DTSO bünyesinde ‘İklim Krizi ve Kadın’ konulu bir konferans düzenlendi. Daha önce çeşitli bürokratik görevlerde bulunan; çevre ve siyaset bilimcisi, araştırmacı- yazar Dr. Nuran Talu’nun slaytlar eşliğinde verdiği konferans ilgiyle izlendi. Dr. Nuran Talu’nun konferansta dile getirdiği görüşlerinin geniş bir özetini sunuyoruz.
"Dünyada iklim kriziyle birlikte yeni bir ekonomik kalkınma modeli oluşuyor. Bu dönüşüm sürecinde; illerdeki Ticaret ve Sanayi Odalarının uygulamaları ve oynayacakları rol çok değerlidir. Ama bu rolü oynayabilmesi için de; kitlelerle, kadınlarla, gençlerle, sendikalarla, sosyal kalkınma örgütleriyle birlikte çalışmalar yürütmesi gerekiyor.
Kadınların bu soruna duyarlı yaklaşmasına nasıl bakılacak? İçi doldurulacak mı? Yoksa her zaman ki gibi bir kulp mu aranacak? Yoksa; kadınların toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımıyla, bütün insanların iklim krizine karşı nasıl ortak mücadele verebiliriz diye; sorunların merkezine alarak mı yaklaşacağız?
Kriz kelimesini vurgulamamızın ayrı bir önemi var. Daha önceleri iklim değişikliğiyle mücadele derdik. Ama artık mesele kriz noktasında olduğu için, dünya açısından yüzyılın sonu pek parlak görülmüyor. Bu sorunun bir ekonomik kalkınma meselesi olmasının yanında; sosyal, adalet, etik boyutunun yanında; toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından da bakmak gerekecektir.
İklim değişikliğiyle ilgili mesele siyasal bir konudur. Kömürle büyümek siyasi bir tercihtir. Doğa odaklı büyümek başka bir tercihtir.
Çevreciler ve iklimciler gelecek için konuşuyor. Gelecek için neyi istiyorduk da yapamadık? Büyümek istiyorduk ama büyümenin getirdiği sorunları çözemedik. Sonuç da elimizde ne kaldı? Dünya ekolojisinin; hizmetlerini, nimetlerini anlayamadık. Hepsi bizim zannettik. Aslında doğanın bize sunduklarının farkında değildik. Hem kötü niyetle hem de bilmeden yaptık. Yıllar önce Fırtına Vadisi, İkiz Dere’de bir kamuoyu çalışması yapıyorduk. HES’ler zincir gibi diziliyorlar ve orada sular artık çağlaya çağlaya akamıyor. İnsanlara soruyorduk; ‘Bu HES’ler işinize yarıyor mu? Bu HES’lere ne diyorsun? Sizin hayatınızda ne değişti?’ Dediğimizde yaşlı bir amca;’Geceleri uyuyamıyorum’ demişti. Nasıl? Dediğimizde; ‘Ben uykuya; çağlaya çağlaya akan su sesiyle girerim.’ demişti.
Bu her şeyden önce bir insan hakkı ihlali, sağlık hakkı ihlalidir. Dolayısıyla biz bunu anlamadık. Kim kazandı? Kapitalist birikim; o yalan dünyada sürdürülebilir dediğimiz bir kalkınma modeli, muhteşem karlar elde etti. Fosil yakıtçılar; en başta kömür, petrol ürünleri ve doğal gaz şampiyon oldu. Kabondioksit emisyonları nedeniyle özellikle kömür, çeşitli sera gazları, karbondioksit ve eşdeğeri gazlar; küreyi ısıttı. Kim kaybetti? Doğa ve Adalet.
Dünya 150.000 yılda 1 derece ısındı, son 150 yılda da 1 derece ısınması felaketin başlangıcıdır
150 bin yıl içinde dünya bir derece ısınmıştı. Bu 150. 000 yıl sanayi devrimine kadar gelen bir dönemdi. Son 150 yılda, yani sanayi devriminden sonra dünyamız bir derece daha ısınmıştır. Dolayısıyla atmosfere biz sürekli sera gazlarını salmaya başladık. Fosil yakıtları yani; kömürü, petrolü ve doğal gazı kullanarak bunu yapmaya başladık.
Dolayısıyla gezegenimiz ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldı. Bilim diyor ki; bu sıcaklık artışının 2030 yılında 1,5 dereceyi geçmemesi gerekiyor. Ve bu işin temizliğinin 2050 yılında bitmesi lazım diyor. Eğer 1,5 dereceyi geçerse bugün başlamış olan etkiler durdurulamayacaktır. Yani kadastrofi dediğimiz şu anda Avustralya’daki etkiler gibi sonuçlarla daha sık karşılaşacağız.
Bu orman yangınlarıyla iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi iyi görmek gerekiyor. Küresel iklim değişikliği yeryüzünün tabanını ısıttı. Ve biz yüz elli yıldır bu ısınmayı konuşuyoruz. Avustralya’nın toprakları buna maruz kaldı. Bu yangınlar piknik alanında birisinin çıkardığı kıvılcımla ilgili bir şey değildir. Birden bire parlayan, durdurulamayan ve tüm adayı etkisi altına alan bir olaydan bahsediyoruz.
Bu gidişle ilerde tayfunlar, kuraklıklar, sıcaklık dalgaları bütün bunlar sıradan hale gelecek. Kent afetleri, kent selleri kendini göstermeye başladı bile. Artık arabalarımızın bagajlarında herhangi bir su taşkınına karşı tedbirli olacağız.
Şu anda Türkiye açısından bakıldığında Türkiye’nin ısısı 0,9- 1 derecede olduğu söylenmektedir. Bölgesel olarak bu rakamlar değişmektedir. Türkiye Akdeniz havzasında ve en sıcak ısınma bölgelerinden birisindedir.
