VİDEO - Diyarbakır Kızı İrma ve Sarıpişo kitabı çıktı

Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesine 1960’lı 1970’li yıllardaki çok kültürlü yaşam biçimini anlatan anı roman Diyarbakır Kızı İrma ve Sarıpişo kitabı çıktı.

Ali Abbas Yılmaz - Özel

TİGRİS HABER - Diyarbakırlı Sarıpişo mahlası ile Twitter’da 17 bin takipçisi olan Arif Özavci, on yıllarca beklediği kitabını baskıya verdi. 2 bin adet basılan kitaba sosyal medyada yoğun bir ilgi gördü.

Babasının ortağı Terzi Bedros ve eşi İrma’nın Sur’daki yaşantısını ve daha sonrasında Fransa’ya göçmek zorunda kalışlarını kaleme alan Sarıpişo, Sur’un çok kültürlü yaşam tarzını gerçek yaşam öykülerinden kesitlerle okuyucularına sunuyor.

1990’da baskıya hazır olan kitap birçok nedenden dolayı yayınlanamadı. Ekonomik sorunların üstesinden ancak 2020’de gelebilen Sarıpişo’nun baskıya hazır başka kitapları da var. Kendisini henüz yazar olarak hissetmeyen Sarıpişo için yazarlık sürekli öğrenme gerektiren bir uğraş.

Sur’dan Fransa’ya zorunlu gidiş

Yıl 1971 memleket üzerinde Kıbrıs olaylarından dolayı Milliyetçilik rüzgarları esiyor ve Sur’da yüzlerce yıl bir arada kardeşçe yaşayan Ermeni, Süryani, Keldani, Kürt, Müslüman, Hristiyan vatandaşlar arasında ayrılık tohumları ekiliyor. Sur’un bazalt taşlı daracık küçelerinde farklılıkları zenginlik olarak gören kapı komşusu insanlar bir dönemden sonra bir arada yaşayamaz duruma gelir ve zorunlu bir göç başlar. Fransa’ya göçen Ermeni bir aile olan, Bedros, İrma ve kızları; Maria, Anjel ve Arşalouys Sur’a zorunlu bir şekilde veda ederler. Sarıpişo ise yıllarca komşuluk yaptıkları ve anne yarısı olarak gördüğü İrma teyzesinin Sur’dan Fransa’ya zorunlu gidişlerinin altında yatan yaşam öyküsünü gerçek yaşamdan kopmadan kısa kısa kesitler halinde romanına işler.

Diyarbakır’ın çok kültürlü yapısına 1970’lerden ışık tutan eser

Ankara’da kaldığı gençlik yıllarında şair Ahmed Arif ile de tanışan Sarıpişo, ilk kitabında Diyarbakır’ın çok kültürlü yapısına 1970’lerden ışık tutar. Maria’nın neden Munise olmaya zorlandığını, bir avuç fındıktan neden fırtınalar koparıldığını, Manav Zeko’nun neden Bedros’a çürük üzüm verdiğini, Ermeni komşularından dolayı Sarıpişo’nun da Haço sayıldığını ve sürgün kütüphane memuru Nazım’ın onu nasıl yazarlığa sevk ettiğini anı romanında yalın bir dille ve Diyarbakır şivesinin o eşsiz rengi ile anlatıyor.

Not: Kitap siparişi için Arif Özavci ile @saripiso1 Twitter hesabı üzerinden iletişim kurabilirsiniz!

Diyarbakırlı Sarıpişo kimdir?”

Yıl 1959, Sarıpişo, Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinin Alipaşa Mahallesi’nde dünyaya geldi. Asıl adı Arif Özavci Diyarbakırlı Sarıpişo, Alipaşa’nın bazalt taşlı evlerinden birinde, Cemilpaşa Konağı’nın hemen arkasındaki sokakta hayata karıştı. Kerkük Türkmeni dedesi baytarlık yapıyordu. Babası Hayrettin, evini terzilik yaparak geçindiriyordu. Annesi Remziye Hanım Zoğe (Özdemir) köyünde Abbas Ağa’nın kızıydı. Annesi Remziye Hanım Diyarbakır kızı İrma’nın hem komşusu hem en samimi arkadaşı, can yoldaşıydı. Babası Hayrettin ile Terzi Bedros ise hem meslektaş hem de iş ortağıydı. Küçük terzi dükkanı onların hem ekmek teknesi hem de gün gün anılarını çoğalttıkları şirin bir mekandı.

İlk Zaza Piro ona Sarıpişo dedi

Sarı Pişo Terzi Bedros ile Babası Hayrettin’in dükkanına her gün sefer tasları ile öğle yemeği taşırdı. Bu iş Sarı Pişo’nun günlük mesaisi idi. Saçlarının sarısını annesi Remziye Hanımdan alan Sarıpişo’nun lakabı o günlerde üzerine yapıştı. Alipaşa’da, Balıkçılar’da, Çarşıya Şewiti’de altın sarısı saçlarıyla Sarıpişo nam salmaya başladı. Gel Sarıpişo, git Sarı Pişo, herkes onu mahallede böyle çağırmaya başladı. Gerçek adı Arif Özavci olan Sarıpişo’ya İlk olarak lakabıyla seslenen ise Çeltik Kilisesi meydanı karşısında dükkanı bulunan Berber Mahmut, namı-ı diğer Zaza Piro oldu. Sarıpişo diyerek 5 yaşında başlayan serüven gençlik yıllarına kadar devam etti.

‘Monarşinin soğuk, demokrasinin sıcak olduğunu öğrendim’

Gençlik yıllarında Ankara’da bulunan Sarıpişo bir öğrenci evinde kaldığı sırada eve polis baskını olur. Baskında Sarıpişo’nun yanında Şolohov’un “Ve Durgun Akardı Don” kitabı vardır. Kitap okumaktan 3 ay Mamak’ta yatan Sarıpişo, gençliğinin baharında siyasete neden tövbe ederken, o yıllarda ‘monarşinin çok soğuk, demokrasinin ise çok sıcak olduğunu’ orada öğrenir.

Ankara yılları

Daha iyi bir eğitim için Babası onu Ankara’ya dayısının yanına yollar. Sarıpişo’nun Ziya Gökalp lisesinde başladığı lise hayatını son sınıfı Ankara Anıttepe lisesinde okumaya başlar.  Ankara’da tamda Kızılay meydanında Yeni karamürsel mağazasının yanında Uz apartmanının yedinci katı ODTÜ Mezunlar Cemiyetidir ve lise yıllarıdır. Oranın işletmecisi de o dönem Sarıpişo’nun dayısıdır. ODTÜ mezunlarının toplandığı, politik sohbetler yaptıkları, dayanıştıkları dernekte Sarıpişo’nun işletmektedir. Aşırı solcuların mekânın da zarar eden bir esnaf olan Sarıpişo’nun dayısı Nurettin. Bir süre sonra dernek de kapanır.

