Editör- Mehmet TÜRK / Haber-Sait BAYRAM - Kamera: Mevlüt BAĞIRMAZ
TİGRİS HABER - Diyarbakır merkez Sur İlçesi'nde 2015-2016 yılları arasında yaşanan çatışmalı ortamdan kaynaklı dram ve hafızalarda yarattığı tahribat, giderilemiyor. O dönemin tanıkları, yaşanan süreci değerlendirerek, Sur'un kent kimliğine uygun yeniden planlanmasıyla ilgili görüşlerini Tigris Haber aracılığıyla aktardı.
"Ve hafızamız silindi"
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz hukukçu kimliğiyle de bilinen Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Sur'da yaşanan sürece ilişkin görüşlerini anlattı. Sur'da büyük bir yıkımın yaşandığını belirten Tanrıkulu, "Sur'da büyük bir yıkım yaşandı. Bu bütün hafızamız bakımından büyük bir travmaydı aynı zamanda. O travmayı atlatmış değiliz. Binlerce yıllık tarih maalesef yok edildi. Sur'da onlarca yurttaşımız yaşamını yitirdi. Ve hafızamız silindi. Maalesef geçmiş hükümetler ve AKP yaklaşımı tarihe, kültüre ve insanlığın mirasına saygıdan daha öte, 'ben yaptım oldu' mantığıyla yeniden bir inşaat faaliyetine, daha doğrusu ticari inşaat faaliyetine geçildi ve kentin bütün dinamikleri bu süreçten dışlandı. Zaten belediyeye kayyım atanmış durumdaydı. Ve kentin meslek örgütleri, yerel örgütler, muhtarlar mahallelerde yaşayan vatandaşların görüşleri alınmadan tamamen Ankara'dan planlanan bir şekilde yeniden inşaat çalışması yapıldı" dedi.
Sur'un insanlığın ortak mirası olduğunu hatırlatan CHP'li Tanrıkulu, "Ortaya çıkan gerçeklik şudur ki bir ticari alan, bir ticari faaliyete dönüştü. Sur biraz önce de ifade ettim, insanlığın ortak mirasıdır. Bize kalan ve bizim gelecek kuşağa bırakmamız gereken mirastır. Dolayısıyla yeniden ele alınması lazım. Her gün binlerce insan Sur'u ziyaret ediyor. Yerli ve yabancı turistler ziyaret ediyor. Bu tarihi kentle buluşmalarında nasıl bir hafıza yoksunluğuna uğradıklarını görüyorlar. Dolayısıyla bu çalışmanın yeniden başlatılması lazım. Yerel yönetimlerin yeni Sur ve Büyükşehir Belediyesi'nin önceliği de bana göre Sur olmalıdır. Hafıza yeniden kimliğine uygun bir şekilde, halkın ve toplumun hizmetine sunulmalıdır. Bir sözüm de Adalet ve Kalkınma Partisine aynı zamanda, ‘Ben yaptım oldu bitti’ mantığıyla kenti yok eden tarihi yok eden, bu ticari inşaat amacından vaz geçin! Orada mağdur olmuş onlarca, yüzlerce yurttaşımız kendi mülklerinden, konutlarından yoksun bırakılmış ve bu mağduriyeti giderilmemiş insanlar var. Önümüzdeki günlerde bunlarla da ilgili biz çaba ve arayış içerisinde olacağız. Sur'u eski kimliğine, tarihine uygun bir şekilde yeniden ortaya çıkarmak için üzerimize düşen her çabanın içerisinde olacağız" diye konuştu.
