VİDEO - Diyarbakır’da camdan, kilden, sanatlar

Rıdvan Kuday Gallery’de seramik ve camdan yaptığı eserleri sergileyen sanatçı Fırat Erdoğan; füzyon tekniğiyle boyayı camın kimyasına nüfuz ettirerek nasıl tasarımlar ortaya çıkardığını anlattı.

Özel Haber/ Mümin Ağcakaya

TİGRİS HABER - Diyarbakır Rıdvan Kuday Galery’de seramik ve camdan yaptığı eserlerini ilk defa sergileyen Diyarbakır’lı sanatçı Fırat Erdoğan, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Seramik ve Cam Bölümünden mezun olduktan sonra çalışmalarını doğduğu kent olan Diyarbakır’da yürütüyor.

Camın kimyasına müdahale

Mezun olduktan hemen sonra 99 yılında Diyarbakır’a dönen Fırat Erdoğan üç yıl eğitim gönüllüleri vakfında görev yapar. Daha sonra Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ‘Yeni Yaşam Atölyesi’nin bir sanat projesiyle yola çıkarlar ve Diyarbakır’da ilk atölyeyi kurulmasına katılır. Bu atölye içinde heykel, seramik, cam, resim gibi farklı sanat dallarını kapsayan bir atölye olur. Önce Hasırlı Mahallesinde kurulan atölye daha sonra Sümer Park’a taşınır. Şu an Sümer Park’taki atölyede eğitmen olarak çalışmalarına devam eden sanatçı Fırat bu çalışmanın nasıl yapıldığını şöyle anlatıyor:

Diyarbakır’da yaşayan insanların daha önce belki de hiç görmediği bir sanat çalışma tekniğiydi. Füzyon dediğimiz bir teknikle camı özel boyalarla, yaklaşık 900 derecelik bir ısıda tepkimeye sokarak, renklendirilerek, boyanın camın kimyasına nüfuz ederek yapılan bir çalışmadır.

‘Kentin hikâye ve öyküleriyle büyüdük’

Yaşadığımız coğrafya zengin bir kültüre sahip. Birçok medeniyete beşiklik yapmış bu kentin kendine özgü motiflerini, hikâyelerini, öykülerini dinleyerek büyüdük. Bu yüzden birçok konuyu kendi içinde barındırıyor. Yaşadığım coğrafyada, yaşadığım bazı anekdotlardan yola çıkarak; tasarımlarımı sanatta somutlaştırarak, bunu görsel bir tarzda sunmak istedim.

‘Camın da seramik gibi tarihi eski’

Camın kullanımı da seramik gibi çok eski tarihlere dayanmaktadır. Mısırda ve Mezopotamya’da etkilerini çokça görmekteyiz. Camı önceleri daha çok takı malzemelerinde, kutsal mekânlarda çok kullanmışlardır. Mesela caminin iç dizaynlarında, kiliselerde vitray olarak mistik bir atmosfer sağlamak için iç mekânlarda kullanmışlardır.

Camla sanat yapmak, camla uğraşmak nasıl bir duygu?

Seramik, porselen gibi cam da doğal malzemelerden yapılmaktadır. Seramik ve cam geri dönülmeyen bir iz bırakıyor. Ancak yaptığınız tasarımı tekrar dönüştüremiyorsunuz. Mesela bir tuvalde yapılan resim gibi değil. Boyayı sürüp üzerinde tekrar onarayım, farklı bir tasarıma devam ettireyim gibi bir şansımız yok. Biz camı ve boyayı ateşle buluşturduktan sonra bir daha geri dönüşümüz yok. Bize ne tür sürprizler, ne tür mistik bir efektler bırakacağını biz de tahmin edemiyoruz. O an, ateşin ve malzemenin buluştuğu andır.”

HER KAPI TOKMAĞININ KENDİNE ÖZGÜ TASARIMI VE HİKÂYESİ VAR

Sanatçı Fırat Erdoğan seramikten yaptığı kapı tokmakları da sergide ayrı bir çekmektedir. Birbirinden farklı öyküleri olan kapı tokmaklarını neden yaptığını şöyle özetliyor:

“Daha önceleri Diyarbakır’da ahşap kapılar üzerinde soğuk metalden dövülerek yapılan kapı tokmakları ilgimi çekiyordu. Onu fotoğraflayıp bir envantere dönüştürdüm. Her kapı tokmağının kendine özgü bir tasarımının olduğunun farkına vardım. Tokmakları incelerken evin ekonomik durumu, dinsel geçmişi gibi bazı envanterlere rastladım. Kimi kapı tokmakları üzerinde hayvan ve bitki motifleri işlenmişti. Aynı şekilde üzerinde geometrik tasarımlar da vardı. Buna benzer şekilleri Körtik Tepe’de bulunan bazı buluntular üzerinde de rastladım. Bu durum kültürlerin birbirinden etkilendiklerini gösteren önemli bulgulardı. Şimdi yok olmuş zanaat dalı. Kalıntıları yok denecek kadar az kalmıştır. Bu çalışma aynı zamanda etnografik bir çalışmadır. Tekrar insanların hayatına yaşamına sunmak istedim. Her tokmağın da kendine ait bir hikâyesi var.”

‘Her kültürün kendine özgü bir satranç takımı var’

Sanatçı Fırat Erdoğan’ın sergide ilgi çeken bir diğer çalışması da seramikten yaptığı satranç takımıdır. Alıştığımız satranç takımlarından farklı olarak yaptığı bu çalışmanın hikâyesini;

Sur içinde büyüyen bir bireyim. Küçüklüğümde Ulu Cami’nin oralarda yaşlılar sürekli satranç oynardı. Ben de onları izlerdim. Üniversite yıllarında bir satranç takımı yapmayı tasarladım. Araştırma yaparken şuna rastladım. Her kültürün kendine özgü bir satranç takımının olduğunun farkına vardım. Ben de Mezopotamya’ya ait bir satranç takımı tasarlamak istedim.

Satrançtaki her taşın kendine ait bir anlatısı var. Mesela Mezopotamya’da fil olmadığı için filin yerine boğa ve boğanın arkasında savaş arabasıyla bir savaşçıyı tasarladım. Mesela Şah için de Ahura Mazda’dan yola çıkarak ayrı bir tasarım, At da yine Mezopotamya’da var olan ilk Pegasus’lardır. Piyonlar ise yine Mezopotamya’da bazı figürlerden etkilenerek yaptığım bir tasarımla böyle bir şey ortaya çıktı” diye anlattı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür-sanat Haberleri