Sarıpişo ile Ahmed Arif’le Fahri Babanın lokantasında tanışıyor

Sarıpişo, 1970’li yıllarda Ankara’da okumaya çalışırken, Ankara Kızılay’da Diyarbakırlıların buluştuğu tek mekân olan Fahri Babanın lokantasında Ahmed Arif ile karşılaşır. Diyarbakırlı olan Fahri Babanın lokantasına önceden rezervasyon yapılarak girilirdi. Çünkü orada masa ayırtmak çok güçtü.  Hafta sonları ise Fahri Babanın mekanında bir masada oturmak tamamen hatır gönül işiydi. Ancak oranın müdavimlerinden torpil bulursa mümkündü.  Şair, yazar Rıfat Ilgaz da bu mekana ara sıra uğrardı ve onun arkadaşı Şair Ahmed Arif ise Fahri Baba’nın her hafta sonu müdavimlerindendi. Fahri Baba’nın içkili lokantasının Başgarson  ve idareci ise Sarıpişo’nun dayısı Nurettin’di. Sarıpişo dayı kontenjanından Fahri Baba lokantasında komilik yapmaya başladı  artık Sarıpişo da hem öğrenci  akşamları masaları silen, kül tablalarını boşaltarak komilik yapıp  harçlığını çıkarmaya çalıştı. Sarıpişo Ahmed Arif’in masasının etrafında dolaşıp durur. Çünkü çakırkeyif insanların arasında dolaşırken, Ahmet Arif’in arada bir şiirlerinden dizeler okuması Sarıpişo’nun çok hoşuna giderdi. Sigara dumanının mekanı kapladığı alanda Ahmed Arif’in sesinden şiirlerini dinlemek Sarıpişo’nun vazgeçilmeziydi. Mekanın kapanmasına doğru gece yarısında masalarda bir iki müşteri kalır ve onlardan biri da hep Ahmet Arif’tir. Ahmed Arif, mekan boşaldığında masasında yalnız kaldığında ağlamaya başlardı. ‘Zalım Leyla, Zalım Leyla’ diye için için ağlayan şairi meraklı gözlerle izlerdi Sarıpişo. Kitaplara da konu olan Ahmed Arif,  Leyla Erbil aşkına Fahri Baba’nın lokantasında mekan dağılmaya yakın tanık olurdu. Diyarbakır Balıkçılar semtindeki Vakıflar handaki Değertekin manifaturacıdan kumaş topu taşıyarak kazandığı 25 kuruşla Leyla’ya Balıkçılar postanesinden mektup yolladığını da onların içki masasında öğrenir Sarıpişo. Ahmed Arif’e memleketten ne istediğini sorar o da, ‘Diyarbakır ekmeği ve örüklü peynir’ ister. Sarıpişo, Ahmed Arif’in istediği mahalle ekmeği ve örüklü peynirden memleket özlemini öğrenir. Fahri Baba’nın lokantasında şaire pek hesap da ödetilmezdi. Ahmed Arif’in o mekânı onurlandırması onlara yeterdi. Masadan kalkmak üzere olan ünlü şaire taksi çağırma işi de Sarıpişo’ya düşer. Sarı pişo taksi çağırmaya çıktığında Ahmed Arif etrafına bakınarak, ‘Sen gir içeriye, yanımda durma. Hem Diyarbakirlisen hem de okulun da mimli. Birlikte görülürsek seni de götürürler’ diye uyarırdı. Sarıpişo, Ahmed Arif’in her an götürülme kaygısı içinde olduğunu ve şairin hemşerisini koruma içgüdüsüyle yaklaştığını aktarıyor. 78’den 85’e kadar Sarıpişo Ankara’da kalır. Sarıpişo ara ara Ankara’dan memlekete geldiğinde annesi Remziye Hanımın yemeklerine yumulurdu. Bunun yanında Çarşıya Şewutedeki yani yanık çarşıdaki Merkez Lahmacun salonu ve Mardin Kebapevi’ne de uğramayı ihmal etmezdi. Sarıpişo sonrasında ise Keçiburcu’nda arkadaş sohbetlerine dalardı. Çocukluğundan beri kuşbazlık yapan Sarıpişo memleket özlemini gidermek için geldiği Sur’da kuşlarıyla da mesai geçirmeden edemezdi. Sarıpişo 11 yaşında başladığı kuşbazlığa hala daha devam ediyor. Ben iflah olmaz bir kuşbazım diyor. Emekli olmadan önce Bir ilaç firmasının tıbbi cihaz bölümünde bölge müdürü  olsa da  Diyarbakır dışındayken bile yeğenine teslim ettiği kuşları ayda bir seferde olsa gelip   kuşlarıyla vakit geçirirdi.

  

‘Sokağın başında arkadaşım gözüküyor, başka küçeye sapıyor dönüp bana bakmıyor’

Gelelim kitaptaki hayatını yazdığı Babasının ortağı Bedros’a;  Bedros 1971 de Diyarbekir’den Fransa’ya göç ettiğinde Çocukluk arkadaşlarının kendisini yalnız bıraktığını, sırt çevirdiğini söyleyen Bedros, “Bu dünya yalan dünya. Sokağın başında arkadaşım gözüküyor, sonra başka küçeye sapıyor gidiyor ve dönüp bana bakmıyor. Beni görüyorlar ama konuşmuyorlar. Ben ne yaptım bunlara” diye dert yandı, Sarıpişo’ya.

Maria’ya neden Munise dediler?

Sarıpişo’ya cep harçlığını hep Bedros’un hanımı İrma  verirdi. İrma, Sarıpişo ile ele ele giden Maria’ya seslenerek, Sarıpişo’ya 50 kuruş verdiğini ve beraber harcamalarını söyler. Maria tamam der ve yürür ama Sarıpişo İrma’ya dönerek, neden Maria dersin ki, onun adı Munise’dir der. Okulda ona artık Munise dediklerini espiri yaptığını zannederek, üstüne basa basa tekrarlar. İrma bu duruma çok şaşırır ve ekler, “Siz gidin okula ben sonra geleceğim.” Sarıpişo, annesi Remziye hanımın anlatımlarından öğreniyor, İrma’nın Maria’ya Munise denmesine gösterdiği tepkiyi. İrma soluğu öğretmenin yanında alır ve usulen Maria’nın derslerini sorduktan sonra asıl meseleye gelir. İrma, Maria’ya neden Munise dendiğini öğretmene sorar. Öğretmen ise okulda bazı öğrencilerin isimlerinden dolayı diğer çocuklar tarafından şiddete uğradığını söylüyor. Teneffüste birkaç erkek çocuk Maria’ya hücum edip onu tekmelemeye başlamış. Yere düşen Maria’nın yardımına öğretmenler koşuyor ve saldırıda bulunan çocukları disipline veriyorlar. Okul müdürü de tekrar eden bu şiddet olaylarından dolayı kimi çocukların okuldaki isimlerini değiştirmiş. Çünkü adı Garbis olan bir başka çocuk da aynı şekilde saldırıya uğramış ve başına taşla vurulmuş. Öğretmenler de çocukların şiddet görememesi için yedek isimler takmışlar. İrma ise bu duruma tepki gösterir ve öğretmene dönerek, “Kızımın ismi eğer munise olarak kalacaksa bunu kabul etmiyorum. Kızımın öyle ‘ensesine vurun ekmeğini alın’ karakterinde biri olmasını istemiyorum. Kızım buradan mezun olduğunda adı eğer Munise olarak kalacaksa, bırakın kızım o dayağı yesin. Bazı isimlerin üstü örtüldükçe acılar çoğalıyor. Onun bugün çektiği ızdırap ileri de gençliğinde ona daha da acı verecek. Bugün yediği dayağın acısı gelip geçecek ama ismini değiştirmenin acısı ömrü boyunca peşini bırakmayacak.” Ve sonrasında İrma sınıfa girerek ilkokul fişlerinin olduğu yere yaklaşır ve oradan Ali Yaz kelimelerini yan yana getirir ve öğretmene döner, hocam bundan böyle sizin adınız bu olsun mu der ve öğretmen oracıkta donup kalır.