"Orada kaybettiğimiz bir kentin hafızasıydı"
Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren de, Sur olaylarının sonuç itibariyle büyük bir yıkım ve tahribata yol açtığını belirterek, "Diyarbakır dediğimiz zaman aklımıza Sur geliyor. Sur Diyarbakır demektir. Diyarbakır'ın hafızası, tarihi, kültürü olan Sur ilçemiz maalesef 2015 yılında başlayan olaylarda bir yıkım yaşadı. Yaşanan çatışmalar, ölümleri o süreçten ayrı değerlendirmek lazım. Yani nedenleri, sonuçları itibariyle büyük bir tahribata ve yıkıma sebebiyet veren süreç yaşadık hep birlikte. Ama tabi o dönemdeki sokağa çıkma yasakları, meselenin insani boyutu ve hukuk boyutu aynı zamanda orada yaşanan süreç Kürt meselesinin çözümsüzlüğüyle de bağlantısız düşünülemeyecek bir süreç. Ama bizim orada kaybettiğimiz bir kentin aynı zamanda hafızasıydı. Diyarbakır'ın o tarihi eserleri, evleri, sokakları, o sokaklarda gelişen bir yaşam tarzı vardı. Diyarbakır o kültürden de oldu. Evet, bir şekilde o süreçten sonra yaşanan çatışmalar gerekçe gösterilerek bütün o alan kamulaştırıldı. Aslında devlet bir şekilde vatandaşın mülkiyet hakkını Anayasa'dan aldığı yetkiyle oradaki bütün taşınmazlara el koydu. El koyulmadan önce çoğu tahrip edilmişti" şeklinde konuştu.
"Tarihi yapılan rant alanına dönüştürüldü"
Denetim ve kontrolsüz tarihi yapıların iş makineleriyle süpürüldüğüne işaret eden Eren, şunları söyledi:
"Düzensiz, koordinasyonsuz bir şekilde, herhangi bir denetim olmaksızın bütün tarihi yapılar ağır iş makinaları ile süpürüldü. Biz o sokaklarda, mahallelerde onlarca Diyarbakır'a özgü tarihi yapıyı ve evin olduğunu çok iyi biliyoruz. Ama bu tarih bir şekilde ortadan silindi, yok edildi. Ama sonrasında bir şekilde orada yeni bir dönüşüm yani orijinal sur tarihine, dokusuna uygun yapılaşma beklentisi oluştu, bu gibi vaatlerde de bulundu ama maalesef ucube bir şekilde o Diyarbakır'ın tarihi ve kültürel yapısıyla örtüşmeyen yeni yapılarla aslında bir ticari alana dönüştürüldü. Rant alanına dönüştürüldü. Bunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Yani evet bir şekilde o insanlar mağdur edildi ama mağduriyetlerine bu kamulaştırma ve sonrasındaki yapılaşmayla yeni bir mağduriyet getirildi. İnsanlar yıllardır yaşadıkları yerlerden sürüldü. Dolaylı şekilde sürüldü. Aslında doğrudan oradan ayrıldılar ama hukuk gerekçe gösterildi, maalesef kamulaştırma yasası gerekçe gösterildi. Ve bizim bildiğimiz eski Sur ya da eski gâvur mahallesi maalesef artık yok. Yeni bir rant alanı, iş ve alışveriş merkezleri yaratıldı. Bu da burada yaşayan her insanın bu konuda eksikliği ve ihmali var. Bu konuda tarihe karşı hepimiz sorumluyuz. Gelinen aşamaya nasıl engel ve mani olabilirdik. Bu irdelenmesi gereken bir sorun. Ama şuan ki yapılaşma maalesef Diyarbakır Surlarında Diyarbakır sur ilçesinde büyük bir gedik ve bir yara olarak duruyor."
