VİDEO - Son Ozan ölmeden!

VİDEO - Diyarbakır'ın son halk ozanı Aşık Zülfi Yoldaş, kentin ileri gelenlerine sitem etti.

Ali Abbas Yılmaz -Harun Aytulun /Özel

Tigris Haber - Diyarbakır’ın 75 yaşındaki arbane ustası ve son halk ozanı Aşık Zülfi Yoldaş, deneyimlerini genç kuşaklara aktarabileceği bir çalışma ortamı istiyor.  19 şiir kitabı bulunan Yoldaş, kentteki iş insanlarına ve ileri gelenlerine sitem ederek, “Bu kentin öz çocuğuyum. Ölmeden önce sahip çıkın” dedi.

Diyarbakır son halk ozanının da yitirirse!..

Müzik hayatına gördüğü bir rüya ile başlayan Aşık Yoldaş, Diyarbakır’ın iş dünyasına ve ileri gelenlerine seslendi: “Ben Diyarbakır’da son ozan olmam hasebiyle eğer yarın ölürsem ve başka bir memleketten bir ozan buraya gelir de bir aşığınız çıksın karşıma atışalım dediği zaman Diyarbakır’ın büyükleri, ileri gelenleri kimi çıkaracaklar onun karşısına? O zaman dizlerine vururlar, ah vah ederler ve kültür dalında ne kadar büyük bir insan kaybettiklerini o zaman anlarlar ama iş işten geçmiş olur. Diyarbakır’ın ileri gelenleri kültürüne, büyüklerine sahip çıksınlar.”

Aşık Zülfi Yoldaş: İbrahim Tatlıses Diyarbakır’da olduğumu bilse ziyaretime gelir

Ünlü ses sanatçısı İbrahim Tatlıses’i Diyarbakır’da bir gazinoda sahneye çıkardığını ifade eden Aşık Yoldaş, Tatlıses’e acil şifalar diledi ve ekledi: “İbrahim bilse ki, Diyarbakır’dayım, Ulu Caminin karşısında Fevzi Çakmak pasajında, köhne bir yerdeyim inanın ki o bana sahip çıkar. Fakat bilmiyor tabii ve ben de kendisine şifalar diliyorum. Hastadır kendisi ve dualarım hep onun üzerindedir. Çünkü güzel bir insandır; sanatı da güzeldir, insan olarak da güzeldir, mert bir insandır.”

Diyarbakır’ın 75 yaşındaki son halk ozanı Aşık Zülfi Yoldaş, Diyarbakır iş insanlarına ve ileri gelenlerine seslendi.

1950 yılında Diyarbakır’ın Dicle kazası Bozova köyünde dünyaya gelen Yoldaş, 65 senedir Diyarbakır’da müzikle uğraşıyor.

Rüyamda aksakallı bir adamdan saz dersi aldım

 Müzikle tanışma hikâyesini aktaran Yoldaş, şöyle konuştu: “ Geceleyin damlarda yatardık. Annem bir perde çekerdi ve biz beş altı kişi tahtaların üzerinde yatardık. Bir gece baktım ki, kalabalık bir ortamdayım. Aksakallı bir adam elinde sazla girdi içeri. Sazı kime verdiyse çalamadı ve en son getirip bana verdi. Aksakallı yaşlı adam bana rüyamda sesleri çıkış noktalarını, perdeleri, sazın tutuş, vuruş şekillerini o gece bana öğretti. Ve o andan itibaren rüyamda çalıp söylemeye başladım. Bir ara baktım annem beni çağırıyor, rüyadan uyandırmaya çalışıyor. ‘Oğlum gece yarısıdır, komşular yatıyor, ayıptır, sesini kes, bu ne şarkıdır?’ diye annem beni uyandırdı. Anneme rüyamı anlattım.”