Sarı Pişo Maria için kavgaya girdi

Aynalı minare meydanında Ünal gazozu alıp başıma diktim ve batım o sırada birkaç çocuk Maria’nın üzerine çullanmış, ona vuruyorlar. Ben o sıra 9, Maria’da 8 yaşlarında. Hüna te fılleye (Sende gavur kanı var) Çocuklara şunu söylüyorlarmış: “Gavurların elinde iğneli beşik varmış. Yakaladıkları çocuğu o beşiğe koyuyorlarmış ve iğneli beşikte sallanan çocukları sonrasında yılanların, akreplerin olduğu bir kuyuya atıyorlarmış. Onların evine gitmeyin.” Bu hurafelere karşı İrma’da beşiğin içine çörek ve bastık koyarak, çocuklara anlatılanların doğru olmadığını göstermeye çalışırmış. İrma teyzenin bu çabası da Alipaşa Mahallesindeki hurafelerin önüne geçmeye yetmez ve birkaç çocuk Maria’nın üzerine çullanır. Çocuklar Maria’ya vururken bir yandan da o gâvurdur, vurun, vurun diye bağırmaya başlarlar. Sarıpişo ise Maria’yı bu halde görünce, elinde gazoz şişesi ile çocukların başına vurmaya başlar. Kerkük Türkmeni Müslüman bir ailenin çocuğu olan Sarıpişo da Maria’ya arka çıktığı için Haço diye mimlenmekten kurtulamaz. Sarıpişo’nun annesi Remziye Hanım da muhacirdir. Zaten Sarı Pişo’nun altın sarısı saçlarının kökeni de buradadır. Kavga sırasında Manav Zeko’nun oğlunun da başı yarılır. Öğle yemeği için gelen manav Zeko da bu olaya şahit olur ve Sarıpişo’yu, Maria’yı ve orada bulunan birkaç çocuğu dövmeye başlar. Sarıpişo’nun başı parke taşına değerek kırılır. Sarıpişo’nun altın sarısı saçlarından kanlar süzülmeye başlayınca manav Zeko çocukları bırakıp kaçar. Olayı gören tatlıcı Faysal ise İrma teyzeye haber verir. Tatlıcı Faysal, haçoları dövüyorlar diye bağırır. İrma ise bunu duyar duymaz sokağa yönelir ve evlerinin penceresinden kadınların hem de komşusu olan, çocukluğundan beri arkadaşlık ettiği kadınların, “Vurun çocuklar, vurun onlar gavurdur” diye bağırışlarına tanık olur. Çocukluğundan beri komşu olduğu insanlardan bunları duyan İrma mahalleden dışlandıklarını anladı ve donakaldı. Bu sırada Bedros ise sabah kalktığında ve zeytin almak için yolladığı Maria gelmeyince merak edip o da sokağa çıkar. Sokağın başında Tatlıcı Faysal’ı gören Bedros İrma ve Maria’yı soruyor. Tatlıcı Faysal da İrma’nın Sarıpişo’yu sağlık ocağına götürdüğünü söylüyor. Neden, diye sorduğunda ise Sarıpişo’nun başının yarıldığını öğreniyor. Sağlık ocağına doğru söylene söylene yürüyen Bedros’un ağzından şu ifadeler dökülüyor: Bu Sarıpişo’nun anası babası yok mu İrma nerdeyse bunu sağlık ocağına götürüyor?” Mardinkapı sağlık ocağına varan Bedros, Sarıpişo’nun kafasına dikiş atıldığını görüyor. Babasını gören Maria ise ona doğru koşarak, “Baba, diğer çocuklar diyor ki sende gavur kanı var, ne demek bu?” diye soruyor. Bedros ise gözleri dolarak: “Yok yavrum hepimizin kanı aynıdır. Onlar yalan söylüyor.” Maria İrma’nın kucağında, Sarıpişo’yu ise Bedros kucağına aldı. Bedros Sarıpişo’nun kulağına eğilerek, “Aferin işte böyle bacına sahip çıkacaksın” diye fısıldadı. Bacına sahip çıkacaksın sözünü babası Hayrettin’den de duyan Sarıpişo dokuz yaşındaki tespitiyle kara kara düşündü, demek ki, Hıristiyan Maria’yı bunlar kesinlikle bana vermeyecekler diye iç geçirdi.

Manav Zeko’nun şire üzümü çürük çıktı

Terzi dükkanında 2 şalvar bir yama parası olan 55 lirayı cebine koyan Terzi Bedros, şire üzümü almak için Manav Zeko’nun yanına gider. Bir hafta öncesinde de Bedros Yoğurt Pazarının girişindeki fırında ince tırnak ekmek almaya gider. Fırıncı ise ince tırnaklı ekmeğin olmadığını ve hazırdaki ekmeklerden vereceğini söyler. Bedros ise sıcak ince tırnak ekmeğin çıkmasını bekleyeceğinde ısrar eder. Fırıncı ise eski ekmekleri göstererek, “Bunlar başından fazla alsana bunları” diye tepki gösterir. Sıcak ekmek için bekleyen Bedros, aldığı cevap üzerine moralsiz bir şekilde oradan ayrılır.

Şire üzümünde eski tat kalmadı

Şire üzümü için İrma Bedros’u tembihlemişti. İrma, Bedros’a  “Ahşam gelirken bi kilo birez şire üzümü al.” demişti. Bedros, eski adı Cevarciyan Pazarı olan yoğurt pazarında Manav Zeko ya uğradı. Derik’te köylülerin pestil ve şeker sucuğu yaptıkları Şire üzümü kavuşulmayan sevgili gibi hazan mevsiminin ilk aylarında kısa bir süre ortaya çıkardı. Daha elveda demeden ortalıktan kaybolurdu. Mavi muşambaya özenle dizilmiş sanki şeffaf olan incecik kabuğundan çekirdekleri görünen Mazruna cinsi şire üzümü nefis gözüküyordu. Zerzavatçı Zeko gazeteleri okunduktan sonra mahalle bakkallarına bir tür un karışımı yapılan çirêzle tutkal yapıştırılan kese kâğıdını elinde tutuyordu. Birini başına güneş geçmesin diye şapka yapmış başına takmıştı. Birini de elinde müşteri bekliyordu. ‘’  Gel şire üzümüne gel, Ergani’den yeni geldi. Üzümün hası burada.” diye müşterilerini çağırıyordu.