Küresel ısınma esasen iklim değişikliğinin bir nedenidir. Basit anlatımıyla daha çok sera gazı gönderdiğimiz için atmosfer tıkandı. Yeryüzüne inen ultraviyole ışınları belli açılarla yukarı çıkıyordu. Kürenin ısınması ve atmosferdeki değişikliklerden dolayı bu dönüşü yapamaz oldu. Küre ısınınca iklim değişti. Atmosferdeki suyun döngüsü değişti. İşte o seller, taşkınlar bu nedenle oluyor. Yani biz sadece kuraklıkla ilgili bir şeyden bahsetmiyoruz. Bilim diyor ki; daha fazla fosil yakıta, kömüre, petrole ve doğal gaza dayanarak ekonomik büyümeye artık atmosfer müsaade etmiyor. Doğa yüzünüzü güneşe, rüzgâra, bio gaza ve jeo termale dönün demek istiyor.
İklimsel kriz gün geçtikçe geri dönülmez noktaya doğru ilerliyor. Kritik eşik aşıldığında; iklim etkilerini azaltmak için bütün dünya termik santrallerini çalıştırmasa, arabalar dursa, herkes bisiklete binse ya da doğal gazdan çıkıp güneş veya rüzgâr gibi enerji kaynaklarına dönülse bile bu iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini yaşamaya başlayacağız. Dolayısıyla ona uyum sağlamak zorundayız.
Çevre krizi, çevre katliamı olduğu için iklim değişiyor. Artık bundan sonrası sosyal ve ekonomiktir. Kritik eşik aşıldıktan sonra; artık sıfır atık projesiyle de iklim sorunlarını çözemezsiniz. Çünkü atık denetimi meselenin sadece bir parçası olmaya başladı. Yaşadığınız kentin, iklim değişikliğine karşı, iklime dayanıklı bir şehir olmasını istiyorsanız, ekonomiden kaynaklanan; yukarıya, atmosfere gönderdiğimiz kabondiokside eşdeğerde sera gazı salınımlarını yutacak olan yeşil alanlar yapılması gerekecektir. Yani kentin ekolojik envanterinin yapılması ve sıfır karbon açığı denilen dengeyi bulursak ancak o zaman iklim dirençli kentler ortaya çıkarılır.
Çevre krizi bizim başımıza niye geldi?
Çevre krizi kapitalist bir kriz olduğu için o büyüme vahşiliği içinde her şey; o eşitsizliklerle başladı. Egemen insan kendini bütün doğanın sahibi zannetti. Biz emrimize verilmiş bir doğayı mahvettiğimiz için şu anda harakiri yapıyoruz. Ama doğa da rövanşını almaya başlıyor. İklimin bilimini çok doğru algılamazsak; hava tahmin modelleri ile iklim politikalarını birleştirmek gibi bir hata yaparız. Halbu ki hava tahmin modelleri; yarın şemsiye alacak mıyım? Gibi hava tahmin modelleridir. Tabi ki meteolojik olarak çok değerlidir ama iklim modelleri, 150.000 yıla ışık veren modellerdir.
İklim değişikliği gündemlerimizi de belirlemektedir. Buzulların erimesinden, deniz seviyesinin yükselmesine, su güvenliğine hatta gıda fiyatlarına, gıda güvenliğine kadar zincirleme birçok konuyu etkilemektedir. Bunların hepsi iklim dostu olmayan tarımsal politikalardan olumsuz etkileniyor.
Yağış düzeni, su sıkıntısı, artan sıcak hava dalgaları, hastalıklar, doğanın dengesinin bozulması, tarımsal kaynakların tehdit altında olmasına karşı; hem devletler hem de devlet dışı aktörler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, kanserle mücadele dernekleri, ticaret odaları, kentlerde iklim mücadelesinin ayakları olan yerel yönetimlerin yaklaşımları çok önemlidir.
Dünyada yeni kuşakların bu konudaki tavırları çok önemlidir. İngiltere’de bu kuşaktan olan bir kadın; ‘doğurmayacağım’ diye grev yaptı. Orada bir akım oluşturdu. Bu kuşak okuyor ve araştırıyor. ‘Bugün değilse ne zaman’, ‘biz değilsek kim başaracak?’ diye sloganlar atmaya başladılar.
Greta İsveçli bir kız. 13-14 yaşında parlamentoya gidip oturuyor ve okulda grev yapıyor. ‘Okula gitmiyorum’ diyor. ‘Siz bu işi çözmedikten sonra okuyup da ne olacak?’ diyor. Büyük bir kartopu etkisiyle dünyayı harekete geçiriyor. Bu kuşak ‘Gelecek için’ diye her ülkede belli periyotlarla grevler yapıyor. Dört milyon kişiyi Madrit’te bu çocuklar yürütüyor. Bu çocuklar ‘BU NE CÜRET ‘ diyorlar. Yani’ NE HAKLA GELECEĞİMİ ÇALDINIZ?’ diye BM’leri sorguluyorlar. Parlamentolarını ayağa kaldırıyorlar. İngiltere Parlamentosunu iklim acil durumu ilan etmeye zorluyorlar.
Doğanın katliamıyla başlayan bu küresel ısınma, küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliği gezegenin yok edilmesi bizi yok saymaya devam eden erkekler tarafından yapıldı. Bu kadınlar iklim değişikliği ile ilgili eşitsizliğin, adaletsizliğin neresinde olabilirler. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği iklim politikalarını da etkilemiştir. Kadınlar olarak cinsiyet eşitliğini sağlarsak iklim politikalarını da etkileyeceğiz.”
Özel Haber/ Mümin Ağcakaya