‘Heybeliada’da çamların dibinde bu ilmi söktüm’

 Müziğe bir rüya ile adım atan Yoldaş, sonraki sürecine ilişkin şunları söyledi: “Daha sonra İstanbul’a gittim ve Tahtakale’den 35 liraya bir saz aldım. Almış olduğum o sazımla Heybeliada’da 5 sene kaldım. Heybeliada’da çamların dibinde bu ilmi söktüm ve ardından Diyarbakır’a geldim. O zamanki eski paralar hala yanımdadır. Ben Diyarbakır’a geldiğimde Ayşe Şan beni turneye aldı. Ayşe Şan benim hocamdır. Diyarbakır’da Çağlayan gazinosunda işe başladım. Yani, 25 – 30 yaşlarımda Çağlayan gazinosunda akşam dokuz on arasında program yaptım. Ben o sıra programlara çıkarken İbrahim Tatlıses de gelir beni sahnede izlerdi. Bazen de derdi ki, Urfa’dan misafirler gelmiş, beni de sahneye çıkar birkaç eser de ben okuyayım. Ben de İbrahim’i sahneye çıkardım ve yarım saat program yaptı. İbrahim o zaman ‘ayağında kundura’ ile meşhur oldu.”

 ‘Sanatçılıktan memurluğa geçiş yaptım’

Müzisyenliğe devam ettiğim sırada (1977) Et Balık Kurumu’nda işe giren Yoldaş, “ Sincan Tavuk Kombinasında daktilo memuru olarak göreve başladım. Yani, sanatçılıktan memurluğa geçiş yaptım. Daha sonra Diyarbakır’a tekrar geri döndüm ve sahne hayatıma konserlerle, turnelerle devam ettim. İlk müzik dershanesini 1979’da Diyarbakır’da açan benim” dedi.

 Müzisyenliğimin yanı sıra aynı zamanda şiir yazan Yoldaş’ın, 19 tane şiir kitabı var. Yoldaş, en son yazdığı şiiri Tigris Haber ile paylaştı.

Beni sevenleri ben candan severim

Yanlış yapanlara kızsam bile dua ederim

Bir yerde sevgi yoksa oradan çeker giderim

 

Ben ezelden barıştan yanayım, savaşı hiç bilmem

Kalemim varken silah kullanmam

Kimsenin inancına kesinlikle dokunmam

Mazlumları çok severim zalimleri savunmam

Ben mazlumlardan yanayım, zalimleri bilmem

 

Fakir insanlar benim başımın tacı

Benlik davasının yoktur ilacı

Yoksullar dünyada çekiyor acı

Açları gördükçe tokları bilmem

 

Her Mecnun’un bir Leyla’sı vardır

Aşık olan bir insana bu dünya zindandır

Çektiğim bu alemde cevri cefadır

Bundan sonra sevdiğim mevladır Leyla’yı bilmem

 

Aşık Zülfi Yoldaşım ben haktan yanayım

Beni seven kullara candan kurban olayım

Aradığın zaman beni ben dost pazarındayım

Benim sevdiğim haktır ben batılı bilmem

‘Yüz binden fazla arbane yaptım’

On senedir Suriçi’nde küçücük bir dükkânda arbane yapan Yoldaş’ın, arbane yapımına başlamasının öyküsü şöyle: “Bundan 30 sene evvel bir hocamın evinde yanında oturuyordum. Biri içeri girdi ve Arbane kasnağının elinde kaldığını söyledi. Alipaşa’da sofi Muhammed ölmüş ve ondan başka da Arbane yapan yok. Yaz günüdür ve ben de bir tefekkür ettim, dedim ki, ben şimdi bu arbane’nin derisini alır suya koyarım. Şirez getiririm (tutkal) etrafına çekerim, çiviyle de çakarım ve çok güzel olur. Ve o elinde kırık arbanesi olan adama dedim ki, bu işi ben yaparım. O güne kadar da bu işi hiç yapmamışım. O zaman Anzele’nin suyu gür akardı. Sofi Mehmet vardı ve orada dericilik yapardı. Sofi Mehmet’ten bir deri aldım ve aynen dediğim gibi yaptım; tutkalladım, çiviledim ve bir saat sonra deri kurudu. Jiletle kestim kenarlarını ve getirip arbane’yi sahibine verdim. Arbane’yi çaldı ve çok beğendi. O günden sonra da kime arbane lazım olduysa yanıma geldi. Bugüne kadar yüz bin tane arbane yaptım. Arbanelerim Çin’e kadar gitti. Avrupa’nın her tarafına arbane gönderim. Benim Batmanlı gezici bir bayiim var, her seferinde 80 – 100 tane arbane alır ve döviz bazında bunları satar. Kolay değil Çin’e kadar 14 saat yol yapıyor ve geri geliyor. Neyse diyeceğim o ki, benimle birlikte bu işi yapan herkes yükseldi gitti ama ben yerimde kaldım. Çünkü bu dünyada üreten kazanmıyor, satıcı kazanıyor. İrfan bey var hem sağlıklı bir dostumdur hem de yardımcımdır ve onunla birlikte günde 20 arbane yapıyoruz.”