‘Erdemsiz güç kıyıcıdır’

Bedros şire üzümlerine imrenerek baktı; “Zeko hele bi kilo şire üzümü ver” Zeko hiç konuşmadan yirmi yıllık müşterisine asık bir suratla üzümleri üzerinde “EOKA’cılar yine saldırdı. Kıbrıs’a müdahale şart yazan.” Son Havadis gazetesinden yapılmış kese kağıdını aldı. En alta üzümün artık kahverengiye dönmüş bozulmuş olanları koydu. En üste birkaç salkım yeşil taze üzümlerden koydu. Kuleli marka teraziye koyup kaşla göz arasında tarttı.  Bedros her zaman; “Abe bugünkü üzüm sahan yaramaz, abeme güzel Haso Çerko kavuni vereyim” diyen Zeko’nun davranışına bir anlam veremedi.“Ula Cincahfo ( kendini uyanık cin sanan aptal ) alta ezik üzüm koydun. Çıhardogri dürüst ver.” Zeko kaşlarını çattı; “Senin başından fazladır. İstisen paran geri al’’  Elindeki kahverengi elliligi yere attı. Bedros üzüme değil, vefasızlığa, insanlıktan nasibini alamamış davranışa kızmıştı. Paranın yere atılması onuruna dokunmuştu; “Kıbrah ayıh ol, beni dinle parayı niye yere atisan. Bana bahZeko, son defa diyem, o parayı yerden al bahan ver”Zeko; ‘’Dehfolget, o üzümler gibi inşallah Eriyesen çüriyesen’’ artık kavga kaçınılmaz olmuştu. Bedros,  Zekonun üzerine yürüdü. O sırada Zekonun yan komşuları gelip araya girdiler. Ancak amaçları aynı mahallenin çocuklukları beraber geçmiş, devamlı alışverişleri olan Bedrosu ayırmak değildi. Pantolon ve yeleklerini diktirdikleri, çoğu zaman Gazi köşkünde sabahlayıp alem yaptıkları arkadaşlarına yaptıkları davranış çok saygısızcaydı.  ‘’Erdemsiz güç kıyıcıdır.’’ vecizesini doğrularcasına Zeko’yu korur gibi önüne geçmişlerdi. Birkaç ay önce Yogurt Pazarının girişindeki fırından çarşı ekmegi seçerken Fırıncı Ahmo’ya “ince tırnaklı ekmahyohmi” diye sorunca; “Bedros sende bir şey begenmisen. Çay öğünden eşeknen kum taşıyan baban KumciTehso gibi eşek buldun kıllısıniarısan” diyen. Fırıncı Ahmo bu sefer biraz daha sertti. Elinde dükkânın darabasını çektiği iki metrelik demir şiş vardı. ‘’Bedros yüzin kuru iken (seni ağlatmadan) çek git çek get. Bu gâvurlar yüzünden kaç kişi olmişheberin var’’ Bedros tam Ahmoyu tezgaha dogru iteleyip kavga başlayacakken. Tesadüfen oradan geçen Bedros’un komşusu Hacı Teyfik duruma müdahale etti; ‘’Yavyaptıgızeyıbtır. Kime ne hayrınız dokunmuş. Hepizde zerre-i miskal keder akıl yoh. Kıbrıs'ta Türklerin adayı terk etmelerini istiyen,  elin Eokacısı Makarıos denen biri yüzünden birbirize girecahsız.” Konuşan kişi hatırı sayılan, üç kez Hacca gitmiş Hacı Teyfik olunca herkes durmuş önüne bakmıştı. Hacı Teyfik Bedros’un koluna girdi. Fırıncı Ahmo yinede diğer esnafların duyacağı şekilde bagırmaktan geri kalmadı. Bunlar iyi günlerimiz kötü günler gelecek diye bir Kürtçe deyim söyledi; “Evîya Nînna Ye, Tirnînna Dawî Ye!” ( Bu nina, tırnina gelmedi).

Bedros, mahalleden dışlandığını hissediyordu

Manav Zeko’danşire üzümü alamayan Bedros, mahallesinde işlerin eskisi gibi olmadığını üzülerek gördü. Bedros mahallesindeki insanların kendisini benzetmek için diş bilemesine bir türlü anlam veremiyordu. Ama bir yandan da olan bitenler yüreğine işlemiş ve içine kapanmıştı. Daraba şişi ile üzerine yürüyen mahalleli aklına geldikçe Bedros’un uykuları kaçıyordu. Bedros artık mahallelinin kendisiyle bir arada yaşamak istemediğini düşünerek, toprağından koparılmanın derin acısını ve yerinden yurdundan ayrı kalmanın bıraktığı tarifsiz boşluğu içinde bazalt taşlı sokakları adımlıyordu. O sırada Dağkapı meydanından Ulucami’ye kadar bir grup mahalleli ise sloganlar atarak yürüyüşe geçmişlerdi. “Ya Bıtrısın karısı ya Kıbrıs’ın yarısı” diye bağrışmaları duyan Bedros, iyiden iyiye ötekileştirildiklerini görüyor ve üzüntüsü katlanıyordu. Uykuları kaçan Bedros gecenin bir vakti kendini sokaklara vururdu. İrma içli köfte yapmıştı ama her zaman 10 taneden fazla içli köfte yiyen Bedros, bu sefer içli köftelere dokunmamıştı. Bedros, İrma’ya yanlış kumaş kestiği için üzgün olduğunu ve o yüzden içli köfteyi yemediğini söylese de İrma buna inanmamıştı. O akşam erken yatan Bedros’un gece yarısı uykusu kaçmış ve kendini sokaklara vurmuştu. Bedros, gecenin bir yarısı kendini Dağkapı Meydanı’nda bulmuştu.

Bir avuç fındıktan nereye?

