracağı bir tasarım var.

Basına düşen kimi kayıtlara göre suriçinin yasaklı mahallelerindeki yıkımları işaret ederek “suç” işlendiği ifadesini kullanmış kimileri. Çok safdillilik! “Suç işlendiği” ifadesi yetersiz kalır. İnsanına bunca zulüm reva görülen bir atmosferde mekânına yapılan devede kulak kalıyor maalesef.

Bu sebeple “Yangın yerinde gül yetiştireceğiz” diyen başbakana “Bad’el Harab-ül Basra” sözünü hatırlatmak lazım…

Yerel dinamikleri katmadıkça, ortaklaşmadıkça yanlış yapmak kaçınılmaz sayın Başbakan…

Şeyhmus Diken 5 Nisan 2016 Diyarbekir

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.