19 Şiir kitabı…

Ayşe Şan’ın talebesi ve aynı zamanda komşusu olan Yoldaş, “Ayşe Şan ile Arbedaş mahallesinde komşuyduk. Aşık Zülfi Yoldaş derseniz beni Diyarbakır’da tanımayan yoktur. 19 tane şiir kitabım var ve 45 senedir şiir yazıyorum. Şimdi emekliyim ve Suriçi’nde Süleyman Nazif sokaktaki dükkânımda 10 senedir arbane, davul yapıyorum. Müzikle hayatıma devam ediyorum” ifadelerini kullandı.

Tatlıses bilse ziyaretime gelir

Ünlü ses sanatçısı İbrahim Tatlıses’i bundan 42 yıl önce Diyarbakır’da sahneye çıkardığını ifade eden Aşık Yoldaş, “İbrahim Diyarbakır’da olduğumu bilse beni ziyaret eder” dedi. Aşık Yoldaş, yıllar önce yaşananlara dair şunları söyledi: “1977 yılında Diyarbakır’da Çağlayan gazinosundayım İbrahim Tatlıses yanıma geldi. ‘Urfa’dan misafirlerim gelmiş, beni sahneye çıkar’ dedi. İbo’yu sahneye çıkardım ve ona yarım saat program yaptırdım. Baktım güzel bir yorum, şahane bir ses. O zaman benim sesimin iki katından okuyor. Helal olsun dedim. O gece İbrahim Tatlıses’i çok takdir ettim. Aynı zamanda çok centilmen ve kibar bir insandı. Sonra İbrahim ‘Ayağında kundura’ ile çok iyi bir çıkış yaptı, şöhret oldu. Bugün imparator oldu ama gel gelelim ki, o şuan benim burada olduğumu bilmiyor. Burada olduğumu bilse inan ki ziyaretime gelir. Burada olduğumu bilmediği için de onu kınamıyorum. İbrahim mert bir insandır aynı zamanda. Çok insanlara ev almış, onları evlendirmiş. Kendisini taktir ediyorum. İbrahim bilse ki, Diyarbakır’dayım, Ulu Caminin karşısında Fevzi Çakmak pasajında küçücük bir dükkânda, köhne bir yerdeyim inanın ki o bana sahip çıkar. Fakat bilmiyor tabii ve ben de kendisine şifalar diliyorum, hastadır kendisi. Dualarım hep onun üzerindedir. Çünkü güzel bir insandır; sanatı da güzeldir, insan olarak da güzeldir, mert bir insandır.”

‘Azer Bülbül’e beste verdim’

 Yoldaş, sanatçı Azer Bülbül’e beste verdiğini belirterek, “İstanbul Unkapanı’nda Barış Kasetçiliğin sahibi Zaza Şeyhmus benim sevdiğim bir dostumdur. Azer Bülbül zaman zaman yanıma gelirdi ve ona beste verirdim. Rahmetli en son benden iki tane beste aldı. Para teklif ettiler ama almadım. Dedim ki, ne zaman eserler çıkar, tutulur ona göre para işini konuşuruz. Azer’e Diyarbekir bedeni ve Mezar taşlarından ibret alsana isimli bir deyiş verdim” diye konuştu.