Bedros Çarşı ekmeğinin arasına konmuş, Hevselden koparılmış taze yeşil soğan doğranmış, kimyon, isot serpilmiş ciğer kebabını çakıl ekmeğin arasına şişle çekip iştahla yemeğe başladı. Tanıdık birkaç kişiden Zaza Menduh ona selam verdi; “Ula Bedo Sareçumonma ser ome (Bedros başım gözüm üstüne geldin)  Bedros zazaca da az çok bilirdi. ‘’Ana dili olan Kürtçeyle aynı sözü tekrarladı.’’ Ser sera ser çawan rahati.” O sırada devriye gezen polislerde acıkmıştı. Bedros daha önce pantolon diktiği polisi karşısında görünce bir an göz göze geldi. Giresunlu polis onu uzun zamandan beri tanıyordu. Sanki kırk yıllık dostunu görmüş gibi “Bedo ne yapıyorsun bu saatte” Bedros gülümsedi “valla uyhum kaçti dolanıyam.” Polis de “Bana şahane bir pantolon dikmişsin. Bizim hanım Bedo’ya söyle değişik bir renk varsa bir daha diktir dedi. Ciger pişiren Hüseyin usta lafa karıştı: “Bedo’yu ha bu karşıdaki Dilan sinemasının Paris pantoloncusu asıl Süryani Hinne usta Bedo’yu yetiştirmiş. Bu şeherde onun üzerine terzi yohtur. Bipantor diker tam beline cuk oturur, saat cebi, duble paça yapar yıllarca giyersen.  Bah ha bu pantoli Mensucat Santralin fabrikasının yaptığı kadifesinden kesti, iki senedir giyeyem daha bozulmadi.”Bedros, Giresunlu polise gülümseyerek baktı. “Yengi Bahariye kumaşlarımızda geldi. Gel abeme dikeyim” Giresunlu Polis kendi şivesiyle; “Ha pizum uşaga da hediye bi kisa pantalonda yap senun heduyen olsun” Bedros; “Başım gözüm üzerine memur beg, lafımı olur. Birez fazla kumaş keseriz olur biter. Heç para verme, evindeki çuvaldan birezfındıkdan getir ödeşiriz” Giresunlu polis iki yıldır yaşadığı bu gizemli şehrin şivesininin şifrelerini çözmüştü. Bedros’un şivesini taklit edince seyyar cigerci arabasının etrafındaki müşteriler gülmekten kırıldı; “Ula kaşmer (komik adam) demah bizim bahçadaki fındıhlarda gözin vardir. Allahvekil sahan bi kırtik ( birazcık) vermem’’ Bedros neşesi yerine gelmişti. Etnik kimliğe bakmadan tüm insanlara aynı sevgiyi veren bu polisle dükkânında koyu muhabbetler yapmışlardı. Bedros polise sevecen bir ifadeyle baktı. İki yıldır tanıştığı polis arkadaşının şivesini artık ezberlediğinden ona laz şivesiyle cevap vererek şakasına devam etti.  ‘’Uyy uşagım haçan senun pahçene dalarım, yerum finduklarinu daaa”  Seyyar cigerci de yanan lüks lambasında etrafında toplanmış kalabalığın kahkaları Dagkapı meydanında çınlıyordu.  Diğer polis somurtuyordu. Kimsenin etnik kökenle dalga geçmediği, şivelerin taklit edilip insanların birbiriyle dostlukların kurulduğu bir zamanda yaşıyorlardı. Daha yeni yeni kimin nereden geldiği hangi ırka mensup olduğunu bazıları merak etmeye başlamıştı. Bedros tekrar kendi şivesine döndü. “Allahvekil fındığın tadı damağımda kaldi.” dedi. Herkesin ismini daha öğrenemediği iki yıldır bütün esnafın sadece bizim laz diye sevdiği Giresunlu Polisle gülüşmeler devam ederken Adanalı polis sohbetin arasına bıçak gibi bir laf atar ve biranda gülüşmeler yerini soğuk bir sessizliğe bırakır. Adanalı polis: “Elin gavurlarına evdeki fındıkları dağıtıyorsun, mesai arkadaşlarına vermiyorsun” diyerek sohbetin neşesini kaçırır. O anda Bedros’un başından kaynar sular dökülür. O sözler Bedros’un içine işlemişti, “iki yumruk vursaydı, hançer soksaydı ama bu lafları etmeseydi” diye iç geçirdi. Bu olay üzerine Bedros, Dağkapı’dan eve ağlayarak gider. 

‘Mezarın içine bir ehli Müslüman girsin’

Mahallede bir cenaze vardır ve cenazeyi gömmek için mezarlıkta olan Bedros mezarın içine girer. Bunun üzerine orada bulunanlardan birkaç kişi şunu söylüyor: Mezarın içine bir ehli Müslüman girsin. Yani Bedros’un mezarın içinde cenazeyi gömmek için bulunmasından dahi rahatsız olanlar var. Mezarlıkta olan bu olay Bedros’un çok zoruna gider ve mahalleden iyiden iyiye dışlandığını hisseder.

‘Bir kırtik aklı vardı o da bu gece gidecek’

Mardin yolunda Mazıdağa bağlı Sultan Şeyhmus adlı bir ziyarete gidilir ve orada İrma Sarıpişo’ya plastik bir kılıç alır. Sarıpişo ise kılıcını eline aldığında bağırır, “Dağılın Haçolar” diye. İrma ise Sarıpişo’ya tepki göstererek, “Hem benim paramla kılıç alıyorsun hem de gavurları öldirisen. Ben de fılle değil miyem?” diye seslendi. O sırda o da gavurdur diye bir ses duyuldu ve herkesin bakışları İrma’ya çevrildi. Sarıpşonun annesi; ‘’Bacım niye hanek (şaka) yapisan’’ diye durumu kurtarır. Annesinin Sultan Şeyhmus’da kadınlar gider okunmuş incir yer ve çocuğu olmayanlar dua ederler. Kız çocuğu olanlar Sultan, erkek çocuğu olanlar ise Şeyhmus adını verirler. Bu yüzyıllardan beri süregelen bir inanıştır. Şizofren bir kız ziyarete getirilir ve orada elleri ayakları bağlandıktan sonra ziyaretin içine koyarlar ve kapıyı da sıkıca kapatırlar. Kız içeride bağırışlar içindeyken, kadınlar dışarıda dua ederek şizofren kızın şifa bulmasını beklerler. Bunun üzerine İrma ise şunu söyler: “Zaten bir kırtik aklı vardı o da bu gece gidecek.”

