Özel HABER/ Mümin Ağcakaya
TİGRİS HABER - ‘Tarihin Arka Bahçesi’ gibi TV programlarından da hatırladığımız oyuncu yazar Pelin Batu, Diyarbakır’da çekilen ‘Sabırsızlık Zamanı’ filminde idealist bir öğretmeni canlandırmıştı. Filmin galasından sonra Yayın Ağacı’nda okurlarıyla buluşan Batu ile Tigris Haber olarak edebiyatı üzerine sohbet ettik.
Kuzuların kesilmesi
Edebiyat hayatında şiirin ayrı bir yerinin olduğunu, hatta çocukluğunda besledikleri kuzunun kesilmesinden dolayı çok etkilendiğini ve o günden itibaren de şiir yazdığını anlatan Batu; “Benim İçin her şeyin başlangıç noktası şiir. İlk şiirimi altı yaşında yazdım. Altı yaşındayken bütün gün kuzuyla oynamıştım. Sonra o kuzuları kesip yediğimizi öğrendiğim anda içimden bir şiir yazmak geldi. O gün bugündür de şiir yazıyorum.
Ama tabi hayat sadece şiir yazarak idame ettirilemiyor. Yayınevleri dahi şiir basmak istemiyorlar. Ama o benim tutkum olarak duruyor. Yazı yazmak demek aslında kendi kuyumuzun içine saklanıp oradaki demlenme sürecini yaşamak demek. Oysaki televizyon programı olsun sinema olsun bir ekiple yapılacak işler. Yazmayı ve bu programları paralel götürmek istiyorum.”
Birçok kitabı bulunan yazar şimdi ‘‘Ağaçların Kültürel Tarihi Üzerine’ çalışıyor.
Televizyonlar gladyatör müsabakaları gibi
Televizyonda tarih programlarına bir süre ara verdiğini şimdi geri döndüğünü, Eylül ayından itibaren çok sevdiğini söylediği prof. Nezih Başgelen ve İlber Ortaylıyla haftada iki program yaptığını, oyunculuk ve televizyonculuk tecrübesinin kendisine çok şey kattığını anlatan Batu, televizyonlardaki tartışmalara ilişkin; “Bana göre televizyonlar böyle gladyatör müsabakası gibi, zira herkes birbirine bir ders veriyor. Ya cehalet atfediyor ya da üst perdeden konuşup eril dil şahlandırılıyor. Bazen şunu hissediyorum. O tür tartışma programlarında ne kadar hararetli tartışma olursa o kadar reytingle ilgili bir mantalite var. Ben de bunun çok ayıp olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun hepimiz farklı çalışmalarla birikimlerle, araştırmalarla, çalışmalarla orada yer alıyoruz. Dolayısıyla birinin birisine daha bilgiçlik taslaması ya da üst perdeden konuşması kabul edilir değil. Özellikle de bahsettiğimiz bu eril tarzda konuşmayla olmaması gerekiyor.”
Celal Şengör olsun, İlber Ortaylı ile olsun kıymetli kişiler, inanılmaz bir hafızaya sahipler. Onlarla konuşunca bir taraftan çok şey öğreniyorum ama bir taraftan da bir şeyler eklemeye çalışınca zorlanıyorum. Çünkü araya girmek bile çok zor. Çünkü onlar hep anlatmaya ve tek anlatıcı olmaya alışmışlar.”
‘Her Şey Bir Hikâyeyle başladı’
“Son zamanlarda mitoloji dersi vermeye başladım. Mitoloji her zaman bana çok ilham veriyordu. Şiirlerimi de çok besliyordu. Mesela ‘Her Şey Bir Hikâyeyle başladı’ diye bir kitabım var. Eski mitleri biraz da feminist bakışla yazdım.
‘Kitapevlerinde kendimi Borlesin Koridorlarında kaybolmuş hissediyorum’
Bana göre kitaplık, kitapevi, kütüphane demek Borlesin sonsuz evrenine girmek demek. Dolayısıyla güzel kitapçılara girdiğimde sanki Borlesin koridorlarında kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum. Şu kitabı da bu kitabı da alıyım diye müthiş bir arsızlık hissediyorum. Bu sefer geldiğimde kendimi durduruyorum. Çünkü bir tane sırt çantasıyla geldim. Yine de duramadım. Oğluma çok güzel kitaplar buldum.
