“Yalanın gücü, doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru ise yalnızdır.” der Yaşar Kemal. Bununla da hem bir gerçeği hem de içinde bulunduğumuz dönemin ruhunu kendince tanımlar. Yalan ile doğru arasındaki bu diyalektiği en iyi anlatan süreç bu olsa gerek. Yalanın bu kadar geçer akçe olduğu bir başka dönemi yaşayanınız var mıdır bilmiyorum ama ben görmedim. Siyasetin bu denli yalan üzerine kurgulandığı bir başka dönemi de hatırlamıyorum çünkü. Aslında toplumsallığın yitirilmeye başlandığı, insanın varlığının özü olan toplumsallığın yerini egemen olanın hükmünün geçmeye başladığı sınıflı toplumun aldığı son şekil ile beraber yaşanan bir ikilem olarak karşımıza çıkar yalan ile doğru arasındaki diyalektik. Hep bir arayış vardır bundan sonra. Birileri kendi sistemlerini yalan bir dünya üzerine inşa etmeye çalışırken birileri de buna karşı doğru olanın yaşanması arayışı içindedir. Bu mücadele hep süre gelmiştir. Yer yer zihinler çarpıtılarak yalanın bir hak olduğu, dönemin hakikati olduğu şeklinde egemenlerce olup bitenler anlatılıyorsa da bu yalana karşı koyan güçlerin her zaman dayanağı olmuştur doğruyu inşa etme arayışları. Bu gerçeklik hala bütün çıplaklığıyla kendisini dayatır durumda. Ancak Kapitalist Modernite güçleri günümüzde toplumu o kadar manipüle eden bir özellik göstermektedir ki artık;’’ neyin yalan neyin doğru olduğu’’ önümüzde koca bir sorun olarak durmaktadır.
Bunun üzerinden Türkiye gerçekliğini bir kez daha sorgulamak gerektiği kanısındayım aslında. Son yaşananlar bir şeyi çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi. Bir yalan cumhuriyeti ve bunun son temsilciliğini yaptığı iddiasında olan bir iktidar gerçekliğini. Son açıklamalar, bunlara verilen tepkiler, rejimin gerçekliğini bir daha göz önüne serdi. Kirlenmiş bir rejim gerçekliği. Yalan üzerine inşa edilmiş bir sistem. Doğruyu manipüle eden, tek doğru olarak kendisini gören, bunu topluma tek hakikatmiş gibi yansıtamaya çalışan, yansıtan bir iktidar gerçekliği var karşımızda. Bunu yaparken toplumun değerlerine bağlıymış gibi bunu yansıtan bir tutumu da var. Bazen şaşırıyorum doğrusu kimi değerlendirmeleri görünce. Ancak iktidarın yüzündeki bu maske de son açıklamalarla kısmen de olursa düştü. Hala buna direnildiği de bir gerçek. Bu bir yönüyle hala rejimin kirlenmiş gerçekliğinin hâkim olduğunun da göstergesi. Yalanlar üzerine kurgulanmış bir sistem kendi içindeki çeteleşme, mafya zihniyetinin açtığı gediklerden onarılamaz yaralar almaya başladı. Bizce bilinmeyen şeyler miydi bunlar? Tabi ki değil. Biz bu filmi doksan altılar da da izlemiştik. Senaryosunu okumadan sonucu tahmin etmekte güç değil bizim için bu nedenlerden dolayı. Hükmü geçen kirlenmiş ve yalanlar üzerine kurgulanmış bir özel savaş rejimi. Yaşanan bir deşifrasyon gibi gelebilir. Ya da bir ‘’ temiz toplum’’ beklentisi içine girenler de çıkabilir aramızdan. Ki ilk açıklamalar yapıldığında bu beklenti içine giren insan sayısı, sosyal medya basın v.b üzerinden takip edebildiğim kadarıyla fazlaydı. Her zamanki gibi uzun bir süre sessiz açıklamalara, yayınlanan videolara sessiz kalınması toplumu bir beklenti içine sokmadı değil. Daha sonraki ilk açıklamalar bir gerçeği de açığa çıkardı. Rejimin şu kirlemiş gerçekliğini değiştirmeye dönük içine girilecek en küçük bir girişimi dahi kaldıramayacağı… Nihayetinde verilen demeçlerde bu yalan dünyasını sahiplenme dönüktü. Neden? Çünkü iki tarafın birbirini korumaya, kollamaya ihtiyacı vardı. İktidar mahkumlarının bundan başka da bir alternatifleri yok gibiydi. Hep derler ya iktidar kirletir diye. Siyaset anlayışı olarak kirlenmiş, kurdukları yalan düzeninden vaz geçemeyecek kadar vicdanlarını yitirmişlerin doğruyu arama, hakikati bulma gibi bir dertleri olamazdı, olmadı da. Sahiplendikleri ortaklaşarak oluşturdukları yalan dünyalarının taa kendisiydi. Kirlenmişliğin bir sistem halini aldığı özel savaş rejimini sahipleniyorlardı aslında. Amaç sistemin kirlenmişlikleri üzerinden kendini var etmek olunca doğruya ulaşmak mümkün olmaz. Hedeflenen de doğru değildir bu durumda. Ben kurduğum yalan dünyayı daha fazla nasıl yaşatırım felsefesi hâkim olandır. İktidarı tek hakikat olarak görür bu felsefeye sahip olanlar. Yasalar, iktidarın olmanın verdiği îmkan, olanaklar daha çok bu yalan dünyanın korunmasına dönüktür. Yaşam flulaşır. Birilerinin eli her tarafa uzanır. Amaç var olanı korumak, kendi iktidarını sürekli kılmaktır. Kendi mantığı işler, hakim olan kendi yasalarıdır. Halka dair bir şey yoktur bu ortamda. Her şey zevahiri kurtarmak içindir.
Bütün bunlara rağmen yalan ile doğru arasındaki diyalektik işler. Yalanın teşkilat kurmuş olması işin özünü değiştirmez, değiştiremez de. Doğru yalnız olsa da ruhu gereği bir gün geçer akçe olacaktır. Bu toplumsal gerçekliğin işleyiş diyalektiğidir. Bunu başarmak için bir tuğlayı da bizim çekmemiz gerektiğini unutmayalım. O dönem geldi de geçti bile. Yalanın olmadığı günler dileğiyle.