Yurdundan kopan hayatların ayrılık günleri geldi çattı

Bedros da İrma da mahallede yaşadıklarından artık oralarda barınamayacaklarını anladılar. Yerini yurdunu, evini barkını, eşyalarını yok pahasına satan Bedros ve İrma için yolculuk hazırlıkları başlamıştı. O dönemin otobüsleri olan Magirus Havalı Apolloların bagajları üsteydi ve yükler otobüsün üstüne konurdu. İrma her şeyden vazgeçmişti ama bir tek annesinin gardrobundan vazgeçmemişti. Sarıpişo da Bedros ve İrma’yı uğurlayanlar arasındaydı. Ama tabii o an geri dönecekleri üzerine teselli konuşmaları yapılıyordu. Maria Sarı pişo ile vedalaşmak için yanına geldi ve saçındaki tokayı ona verirken yanağına da bir öpücük kondurdu. İrma ağlamamak için kendini tutmaya çalışsa da sonunda dayanamadı ve gözlerinden yaşlar süzüldü. Sarıpişo henüz bu gözyaşlarının anlamını çözemiyordu. Öyle ya madem ki, bir hafta içinde geri dönülecekti o zaman bu hüzün neyin nesiydi. Bedros, İrma, kızları; Maria, Anjel ve Arşalouys İstanbul yolunu tuttular ve oradan da Fransa’ya gittiler. Bedros ve İrma’nın gidişine sevinenler de üzülenler de oldu. Sarıpişo onların gidişine üzülenler arasındaydı ve bu gidişe bir türlü anlam veremiyordu. Sarıpişo yıllar sonra Maria ile yazışır ve ondan Fransa’daki yaşamları üzerine bilgiler edinirdi. 80’li yıllar siyah beyaz televizyondan Alipaşa’da kadınlar Dallas dizisini seyrederler ve Ceyar çıktığında Remziye hanım ona çok kızardı ve gavur oğlu gavur diye tepki gösterirdi. Hayrettin Bey ise “Niye gavur diyorsun ayıptır, senin komşuların da gavur değil miydi?” diye çıkışırken, Remziye hanım ise: “Onlar bizim gavurumuzdu” diye eski komşularını sahiplenmeye çalışıyordu. Sonradan bu cümle mahallede bir deyim olarak kalır. Maria Sarıpişo ile faks aracılığıyla haberleşirken, Fransa’daki hayatlarına ilişkin de ilginç anılarını aktarıyordu. Bedros bir gün Fransız bakkaldan çarşı ekmeği ve örüklü peynir istiyor. Tabii bakkal bu duruma Fransız kalıyor ve olayı Maria’ya anlatıyor. Kendini biran Sur’da Yoğurt pazarında hisseden Bedros'ta bir yanda hastalık bir yanda ise memleket özlemi depreşiyor ve nerede olduğunu unutuyor. Fransa’da memleket özlemi çeken Bedros ve İrma’nın hastalıkları baş gösteriyor. İrma astım hastasıdır ve bir zamanlar içtiği sigaraların etkisiyle KOAH hastalığına yakalanıyor. İrma ile Bedros’un arasında 15 gün vardır. Önce İrma yaşama veda ediyor, hemen ardından da Bedros. İrma’yı çok seven Bedros, onun yokluğuna dayanamaz ve 15 içinde o da eşinin ardından sonsuzluğa göç eder.

Sarıpişo roman yazmak için daha hazır değil

Sarıpişo’nun 2020 yılında çıkan Diyarbakır kızı İrma ve Sarıpişo romanı aslında taa 1990’da basılmaya hazırdır. 1968’de İrma’nın Sarı Pişo’ya ders notu laması için yanlışlıkla verdiği Ece Ajandası’nda ilk notları karalanan yazarlık serüveni 1990’da meyvesini vermeye hazırdır. Ama Sarıpişo’nun kitabını bastırmak için götürdüğü yayınevinin editörü, romanın hikâyesini beğenmekle birlikte yazım tarzının bir romana uymadığını ve yeniden yazılması gerektiğini söyler. Yayınevi editörü Sarıpişo’nun yazarlığına katkı için roman yazma tekniğini öğrenmesi ve o güne kadar yazdıklarını da roman dilinde yazmasına katkı sunacak 10 kitabı okuması gerektiğini söyler.

Sarıpişo’nun kütüphanedeki mesaisi başlıyor

Sene 1965, Ece Ajandası’na İrma özel anılarını kaleme almıştı. 3 yıl sonra da o ajandayı Sarıpişo’ya karalama defteri olarak yanlışlıkla verirken, Bedros ile yaşadığı özel anları oraya not aldığını da unutuvermişti. Çünkü aynı ajandada bir komisyoncunun gelir gider hesapları da vardı. Yani, Ece Ajandası’nın üzerine farklı farklı birçok şey karalanmıştı. İrma Sarıpişo’ya ajandasını verirken, ne oraya karaladığı özel anılarını ne de komisyoncunun alacak verecek listesini pek gözü görmemişti. Sarıpişo bir yandan Kütüphaneci Nazım’dan yazarlık dersi alırken, bir yandan da kütüphanede ona yardımcı oluyordu. Manisa’dan sürgün gelen kütüphane memuru Nazım, Bedros’un kendisine diktiği pantolon karşılığında Sarıpişo’nun kütüphanede gün boyu kitap okumasına izin vermişti. Sarıpişo da Diyarbakır çocuklarının kütüphanede yaptığı yaramazlıklar karşısında Nazım’a destek çıkıyordu.

‘Bilgiye ulaşmanın zor olduğu bir dönemdi’

Sarıpişo yaşamını şekillendirecek ortama ayak uydurmaya çalışıyordu. Dağılan Doğan Kardeş çizgi roman mecmualarını tarihe göre sıralıyor. Toplamda 3 adet bulunan Baki Kurtuluş hazırladığı sınıf ansiklopedilerinden yararlanmak isteyen öğrencileri bir deftere isimleri yazıp sıraya koyuyordu. Bilgiye ulaşmanın zor olduğu bir dönemdi. Bazı öğrencilerin oradaki ansiklopedilerden bir ders notu çıkarmak için 3 saat bekledikleri bile olurdu. İlkokul talebesi olan çocuklara Nazım Bey’in söylediği ; ‘’Çocuklar Gürültü yapmayın, 5 sınıf ansiklopedisi 3 tane diğer sınıflardan 2 şer adet var. Sıra beklemek zorundasınız’’ sakince konuşmasına,  Sarıpişo’nun bağırışı karışıyordu. ‘’Ula Habeşler, Gürültü yapana bugün kitap vermiyem, artık yarın gelirsiz.’’ Nazım’ın kibar ol uyarılarına karşılık Sarıpişo biraz diklenerek cevap verirdi. ‘’Ma örtmenim, bunlar laftan anlamilar, sizde 30 santimlik cetvel alın, birez kafasına vurmazsan, seslerini kesmezler, ben kendimden biliyem!’’ Kütüphane memuru Nazım aynı fikirde değildi. “Şiddet sözünü kabul ettiremiyen kişilerin yöntemidir, istediklerini sakin bir dille anlatırsan, onları ikna edersen, daha saygın olursun”

Tarihe not düşecek kitap için yazmaya adım adım

Sarıpişo’nun ilk yazarlık serüveni Ulu cami meydanında iki aşiret arasında çıkan kavgaya dayanır. “Ulu cami meydanından gelen gürültüler kütüphanedeki öğrencileri rahatsız etti. Herkes pencereden aşağı bakınca biraz evvel konuştuklarına tezat bir olay yaşanıyordu. İki ayrı aşirete mensup köylüler birbirlerine sopalarla saldırmıştı. İpli kürsüler havada uçuşuyordu. Yaklaşık 50 veya 60 kişinin karıştığı kavgada, insanların kafası, gözü yarılıyor, yüzleri kan içindeydi.  Nazım ne kadar bağırsa da çocukları pencerenin önünden koparamadı. Polis gelmiş kavga bitmişti. Nazım Sarıpişo’yu karşısına aldı; “Bak sen şu an 1968 Diyarbakır’ında yaşıyorsun. Binlerce yıllık medeniyetlerin yerleştiği Romalılar, Mervaniler, Akkoyunlular ve en son Osmanlıların hâkimiyetinde olan tarihi topraklarda doğmuşsun. Beş buçuk kilometrelik burçlar dünyanın hiçbir yerinde yok. Benzeri bir Çin Seddi var, ama kale değil, Diyarbekir surlarının yarısı boyunda adı üstünde set yapmışlar. Bugünden oturup bu kan davasını, aşiret kavgalarını, insan portelerini tasvir edip yazarsan ileride Müthiş bir kitap olur. Ben ikibinli yılları belki göremeyeceğim ama sen bu notları alıp bugünleri edebi bir dille yazarsan yakın tarihine bir katkı olur” dedi.

