Yalan

Mustafa Nesim Sevinç

Çoğumuz etrafımızdaki yayılan yalancılığın ekseriyetle farkında bile değiliz.

San Francisco Belediye Başkanı Willie Brown “Özgeçmişlerinde yalan söylemeyen kimseyi tanımıyorum” demiştir. Çünkü özgeçmişlerdeki “yeterliliklerin” çoğu kazanılmamış derecelerin listelenmesidir.” Öyle ki Profesyonel dünyada, özgeçmişlerin bile şişirildiği varsayılıyor. “Diplomalar gibi.”

Bir gün, “Tiyatronun kulisinde yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da hızlanmış. Pek çok kişi yanarak can vermiş.

Fransız tiyatro yazarı ve oyuncusu Moliere, oyununu oynarken sahnede kan kusmaya başlar, yere yığılır. Herkes bunun oyunun bir parçası zannederek ayakta alkışlamaya başlar. Moliere ölüme alkışlar içinde gider. Aynı gece saat 10’da veremden ölür.

Kierkegaard Meseller kitabında şöyle diyordu: “Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek. Savaşlar, açlıklar, salgınlar, ölümler, katledilen hayvanlar. Yanan bir dünya, kan kusan bir doğa ve bir tiyatro gibi sanki olup bitenden habersiz seyreden biz insanlar.”

İnsanlar tarih boyunca “yalan” söylemişlerdir. Bugün de söylüyorlar, yarın da söyleyeceklerdir.

“Yalan ona inanmaktan hoşlananlar çoğaldıkça doğru sayılmaya başlar” Demiş Konfüçyus. Çünkü yalanlara inanırsak, sonunda kendimiz hariç kimseye güvenmemeyi öğreniriz.

Ama geçmişte yalancılar, yalanlarını çoğunlukla tereddütle, bir endişeyle, biraz suçlulukla, biraz utançla, en azından mahcubiyetle söylerlerdi, bugün ise “yalan” günümüz dünyasının tüm seviyelerinde normal hale geldi.

Bu dönemin yalancıları, yalan söylemede, bir ustalık ve ince ayrım geliştirmişler. Yalan söylemeyi “ileri bir sanatmış” gibi bize pazarlıyorlar, yalan söyleme fırsatları sürekli mevcut, yalanlarını gizleme araçları bol, üstelik yalanları yakalananlar cezalandırılmıyorlar da.

Postmodern filozoflar, rutin olarak “nesnel gerçekliği” reddedip, “tüm gerçeği” basitçe “sosyal inşa ve icat” olduğunu öne sürüyorlar. Yani postmodernistler, “iktidardaki otoriteler kendi otoritelerini desteklemek adına, gerçeği basitçe icat ediyorlar” diye iddia ediyorlar. O zaman bu mantığı takip edince, “yalan söylemek bir özgürleşme aracı oluyor.”

Örneğin, politikacılar “doğru mu? Yerine “işe yarar mı?” sözünü kullanıyorlar. Aslında bu kavram, sanki yalan söylemiyormuş gibi, yalan söyleyebilen bir düşünceyi ifade ediyor.

Yalancılar kendilerini zeki insanlar olarak kabul ettiklerinden, gerçeği gizlemek için gerçeklerin ayarını bozup yeni gerekçeler üreterek “kendilerini yalancı olarak görmeden” gerçekleri gizliyorlar. Bu yalancıların davranışları pratikte, gerçek değerlerimizle çeliştiğinde, yaptıkları tek şey, değerlerimizi yeniden kendilerine göre değerlendirmek, ahlaklıda düşünmek istemediklerinden, basitçe bizim gerçek “ahlak” anlayışımıza alternatif ifadeler icat ediyorlar.

“Yalan” sözcüğü yerine, “yanlış yaptık,” “abarttık,” “hata yaptım,” “kandırıldım” diyorlar. Aslında “dürüst değildim” “yalan söyledim” söyleyemediklerinden, “aldattım” terimi yerine daha oynak “aldatıldım” gibi yalan olan buna benzer kavramları hayatımızın her alanında yalanlarını çok rahat kullandıklarını görüyoruz.

Bizler için “gerçek” hala “yalanın”, “sahtekârların”, “gelişigüzel hukuk uygulamalarının” ve topluluk bağlarını gevşeten “akademik palavraların” karşısında duran bir kavramdır. “Gerçek” bu bağlamda geleceğin en büyük garantisidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.