‘O zamanlar bir huzurumuz vardı’

Son 50 yılda Diyarbakır’daki değişime işaret eden Yoldaş, “Diyarbakır’ın kökü değişti. Eski zamanlarda belediyenin 50 – 60 tane kadın çöpçü işçisi vardı. Güneş doğmadan o kadın işçiler süpürgelerini alır, Diyarbakır’ı süpürmeye başlarlar ve tertemiz yaparlardı.  O zamanlar Diyarbakır’da cereyan yok, her taraf akrep kaynıyor. Kapılar pencereler gece gündüz açık, hırsızlık olayı yok. Gece damlarda yatardık.  O zamanlar bir huzurumuz vardı. Herkes birbirini tanıyor, seviyor. Biri hasta olsa herkes başına toplanıyor. Aç olanın karnı doyuruluyor. Herkes pişirdiği yemekten komşusuna birer tabak götürür. Şimdi açlıktan ölseniz üst katın sizden haberi olmaz. Şimdi ise şartlar çok değişmiş. Bir köy gelmiş bir apartmana yerleşmiş. Kimse kimseyi tanımıyor. Apartmanda kimler oturuyor bilmiyoruz. Dairelerde çift kapı var” şeklinde konuştu.

‘Diyarbakır’ın kültürü için hayatımı ortaya koydum’

Diyarbakır iş dünyası ve ileri gelenlerinin kültür, sanat üretimlerine kayıtsız kaldığını belirten Yoldaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyarbakır’da sanat için yapılması gereken çok şey var fakat yapan yok. Ben bir halk ozanı olarak 50 senedir bu işi yapıyorum. Artvin’in Yusufeli kazasına Aşık Kemali geldi ama onunla muamma dalında atışabilecek kimse yok Diyarbakır’da. Ben çıktım karşısına ve onu alt edip sazını elinden aldım. Benim gibi 19 şiir kitabı olan ve 46 senedir yazan bir halk ozanı var Diyarbakır’da ama bugüne kadar Diyarbakır’ın büyükleri Allah için söylüyorum halimi soran olmadı. Bilhassa zengin tabakadan ve şehrin ileri gelenlerine sesleniyorum; bir Allahın kulu birgüne birgün dükkânımın kapsını açıp ne yapıyorsun, ne haldesin diyen olmadı. Ben Diyarbakır’ın kültürü için hayatımı ortaya koydum ama hiç kimse Allah rızası için beni ne sordu ne Allahın bir selamını bana verdi. Böyle şeyler benim çok ağrıma gidiyor. Elin memleketinde aşıklar baş tacı ediliyor. Bizim bu Diyarbakır’da ise belki de diyorsunuz hepsi ölmüşler. Öyle zenginler var ki, derdini anlattığında insan diyor ki, onlara bir sadaka verelim. O kadar ki ağlıyorlar. Biz bu yoksul, fakir halimizle ayıptır söylemesi gelen giden herkese yemek ısmarlıyorum, çay ikram ediyorum. Fakirler, açlar için yemek bırakıyorum. Ama biri Allah için biri bir gün bana bir ekmek vermedi. Bunları geçtim, bir halk ozanı olarak bugün elimde doğru dürüst çalabileceğim bir sazım yok. Bu Diyarbakır zenginlerinin bir ayıbıdır. Buradan sesleniyorum onlara vallahi bu durum onların ayıbıdır. Benim gibi bir aşığın eğer çalacak doğru dürüst bir sazı yoksa vallahi bu onların eksikliğidir. İnsan büyüğüne böyle mi sahip çıkar?”

‘Diyarbakır’ın öz be öz çocuğuyum’

Diyarbakır’ın yerlilerinden olduğunu ifade eden Yoldaş, “Diyarbakır’ın her sokağını gezen, taşını toprağını bilen bir insanım. Diyarbakır’ın öz be öz çocuğuyum. Dışarıdan gelme değil, gerçek bir Diyarbakırlıyım. Ben Diyarbakır’da gözümü dünyaya açmışım. Eski Diyarbakırlılar bilir kapılarda iki halka vardı. Birisinde halka birisinde hanımeli vardı. Hanımeli vurduğunda tok ses verirdi ve içerideki bilirdi ki kapıyı çalan bir kadındır. Halka vurulduğu zaman gevşek bir ses çıkardı ve bir erkek kapı açmaya giderdi. Böyle bir kültürü şimdi dünyanın neresinde bulabilirsiniz. Bundan 60 sene evvel içerideki biri kapıyı dışarıdan kimin çaldığını biliyordu. Değirmenler vardı Hazreti Süleyman camisinin orada herkes buğdayını orada öğütürdü. Darıyla buğday karıştırılırdı. O zamanlarda sadece buğday ekmeğini kim bulurdu” diye konuştu.