Sarıpişo kompozisyon yazıyor

“Manisalı Kütüphane memuru çizgisiz bir kâğıt çıkardı. Sevecen bir bakışla, Sarıpişo’nun sarı kafasını okşadı. “Hadi bakalım az evvel gördüğün olayı bir kompozisyon şeklinde yaz.”Sarıpişo yarım saat boyunca o müthiş kompozisyonu yazarken, Nazım ara sıra pencereden Hasanpaşa hanını seyrediyor, bazen de kalın gözlüklerin üstünden Sarıpişo’ya gülümseyip bakarken, önündeki o dönem aşırı solcuların gazetesi olarak bilinen Cumhuriyet gazetesinin bulmacasını çözüyordu. Sonunda kompozisyon bitmişti. Alipaşa ilkokulu 3 sınıf talebesi Sarıpişo belki de yazarlığına ilk adımını atacağı, 60 yaşına geldiğinde yayınlayacağı kitabının ilk satırları yazıyordu. Nazım kompozisyon kâğıdını eline alınca Daha önceki sohbetlerinde Bedros’a “çok zeki bir çocuk, büyük bir adam” olacağından emin olduğunu söylediği sarı saçlı çocuğa gözlerini kısıp sevgiyle baktı. Çizgisiz dosya kâğıdına yazılanları okuyunca, yüzünde ki meşhur Sıtkı Usta kadayıfı yemiş, gülen suratı değişmiş, yerine İrma’nın yaptığı acur turşusu tatmış, ekşimiş bir surat gelmişti. Uzun kompozisyonun elle tutulur bir yanı yoktu. Genelde giriş, gelişim, sonuç olması beklenen yazıda. Gelişim başta, girişten eser olmadığı gibi, sonuç bölümü uzun bir tatile çıkmıştı. Üstelik Diyarbekir şivesinde yazılan kompozisyon yöresel, otantik olmanın ötesinde, kargacık burgacık yazılarıyla anlamak güçtü. Okumak için illa Eczacılık Fakültesi bitirmiş aynı zamanda Diyarbekir şivesini iyi bilen Rojda isminde bir eczacıya ihtiyaç duyuluyordu. Ama o kişide henüz dünyaya teşrif etmemişti. Rojda annesinin karnında dua edip, Paris’in elit bir semti olan Montparnasse’de doğmak için çok dua etmişti. Ne yazık ki duası tutmamış Orta doğunun en belalı kentine tayini çıkmıştı.”

Sarı Pişo Ece Ajandası’nı İrma’ya geri vermez

Sarıpişo kütüphane memuru Nazım sayesinde hem okumaya hem de yazmaya başlar. 1968 yılında çocukluğunda başladığı yazarlık serüvenine her yeni gün yaşamından kesitleri Ece Ajandası’na  aktararak katkıda bulunur. Sarıpişo, gün içinde yaşadığı ve yüreğine dokunan her olayı bir bir not eder ajandasına. Tabii arada bir Ece Ajandası’na İrma’nın Bedros ile yaşadığı özel anılarını da okumayı ihmal etmez. İrma bir süre sonra ajandaya karaladığı anılarını hatırlayıp Sarıpişo’dan ajandasını istese de Sarıpişo’nun onları vermeye pek de niyeti yoktur. Ajandayı ders notları aldığını ve yırtıp attığını söyleyip olayı geçiştirir Sarıpişo. Aslında Sarıpişo’nun ajandayı temize çekmesi lise yıllarında olur.

‘Roman yazabilmek için 5 yılda 10 kitap okudum’

1968’den 1990’a Sarıpişo, yazdıklarını bir kitap halinde görmek istese de yayınevi editörünün henüz yeterince pişmediği uyarısını dikkate alarak yeniden okumaya başlar. Çünkü editöre göre Sarıpişo’nun henüz bir roman yazabilme kabiliyeti yoktu ve onu kazanması gerekiyordu. Editörün Sarıpişo’ya okuması için önerdiği kitaplardan biri Recai Zade Ekrem’in ’’Araba Sevdası’’  biri Gabriel Garcia Marquez’in Nobellik romanı ‘’Yüz yıllık Yalnızlık’’ idi ve listedeki 10 kitap bir bir okunmaya başlandı. Sarıpişo 5 yılda editörün önerdiği kitapları okudu ve özetini çıkardı. 1995 yılında Sarıpişo yeniden yayınevinin kapsını çaldı ama tam imzalar atılacakken, bir anlaşmazlık baş gösterdi. Çünkü yayınevinin editörü romanın 1972 yılında bitmesini istemiyordu ve olayı kurgu ile 1980’e kadar uzatmak istiyordu. Sarıpişo ise yaşanan gerçeklikten kopmak, romanını kurgu ile gereksiz yere uzatmak istemiyordu. Editör Sarıişo’yu Maria’ya aşık etmek onu Fransa’ya göndermek ve oradan da eli boş bir şekilde hayal kırıklıkları içinde gerisin geri memleketine yollamak istiyordu ama Sarıpişo buna müsaade edemezdi. Çünkü Maria bir Fransız ile veliydi ve çocukları vardı. Annesinin anıları içi izin alınmış ama Maria haksızlık yapmadı delikanlılık döneminde kurgu olan anıların yazılmasına müsaade etmedi. Bunun üzerine editör ikinci teklifini yaptı ve Sarıpişo’dan hikayeyi satın almak istedi.  Sarıpişo buna da yanaşmadı ve romanının 1995’te yayınlanması da hayal oldu. Sarıpişo 1995’te baskıya hazır olan romanını ancak 2020 yılında çıkarabildi, çünkü emekli olmuştu ve hayat şartları nedeni ile. Ciddi ekonomik sıkıntılar içinde romanını bastırabilecek parayı bir türlü biriktiremiyordu. Sarıpişo, 2015’ten kitabı çıkıncaya kadar da romanından alıntıları bir internet sitesinde ve Twitter hesabından peyder pey paylaşmaya başladı. Sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarla kitabını çıkarmak için maddi desteğe ihtiyacı olduğunu ifade eden Sarı Pişo’ya birçok kişi ve kurumdan destek geldi. Çünkü Sarıpişo’nun Sur’da yaşanan gerçek hayat öyküsüne dayanan romanı biran önce gün yüzüne çıkmalı ve okurlarıyla buluşmalıydı. Birkaç iş insanı bir araya gelip bir meblağ topladılar ancak yeterli değildi. Sarıpişo’nunTwitter hesabındaki 17 bin takipçisinden birçoğu kitabın çıkması için ona maddi destekte bulunmaya başladı. Kitabın baskı maliyetlerini karşılayabilmek için Sarıpişo kitap henüz çıkmadan ön siparişler almaya başladı. Sonunda romanın baskı parasına yetecek miktarda meblağ birikti. Çünkü 17 bin takipçiden 632 adet kitap siparişi gelmişti. Diyarbakır kızı İrma ve Sarıpişo kitabının çıkması için her çevreden kitapsever ve Diyarbakır kültürüne gönül vermiş insanlar Sarıpişo’ya destek oldular. Almanya’dan pizza restoranı sahibi Şahin Çiftçiden Diyarbakır OSB den iş insanı İhsan Ogurlu’ya, Eski TSO Başkanı Ahmet Sayar’dan, Akyıl ailesine kadar sipariş vererek kitabın çıkmasına katkı sağladılar. Sarıpişo halihazırda 2 bin adet bastırdığı kitabının 800 tanesini 15 gün içinde okurlarıyla buluşturdu. Ve kitabın ikinci baskısının masraflarını çıkartmaya çalışıyor.