"6 mahallede sokağa çıkma yasağı 4 yıl sürdü"
Çatışma sonrası başlayan sürece en yakın sivil toplum örgütü olan Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Arif İpek, o dönem yaşananları tüm detaylarıyla Tigris Haber'e anlattı. Çatışma sonrası güvenlik nedeniyle 6 mahallede sokağa çıkma yasağının başlatıldığını anımsatan İpek, bu yasakların 4 yıl sürdüğünü ifade etti. 4 yılın sonunda Mimarlar Odası olarak bölgeye girebildiklerini kaydeden İpek, "Bu çatışmalı dönemin sona ermesinden sonra ilk olarak kamuda çalışan bazı teknik personel arkadaşların sahaya girdiklerini ve saha da yaşanan olaylar sonrasında tahribat ve yıkımla ilgili bazı tespitler gerçekleşmişti. Bu tespitlerin sonlandırılmasından sonra 6 Mahallede var olan sokağa çıkma yasağı ve alana girme yasağı yaklaşık olarak 4 yıl devam etti. 4 yılın sonunda ancak biz Mimarlar Odası olarak bölgeye girebilmiştik. Bölgeye girdikten sonra yaptığımız saha çalışmasında asıl yıkımın çatışmalar döneminde değil, çatışma sonrası dönemde ağır yıkımların yaşandığını gözlemledik. Daha önce de basına yansıyan fotoğraflar da çatışma sonrası olan ayakta olan bazı yapıların yıkım sonrası yıkıldığı görüldü" ifadelerini kullandı.
"Tecrübesi olmayan DSİ ve Karayolları, tarihi yapılara zarar verdi"
O süreçte bu işlerle ilgili tecrübesi olmayan DSİ ve karayolları ekiplerinin çatışmalar ve patlamalarla tahrip edilen bölgeye girerek, birçok tarihi yapıya zarar verdiğine şahit olduklarını aktaran İpek, "Bildiğiniz o dönem Karayolları ve DSİ'nin iş manikalarıyla bu alana girildi. Yıkım konusunda bilgisi ve tecrübesi olmayan DSİ ve Karayolları ekipleri, birçok yapıya zarar verdiler. İş makinelerine yol açmak için dahi bazı tescilli yapıları yıktıklarını bizzat sonrasında şahit olduk. Hatta o dönem şöyle bir bilgi bile vardı; Yıkılacak ve yıkılmayacak yapılarla ilgili işaretlemelerin yapıldığını ve yıkım yapan bu ekiplerin bu işaretlemeleri tam tersi yönünde bazı yıkımları gerçekleştirdiğini dahi biliyoruz. Ve bu yıkımların sonucunda bu bölgede yani Sur içinde 49 tane tescilli yerinde olmadığının tespitini yaptık. Yine aynı bölge içerisinde 100'e yakın hem tescilli hem de tescile değer olarak gördüğümüz yapının ya olmadığını ya da çok büyük tahribatlarına maruz kaldığının tespitini yapmıştık. Sur içinde o dönemde ilk tespitlerimize göre yaklaşık olarak 3 bin 200 yapının yıkıldığını belirlemiştik" dedi.
"Moloz kaldırma işinde de sıkıntı yaşandı"
Sur'daki çatışmaların yaşandığı ve tarihi yapıların tahrip edildiği alandaki molozların kaldırılması sırasında da sıkıntıların yaşandığını belirten İpek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sur içindeki bu tahribat ve yıkımdan sonra özellikle moloz kaldırma ve hafriyatın taşınmasıyla ilgili dönemde de ciddi sıkıntılar yaşandı. Bununla ilgili o dönemde kültür varlıkları koruma kuruluna yaptığımız başvuru ile yıkım yapıldığı yerdeki tescilli yapılara ait olan bazalt taşlarının korunması gerektiğini, bunların ayıklanması, bunların muhafaza edilmesini istedik. Ancak o dönem gelen yanıtta; Sur içi ile ilgili bütün görev ve yetkinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na devredildiğini, belediyelerin, koruma kurullarının bu konuyla ilgili işlevsiz olduğunu bize iletmişlerdi. Ve tamamıyla Emniyet Müdürlüğü ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Müdürlüğü tarafından yürütülen bir süreç haline gelmişti."
