Özel Haber/ Mümin Ağcakaya
TİGRİS HABER - Özenle süslediği Arap kısrağıyla zaman zaman Sur’lardan Hewsel Bahçelerine kadar koşular yapan, dedelerden kalma giysisiyle, belinde taşıdığı hançeri ve kılıcıyla Ben û Sen’in ‘’Buzci Babası’’, Diyarbakır’ın fenomeni Ahmet Akdemir beş dil biliyor ve görenleri şaşırtıyor.
Sohbet ettiğimiz Ahmet Akdemir, bize at sevgisinin ne zaman başladığını, giydiği savaş zırhından, otantik elbiselere kadar olan ilginç hikâyesini anlattı, sorularımızı yanıtladı.
Sizde uzun zamandır bir at sevgisi var. At sizi görünce, sesinizi duyduğunda yerinde duramıyor. Atla bu sevgi ve dostluk bağlarınız ne zaman başladı?
İnsanın atla ilişkileri çok eski zamanlara dayanıyor. Bizimki de dedelerden babalardan bize kalan ilişki ve sevgi. Babam anlatmıştı, dedelerimiz hatta daha önceleri de at üstünde büyümüşler. Geçmiş zamanda Arabistan’dan, Bağdat’tan gelmişler. Dicle’nin Bağa Deşt şimdiki ismiyle Bayraktar köyüne yerleşmişler. Onlar atlarla iç içe olmuşlar. Biz de 45 yıldır burada büyüdük. Şehirde büyüdük, eskiye ait birçok şeyi kaybettik. Şimdi o aşkı, o eski dönemlerin hasretini çekiyoruz. O aşk içimizde yeniden alevlendiği için 4-5 yıl önce 2 yaşında olan bu atı aldık. Şimdi 6 yaşında. Her pazar günü biniyoruz. Böyle yöresel kıyafetlerle dolaşıyoruz.
Atımın adı İCE yani buz demek. Ben aynı zamanda buz işi yapıyorum. Bu yüzden Buzci Baba’da diyorlar. Gördüğünüz gibi atı yıkadık. Kuruduktan sonra eğerini giydirip, süslerini taktıktan sonra yola çıkacağız.
Köyde at üstünde, atlarla iç içe yaşarken şehre geldiniz. Şehre uyum sağlayabildiniz mi?
Şimdi Diyarbakır'ın bir kenar mahallesindeyiz. Yani hem köy hem de şehir yaşantısıyla iç içeyiz. Gördüğünüz gibi tavuklarımız, tavşanlarımız, keçilerimiz ve atımız var. Bir yerde köyü de şehri de yaşamaya çalışıyoruz.
Böylece köy özlemini de bir şekilde gidermiş oluyorsunuz.
Evet, tam olmasa da gideriyoruz denebilir.
Peki, siz atla ve bu kıyafetlerle sokağa çıktığınız zaman insanlar size nasıl bakıyor? Neler söylüyor?
Bu kıyafetler Karacadağ’a mahsus kıyafetler. Eskiden 50-60 yıl önce Diyarbakır halkı, özellikle Karacadağ halkı; atla, böyle bir elbiselerle gezerlerdi. Hançer ve kılıç savaşa gittikleri zaman takarlardı. Bunu canlandırmaya çalışıyorum. Eskiye ait bir şey unutulmasın diye hatırlatmak istiyorum.
Görenler ise; o eskiden bu böyleydi diye keyifleri geliyor. Özellikle sizin yaşınızdakiler daha öncekiler bir yandan eskiyi çocukluğunu ve eski tarihi hatırladıkları için fotoğraf ve video çekiyorlar. Çekenlerin keyifleri geliyor tabii o zaman bizim de keyfimiz geliyor.
Üzerinizde zırh, kılıç, hançer belinizde at üstünde dışarı çıktığınızda ruh haliniz nasıl oluyor? Bu nasıl bir duygu?
Şimdiki normal yaşayışımız ayrı, ama insan atın üstünde öyle bir hal alıyor ki; sanki sevgiliye kavuşuyor gibi mest oluyorsun, o mutluluğu yaşıyorsun, kendinden geçiyorsun. Böyle çıktığımız zaman at da poz veriyor sanki o da hissediyor. Bu duygu anlatılamaz sadece yaşayanlar anlar. Apayrı bir şeydir.
Atla aranda nasıl bir ilişki var?
Hayvanların sevgileri de karşılıklıdır. Örnek verecek olursam benden başkasını bindirmeyi istemiyor. Çünkü beni tanıyor. Arap atları böyledir. Sahibinden başka kimseyi kolay kolay istemiyor. Ancak binmek isteyen kendisini sevdirirse olur. Bunun içinde ona biraz iltifat etmesi, sevmesi, okşaması lazım. At da sevildiğini hissedince, yıldızın barışırsa bindirebilir. Yoksa üzerine bindirmez, kaldırıp atar.
Senin ruh halini anlıyor mu? Neşeli ya da sinirli olduğun zaman onun davranışlarında da bir değişme oluyor mu?