‘Yazmayı öğreniyorum’

Kitabı çıkmasına rağmen henüz kendisini yazar adayı olarak nitelendiren Sarıpişo, kitabının ikinci baskısını yaptığında ve hazır olan bir başka kitabını da baskıya verdiğinde ancak yavaş yavaş yazarlığa doğru adım atacağını belirtiyor. Sarıpişo’nun bir tanesi biten, diğeri de proje halinde olan 2 kitabının hazırlıkları sürüyor. Sarıpişo’nun yazımı biten kitabı, üniversite yıllarında yaşanan komik anılardan oluşuyor. Proje halinde olan ve yaklaşık 600 sayfalık kitabıyla ilgili de Sarıpişo, 12 Eylül darbesinin Komik anıları diye çıkaracağını söyledi. O romanda gerçek anılardan oluşacak. 12 Eylül 1980 darbesi hakkında yazılan diğer kitaplar gibi olmayacağını anlatan Sarıpişo. Bu kitabın Mamak Askeri cezaevinde yatmış. Çoğu arkadaş olan 14 kişinin gerek hapis deki gerek çıktıktan sonraki hayata adapte sürecindeki komik anılar olacak.   Sarıpişo yeni çıkan ilk kitabıyla ilgili çok olumlu geri dönüşler aldığını belirtirken, ara ara da olumsuz tepkilerle de karşılaştığını ifade ediyor. Yazarlığı öğrenmeye devam ettiğini ifade eden Sarıpişo, Twitter’dan yaptığı paylaşımda da “Bir kitap yazdığı için kendini yazar hissetmeyen kişiyim” ifadelerini kullanmıştı. Diyarbakır Sur’da 1960’lı yıllarda yaşanan gerçeklikleri anlatmaya, Sur’un çok kültürlü yapısını resmetmeye çalıştığını ifade eden Sarıpişo, kitabına gelen olumsuz tepkilere ilişkin olarak, “Kitabı okuyan kişi oradaki kişilerin etnik kökenlerini ve dini ritüellerini öğreniyorlar. Bu kitap çok kültürlü yaşamda herkesin kendisinden bulabileceği anılardan oluşuyor. Ben eğer sadece Süryanilerin yaşamını yazsaydım ya da sadece Müslümanlarla ilgili yazsaydım veyahut sadece politikayla ilgili yazsaydım gerçekçi olmadı. Çünkü yaşanan bu değildi. O yaşamda çok kültürlülük vardı ve ben de o dönem ne yaşandıysa onu yazdım. Ben o dönemdeki Diyarbakır kültürünü yaşatmak için kısa kısa kesitler yazdım. Ve bu gerçeklik bazılarını rahatsız etmiş olabilir.” diye belirtti.

‘Z kuşağından yaklaşık 200 kişi Twitter’dan benimle yazışıyor’

Z kuşağının da kitabına ilgi gösterdiğini ifade eden Sarıpişo, “Kızım da Z kuşağında ve ben 61 yaşımda olmama rağmen onunla oturup keyifli bir sohbet yapabiliyorum. Aslında Z kuşağı merak ediyor, ailelerinin nasıl yaşadığını. Bir kere Z kuşağı politik çatışmalarla ve ayrışmayla büyüdüler. Z kuşağı doğduklarında kendilerini birden bire siyasi ayrışmanın ve kutuplaşmanın içinde buldular. Bir taraf seçmek zorundalardı. Fakat dikkat ediyorum öyle bir yayın yapmışım ki, Z kuşağının grubu da sadece müzik dinleyen, hiç politikaya bulaşmayanlar da beni takip ediyorlarmış. Z kuşağından yaklaşık 200 kişi Twitter’dan benimle yazışıyor. Babalarına dahi soramadıkları, içinden çıkamadıkları konuları bana yazıyorlar. Bana bir babaya sorulacak soruları yanıtlamamı istiyorlar. Yani, Z kuşağı ile sıcak bir iletişim kurdum” diye konuştu.

Sarıpişo siyasetten neden uzak durdu?

Sarıpişo siyasetten neden uzak durduğunu ise şöyle anlattı: “Çarlık Rusya’sında Don nehrinin kenarında Kazakların hayatını anlatan 4 ciltlik bir roman var. Ve Durgun Akardı Don kitabını 1979 yılında okuyordum ve sonrasında 12 Eylül darbesi olmuştu. Beni bu kitabı okuduğum için alıp götürdüler ve 3 ay içerde yattım. Ankara’da öğrenci evine yapılan baskında beni de bir kitap yüzünden aldılar. Kitabın yazarının Rus olması o dönem tutuklanmak için yetiyordu. İçeriğinde ne olduğunun bir önemi yoktu. 3 ay Mamak cezaevinde kaldım hatta son bir ayını da Etimesgut’ta kışlalarda geçirdim. Çünkü o kadar çok tutuklama vardı ki, Mamak’ta yer yoktu. Sonunda beraat ettim ama sonuçta bir kitap yüzünden bunları yaşadım. Yine, Aleksander Soljenitsin’in yazdığı ‘’Gulag Takım Adaları’’ kitabı da tutuklanmama neden olan bir başka kitaptı. Aslında Gulag Takım Adaları Sovyetler Birliği döneminde, rejime muhalif birinin sürgündeki günlerini yazar. Yani, tutuklanamama neden olan kitap Sovyetleri eleştiren bir kitaptır. İlgisiz bir roman, ilgisiz bir otobiyografi yüzünden 3 ay yattım. Mahkemede hâkime de söyledim. Eğer siz Rus rejimini eleştiren bir kitaptan dolayı ve bu kitabı okumadan bana ceza verirseniz hakkımı size helal etmiyorum dedim. Hâkim de mahkemeyi bir ay erteledi. Bir ay sonra da hakim bana ‘dediğin doğruymuş’ dedi ve beraat ettim.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Toplum-yaşam Haberleri