‘Diyarbakır’ın büyükleri nerededirler?’

Atölyesi olmadığı için deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarma konusunda büyük sıkıntı yaşadığını dile getiren Yoldaş, şunları söyledi: “Ben bir saz ustası, bir arbane ustası bir davul ustası olarak bir atölyemin olmasını isterim. Atölyemde bir üretim yapayım, yanımda insanları istihdam edeyim. Böyle bir imkân elimde yok. İmkânım olsa bir atölye açar, deneyimlerimi genç nesillere aktarırım. Ama yok şu küçücük dükkânda kırmaşmaya yer yok. Buna rağmen bugüne kadar yüzlerce genç yetiştirdim. Udi Yervant benim talebemdir. Ben bu zamanda hala keser, bıçak kullanarak arbane yapıyorum. Böyle iş mi olur, bana bir sürü malzeme lazım. Şuan bulunduğum dükkân sığmıyorum. İki tane arkadaşım gelse nereye oturtacağımı bilmiyorum, ortada kalıyorum. Benim gibi bir ustaya bir yer verilmez mi? Diyarbakır’ın büyükleri nerededirler? Demiyorum mülkiyetini versinler, bana çalışabileceğim bir atölyeyi emaneten versinler. Yeter ki ben bu işi geliştirme imkânı bulabileyim. Milletin memleketinde ustaları başının üzerinde gezdiriyorlar. Diyarbakır’a bakıyorum bizim büyüklerde hiçbir hareket yok. Giderler partiler verirler, dansözlerin göbeğinde şampanya patlatırlar. Boğazda yemek yemek için uçağa atlayıp İstanbul’a giderler, kedisine, köpeğine hizmetçi tutarlar. Ama bir kültür hizmeti için birgüne birgün kimse bir el atmaz. Ayşe Şan gibi büyük bir sanatçı İzmir’de fakirlik içinde öldü. Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etti ama cenazesini bile Diyarbakır’a getirmediler. Allahtan korksunlar, Ayşe Şan’ı 4 kişi işe mezara gömmüşler. Bu olacak iş midir? Diyarbakır’ın büyükleri ölmüş müdür, ölülerine sahip çıksınlar bari. Ayşe Şan’ın vasiyetidir, bari mezarını alıp Diyarbakır’a getirsinler. Dirisine sahip çıkmadığınız bir sanatçının bari ölüsünü getirin. Aslında ben Diyarbakır’ın zenginlerinden ümidimi de kesmişim. Ben sazımı, arbanemi almışım. Benim bu saatten sonra bir tek Allaha ihtiyacım var. Bundan sonra kimsenin kapısına gidip yalvaracak da değilim. 75 yaşında bir ihtiyarım, kafam kulağım rahat küçücük dükkânımda oturuyorum.”

İş işten geçmeden Diyarbakır son ozanına sahip çıksın!