Tam doğru. Ben burada ata biniyorum. Bazen 40 kilometre 50 kilometre yol gidiyorum. Sonra geri döndüğümde bazen kapkaranlık oluyor. Bazen gece yolu şaşırıyorum. Nasıl gideceğim diye düşündüğümde. Atın gemini serbest bırakıyorum. At hangi yoldan geldiyse zifiri karanlıkta olsa o yolu biliyor, hissediyor, görüyor. Ben bazen kötü yoldan gittiğim zaman kendi bildiği yoldan gidiyor.
Mesela Dicle nehrine girip karşı kıyıya geçiyorum. Bazen yolu şaşırdığımda, at nerenin derin, derenin normal geçilebilir olduğunu biliyor. Beni derin yerden değil de diğer yerden götürüyor.
Yani bir tehlikeyi hissettiğin zaman seni bir şekilde uyarıyor.
Bir tehlikeyi hissettiği zaman ben görmesem bile duruyor, kulaklarını dikiyor. O zaman ben de bir sıkıntı olduğunu hissediyorum. Acaba nasıl bir tehlike var diye kontrol ediyorum.
Böyle atla Birlikte yola çıktığınız zaman Diyarbakır'ı görmeye gelen turistler de sizi görüyor. Tabii fotoğraf çekmek de istiyorlar doğal olarak tepkileri nasıl oluyor?
Onlar da soruyorlar. Bu nedir? Diye. Ben de size anlattığım gibi anlatıyorum. Diyarbakır’ın eski renkli giyimleri, hançerleri, kılıçları böyleydi diye. Bunları bir kültür olarak takıyorum. Yani atalarım nasıl giyinmiş, gelenekleri nasılmış daha çok bu açıdan bakıyorum.
Ahmet Hocam kaç dil biliyorsunuz?
İngilizce, Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Zazaca biliyorum. Yani kendi derdimizi gelen turistlere de şehrimizi, köyümüzü anlatıyoruz. Geleneğimizi, göreneğimizi anlatabiliyoruz.
Bir İngiliz ile oturup rahatça sohbet edebilecek düzeyde mi İngilizceniz?
Tabii
Nasıl öğrendiniz?
8-10 yıl önce bir heyecan geldi, bir sözlük aldım çalışa çalışa 2 yılda öğrendik. Bu da bir merak işidir. Merak olduğu zaman insan bir şeyler başarabiliyor.
Ata bir çocuğunuzmuş gibi bakıyorsunuz?
Sevgi ne demek? Örnek olarak mesela bazen uzak yerlere, tatile gidiyoruz, hacca gittik. Benim gönlümde, aklımda atım var. Bir ay yurt dışında kaldım. İşte çocuklar var, aile var, arkadaşlar var. Geldiğimde ilk aklıma gelen şey acaba, ‘ atım nasıl?’ oluyor.
Geldiğimde arabadan indiğimde önce atımı öpüyorum. Atıma sarılıyorum o da bana karşılık veriyor. O da hissediyor. Onunla hasret giderdikten sonra çocukları görüyorum, onları seviyorum. Yani ilk önce atımı görmem lazım. Çünkü o heyecan, o sevgi, o aşk ayrı bir şey.
Ahmet Hocam muhakkak başınızdan çok ilginç olaylar da geçmiştir. Şimdi hatırlayabildiklerinizden birkaç örnek anlatabilir misiniz?
Ulu Camii, Nebi Cami, On Gözlünün gibi tarihi yerlerde bakıyorum lüks arabalar geçiyor. İsimlerini bilemediğim markada lüks arabalar. Bazen arabalar duruyorlar bana sesleniyorlar.
’Hacı Abi vallahi senin yaşadığın zevki biz yaşamıyoruz. Bu arabayı al, atı ver, biz de yaşayalım.’ Diyorlar. Ben de onlara; ‘ Sizinki ayrıdır, benimki ayrıdır.’ Diyorum. Bazen gelin damat adayları duruyorlar. ‘Ağa bir resim çekelim mi?’ Gelin ata binsin mi?’ diyorlar. Ben ‘Ata binmek olmaz fakat yanında resim çekebilirsiniz.’ Diyorum.
Bazen de yoldan geçerken bakıyorum turistler geliyorlar, resim çekmek istiyorlar. Konuşma ortamı olunca konuşuyorum. İngilizce konuşuyorum. Çok şaşırıyorlar. ‘Allah Allah bu adam köylü, kıyafetine bak İngilizce biliyor.’ Diye şaşkınlıklarını dile getiriyorlar.
Sen böyle konuştuğunu görünce turistler de şaşırıyor değil mi?
Tabii turistler de şaşırıyorlar. ‘Sen şimdi bu dili biliyorsun, Alanya turistlerin yeridir. Böyle batıda olsan ne kadar çok kazanırsın.’ Deyince Ben de diyorum ki; ‘ya keyif varken, zevk varken ne yapacağım paranın peşinde koşmayı.’ hep buna benzer şeyler de oluyor.
Diyarbakır'da yaşamayı daha çok seviyorsun?
Diyarbakır tarihi bir yer. Atalarımız yaşadı. Diyarbakır'da yaşayınca insanda bir ferahlama oluyor, bir rahatlama oluyor.
Şimdi; Rusya'dan, Amerika'dan, İngiltere’den, Fransa’dan Diyarbakır’ı görmeye geliyorlar. Herkesin görmeyi merak ettiği bu yerler bırakılır mı?