"Molozlardaki taşları ayıklayıp sattılar"
Molozların içindeki bazalt taşların ayıklanarak bazı kişiler tarafından satıldığını tespit ettiklerini dile getiren İpek, "Oradan çıkan hafriyatlar ve taşlar Dicle Nehri bölgesindeki bir bölgede stoklandı. Orada bir hafriyat alanı oluşturuldu. Hatta o dönem o hafriyat alanındaki taşların hafriyat alanından ayıklanıp bazı kişilerce satıldığını, daha sonra özellikle 10 gözlü köprü üzerinde yapılan bazı kafeteryalarda kullanıldığını, Sur içinde yapılan bazı kaçak binalarda kullanıldığı tespitini de yapmıştık. Bununla ilgili yaptığımız başvurulara rağmen herhangi bir adım atılmadı. Daha sonrasında Mimarlar Odası Diyarbakır şubemize gelen bir şikâyet başvurusu üzerine saha da yaptığımız bir çalışmayla bazalt taşlarının satıldığını ve bunlarla ilgili kazanç kazanıldığını, bazı kişilerin evlerden taş sökmeye, tescilli yapılardan yıkım yaparak taşları sökmeye yönelik, Surlardan bazı taşların sökülüp satılmasına yönelik bir şikayet almıştık. Bizim o dönem sahada yaptığımız tespit ile de bu doğrulanmıştı. Ve sonrasında da basına yansıdığı gibi Diyarbakır Surlarının taşları çalınıyor gibi bir haber üzerine ülkede bir infiale yol açtı. Ve sonrasında bununla ilgili koruma ve projelendirme sürecine girildi ve sonrasında da surların restorasyonu çalışması başlatıldı" şeklinde konuştu.
"Sur, tamamen ticari ve ranta yönelik bir proje oldu"
Sur'daki temizlik sürecinin tamamlanmasının ardından, tamamen ticari ve ranta yönelik bir proje olduğunu ifade eden İpek, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Sur içindeki yıkımlar bittikten sonra yeniden bir yapılanma süreci başlatıldı. Ve bu süreç içerisinde hiçbir sivil toplum örgütü zaten dâhil olmadı. Öyle bir talepte olmamıştı. Tamamen bakanlık tarafından kapalı kapılar ardında yürütülen bir süreç yaşanmıştı. Konusunda çok da deneyimi olmayan, Diyarbakır'la ilgisi olmayan kişilere projeler hazırlatıldı. Mevcut yapılarla ilgisi olmayan tamamen sonradan uydurulmuş, kent dokusuyla özleşmeyen bazı projeler üretildi ve sonrasında inşaatına başlandı. Daha sonra ortaya çıkarılan şey herkesçe görülüyor. Tamamen rant odaklı yapılan bu projeler bütün sur içini sosyolojisini değiştirecek bir şekilde tamamen ticari ve ranta yönelik bir proje olduğu zamanla ortaya çıktı. Biz ilk günden itibaren yıkım sonrasında yapılması gerekenin 2016 yılında yapılan koruma amaçlı imar planına uyulması olduğunu ve bu planın plan notlarına uygun şekilde yapıların yapılmasını önermiştik. Ve bunu o dönemde basınla paylaşmıştık. Ancak ne var ki bu koruma amaçlı imar planı binalar yapıldıktan sonra revize edilerek binalara uyduruldu. Tam tersinden yürütülen bir sürece dönüştürüldü. Birçok projeye aykırı binalar yapıldı. Ve bunları daha sonradan işte plana uydurmak yerine planı binalara uydurdular. Hazırlanmış olan bu yapıların Diyarbakır'daki mevcut kent dokusundan daha çok uzak olduğunu görüyoruz. Diyarbakır'ın mevsimsel özellikleri itibariyle dar sokakların ve gölgelik alanların oluşturulması gerekirken, sur içinde bulvar genişliğinde yollar yapıldı. Ve bunlar tamamen yine güvenlikçi politikaların sonucu olarak bu projelere yansıdı."