Kadim Diyarbakır’ın yaşayan son ozanı olduğunu ifade eden Aşık Yoldaş, kentin ileri gelenlerine olan sitemini sürdürdü. Aşık Yoldaş, “Diyarbakır’da folklorcu, türkücü, Dengbej, Gazelhan müzik dünyasında çoğunluktadır. Fakat ozanlık dalında maalesef benim dışımda ikinci bir kişi Diyarbakır’da mevcut değildir. Benden önce bir ustam vardı, rahmetli güzel bir insandı. Büyük bir ozandı; Aşık İhsani, onu tanıyanlar çok iyi bilirler. Muamma, taşlama ve koşma dalında bir numaraydı. Onu alt edecek bir başka kimseye ben rastlamadım. Tabii ustam rahmetli olunca bu iş burada benim boynumda kaldı. Diyarbakır’ın şuanda son ozanı benim. Benim dışımda Diyarbakır’da ikinci bir halk ozanı yoktur. Ne acıdır ki, birkaç sene evvel Artvin’in Yusufeli kazasından Aşık Kemali Diyarbakır’a geldi. Diyarbakır’da onunla muamma dalında atışacak ikinci bir kişi yok. Bir gece sahne aldığım gazinoda beni hayranlıkla izlemiş ve program sonunda da çekmiş gitmiş. Demek ki, kader olsa gerek ertesi gün çarşıda bana isabet etti. Dedi ki, Zülfi abi seninle atışmak istiyorum. Ben de dedim ki, kimsin; kendini tanıt. Dedi ki, ben Artin’in Yusufeli kazasından Aşık Kemali, halk ozanıyım.  Ben de ona dedim ki, ben boşa atışmam; eğer seninle atışırsam alt ettiğimde sazını alırım. Kabul edersen atışalım, o da tamam dedi. Yarım saat boyunca Aşık Kemali ile atıştık. Baktım gerçekten de karşımda çok tecrübeli, zorlu bir ozan var. Astronomiden bir soru sordum ona, dedim ki, nedir o ki dünyadan 7 defa küçüktür ve o nedir ki dünyadan 300 defa büyüktür. Ben böyle sorunca Aşık Kemali’nin eli ayağı birbirine dolaştı. Aşık Kemali bunu bilemedi ve benden cevabını istedi. Dedim ki, dediğimin biri aydır biri ise güneştir. Bunun üzerine Aşık Kemali’den sazını aldım. Tabii ben bunu iftiharla söylüyorum. Ben Diyarbakır’da son ozan olmam hasebiyle eğer yarın ölürsem ve başka bir memleketten bir ozan buraya gelir de bir aşığınız çıksın karşıma atışalım dediği zaman Diyarbakır’ın büyükleri, ileri gelenleri kimi çıkaracaklar onun karşısına? O zaman dizlerine vururlar, ah vah ederler ve kültür dalında ne kadar büyük bir insan kaybettiklerini o zaman anlarlar ama iş işten geçmiş olur. Ben buradan onlara sesleniyorum, biraz uyanık olsunlar, kendilerine gelsinler. Eğer Diyarbakır’ın kültürü ile benim gibi bir insan 50 sene uğraşıyorsa ve görmüş olduğunuz pasajdaki şu küçücük dükkândaysa; üç beş talebeye, saz arbane dersi veremiyorsam, elimde de doğru dürüst bir sazım yoksa vallahi bu yüzde 70 Diyarbakır büyüklerinin bir ayıbıdır, eksiğidir. Benim onlara söyleyecek hiçbir sözüm de yoktur. Diyarbakır’ın ileri gelenleri kültürüne, büyüklerine sahip çıksınlar” çağrısında bulundu.

 ‘Ben her zaman sevgide buldum her şeyi’

Son olarak barış mesajı veren Yoldaş, şu ifadeleri kullandı: “Bütün insanlar iyiyi kötüyü biliyor. Dünya insanlarına, halklarına sesleniyorum; niye geçinmiyorlar, geçinsinler. Kardeşlik varken, savaş nedir; savaş aciziyettir. Benim bildiğim akıllı insan hiçbir zaman silaha başvurmaz. Gül varken taş atmaz. Ben her zaman sevgide buldum her şeyi. Ben kimi sevdiysem o da beni sevdi. Bir kedim var sabahları ona yiyecek veriyorum, o da beni sevdi. Bir insan gibi cama vuruyor, yemeğini veriyorum yiyor. Evden işe geliyorum, kedim beni dolmuşa kadar yolculuyor.

‘İki yıldır da Zülfi ustanın yanında arbane yapıyorum’

Aşık Yoldaş’ın yardımcısı İrfan Alataş ise şöyle konuştu:  “İki yıl öncesine kadar İstanbul’da restoranlarda aşçılık yapıyordum. İki yıldır da Zülfi ustanın yanında arbane yapıyorum. Arbane yapmak uğraş istiyor.”

RÖPORTAJIN VİDEOSUNUN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Toplum-yaşam Haberleri