‘Diyarbakır bana kendimi evimde hissettiriyor’
“Diyarbakır’a her geldiğimde bana hep evimde olduğumu hissettiriyorsunuz. Burada olduğum için çok mutluyum. İmza da çok güzel geçti. O açıdan da çok büyük bir heyecan duydum.
Bir şeyler yazınca sanki rüzgâra bir kelam bırakıyoruz ve o nereye gidiyor bilmiyoruz. Ama sonra okurlarımızın gözünün içindeki o pırıltıyı görünce bize bir şevk ve heyecan aşılıyor. Dolayısıyla bu tür imzalar benim için gerçekten doping gibi oluyor. Ve yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Bazen gerçekten de umutsuzlaşıyoruz, yalnız hissediyoruz ama güzel kitapların yazıldığını, güzel eserlerin yaratıldığını gördükçe o yalnızlık ve umutsuzluk yok oluyor.
Buralar Kadim Topraklar ve Kadim Mitler Yeri
“Buraya gelip de nabza göre şerbet veriyorum sanılmasın ama bana göre Mezopotamya dünyanın en güzel toprakları. Kendimi bu toprakların bir parçası olarak görüyor ve çok şanslı hissediyorum.
Boğaziçi’nde okurken doktora tezimi dahi Gılgamış Destanı üzerine yazdım. Dolayısıyla benim için buralar kadim topraklar ve kadim mit’lerin beşiği. O yüzden de buraya her geldiğimde Urfa’ya da Mardin’e de her gittiğimde tüylerim diken diken oluyor. Çünkü sanki geçmiş ve gelecek böyle iç içe giriyor ve yaşıyor.
Kent cıvıl cıvıl, insanları inanılmaz sıcakkanlı ve misafirperver. İstanbul’da onu yaşamıyorum. Dünyanın pek çok yerinde yaşamıyorum. Geçen hafta sonu mesela İsviçre’deydim. Çok güzel Türkiyeli insanlarla tanıştım. Orada hayat çok temiz, steril, hak-hukuk vs. her şey yerli yerinde. Ama ‘sıkıntıdan patlıyoruz’ diyen pek çok insanla tanıştım. Referandum yapıp çalışma günlerini yukarı çekmek istiyorlar. Çalışma gün sayısını arttırmak istiyorlar. Çünkü sıkılıyorlar.
‘GEÇMİŞ’ BU TOPRAKLARIN İLİĞİNE KADAR İŞLEMİŞ.
Dışarıdan Diyarbakır’a çok fazla önyargı olduğunu görüyorum. Diyarbakır’a geleceğimi söyleyince benim yakın çevrem bile; ‘aman dikkat et, aman bir şey olmasın’ kaygı ve telaşındalar. Oysaki buraya her geldiğimde ben kendimi sanki yuvama dönmüş gibi hissettim. Her geldiğimde çok mutlu oldum. Çok heyecan duydum. İlham aldım.
Bana göre; geçmiş bu toprakların iliğine kadar işlemiş. Öyle ki bu geçmiş buraların taşında, havasında, ağaçlarında, bitki örtüsünde yani dokusunda var. Ve en önemlisi de insanlarında var. O yüzden de bu zenginliğin farkında olup müteşekkir olmak gerekir.
Tarihin dip notu
Öteki türlü tabi ki gündelik siyasetler açısından bakacak olursak; sinirlerimizi bozacak, bizi üzecek çok şeyler oluyor. Ama onların sadece tarihin dip notunda kalacağını, asıl meselenin insan olduğunu hatırlarsak bence daha temiz bir nefes alırız. Daha rahatlarız. Polyanacılık oynadığımı da düşünmüyorum. Tabi ki ekonomik sıkıntılar, ülke meseleleri hepimizin canını sıkıyor ve geleceğe dair kaygılandırıyor. Ama bir taraftan da hiçbir coğrafyada görmediğim kadar birbirimize destek olarak, birbirimize sırt vererek, birbirimizi gerçekten güçlendiren bir toplumuz da. O yüzden de burası hiçbir yerle kıyaslanamaz. Her geldiğimde de neden burada daha uzun kalmıyorum diye de düşünmeden edemiyorum.”