TİGRİS HABER - DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, Meclis Genel Kurulu’nda ‘Aden Körfezi, Somali Açıkları, Arap Denizi ve Mücavir Bölgelere asker gönderilmesini içeren Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ üzerine konuştu.
“Bugünün özel anlamı nedeniyle Türkiye'nin Suriye politikasını ameliyat masasına yatırmanın, bir otopsi yapmanın yararı vardır” sözleriyle konuşmasına başlayan Çandar, pek çok açıdan Türkiye’nin Suriye dış politikasını eleştirerek, “Dışişleri Bakanımız başta olmak üzere eğer iktidarımızın mensupları hayal satmaya devam ederlerse sıkıntı olacak” dedi.
Cengiz Çandar’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşmanın satırbaşları:
‘Ahmed el-Şara ile Mazlum Abdi gayet umut verici bir diyalog gerçekleştiriyor… Eğer Türkiye izin verirse’
Bugün, hepiniz biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuğu olarak Suriye'nin "Geçici Cumhurbaşkanı" sıfatını taşıyan Ahmed el-Şara, eski medyatik kod adıyla Ebu Muhammed el-Colani Ankara'ya geldi. Hemen şurada söyleyeyim: Ahmed el-Şara, 8 Aralık 2024 tarihinde Şam'a, iktidar koltuğuna oturduktan bu yana son derece kıvrak, esnek, akıllı bir tavır ortaya koydu; Suriye'nin sorunlarını diyalog yoluyla, Suriye'nin bütünlüğünü diyalog üzerinden harekete geçerek çözme niyetlisi olduğunu ortaya koydu ve bu çerçevede şu anda büyük bir sorun gibi Türkiye'de yansıtılan, Suriye'nin doğusuna hükmeden Suriye Demokratik Güçlerinin Başkomutanı konumunda olan Mazlum Abdi'yle gayet işler ve umut verici bir diyalog gerçekleştiriyor, bir süredir taraflar görüşüyor. Eğer Türkiye izin verirse. Türkiye himayesi altına almış gibi gözüktüğü Şam'daki yeni yönetimin nefes alıp vermesine, doğru bir şekilde nefes alıp vermesine izin veriyor olsa. Burada, bu kürsüde, bir süre önce, ben Türkiye'nin, Suriye'nin ulusal birliğine hizmet edecek, Suriye'nin çok kültürlü, çok mezhepli, çok kimlikli yapısını birleştirecek, birlik içinde bir tutumu, maalesef, ortaya koyamadığını ve Suriye'nin birliğine, bütünlüğüne yardım etmiyor olduğunu söylemiştim. Bugün Ahmed el-Şara'nın yaptığı ziyaret bile bunun bir göstergesi. Hangi sıfatla geliyor? Suriye'nin Geçici Cumhurbaşkanı. Kim seçti? Ne zaman seçti? Meşruiyet zemini ne? Bundan birkaç gün önce Suriye'nin Sünni Arap kesiminin 80'e yakın fraksiyonunun 18'i bir araya geldi Şam'da ve Ahmed el-Şara'yı Geçici Cumhurbaşkanı seçti. Geri kalan ne yaptı? Geri kalan ya davetli değildi ya haberi yoktu. Bu, Suriye'nin Geçici Cumhurbaşkanı mı şimdi? Heyet Tahrir el-Şam Ahmed el-Şara'nın örgütü. Ki, tekrar edeyim, Ahmed el-Şara son derece esnek, başarılı, akıllı bir politika güdüyor. Onun hakkını teslim ederek söylüyorum. Onun kişiliğiyle, onun konumuyla bir sorun yok; onun sunumuyla ilgili ve bizatihi Türkiye tarafından sunumuyla ilgili bir sorun var, onu dile getirmeye çalışıyorum.
‘Suriye'nin adı Suriyelilerin bileceği iştir’
Bir kere bu "Geçici Cumhurbaşkanı" sıfatını taşıyan kişinin meşruiyeti henüz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından başında bulunduğu örgüt hâlâ terör örgütü olarak listede bulunduğu için sorgulanıyor. İkincisi, temsil niteliği, Suriye'de kimi temsil ettiği daha kesin ortada olmadığı için meşruiyeti tartışmalı durumda. Suriye bir sürü uluslararası yaptırım altında, Birleşmiş Milletlerin onayladığı yaptırımlar altında bir ülke; bunlar daha ortadan kalkmış değil ve bizim Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan kalkıyor, dış basına demeç verirken diyor ki: "Suriye, Arap Cumhuriyeti olacaktır." Bunu kim olarak söylüyor, hangi sıfatla söylüyor? Çünkü Hakan Fidan bildiğimiz kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı, Suriye adına konuşma yetkisine sahip değil, hakkına da sahip olmaması gerekir. Kaldı ki Suriyeli de değil, Suriye vatandaşı da değil, bir çifte vatandaşlığı da yok, Arap da değil. İdeolojik olarak düşündüğünüz takdirde "Suriye Arap Cumhuriyeti" sözcükleri 1961 yılından itibaren var idi, 1963'ten sonra da Suriye'de bunca zamandır iktidarda bulunan Baas Partisinin Suriye'ye verdiği isimdi. E, Hakan Fidan Baasçı da değil bildiğimiz kadarıyla yani Arap milliyetçisi değil bildiğimiz kadarıyla. Niçin siz Suriye'nin geleceğine şimdiden bir şey biçiyorsunuz ve "Suriye Arap Cumhuriyeti olacaktır." diyorsunuz? Kime dayanarak, neye dayanarak ve niye bunu söylüyorsunuz? 1946 yılından 1950 yılına kadar bağımsızlık ve Birleşmiş Milletler üyeliğini kazandığı andan itibaren Suriye'nin adı "Suriye Cumhuriyeti'ydi. 1950 yılında yeni bir Anayasa'sı oldu. 1958'e kadar "Suriye Cumhuriyeti" adını devam ettirdi. Mısır'la 1958'de birleşip "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adını aldı. 1961'de ayrılınca "Suriye Arap Cumhuriyeti" oldu, sonra da Baas rejimleri onu "Suriye Arap Cumhuriyeti" olarak devam ettirdiler. Suriye'nin Araplığı bu kadardır ne bağımsızlığında ne egemenlik döneminin başında "Arap Cumhuriyeti" değildir, bundan sonra da olacağını bilmiyoruz "Arap Cumhuriyeti" adını taşıyacağını; bildirmeye de bizim Türkiye'den ve dünyanın herhangi bir başka yerinden kimsenin de hakkı yoktur, o Suriyelilerin bileceği iştir. Kaldı ki Suriye'de sadece Arap yaşamıyor; geçenlerde rakam rakam, oran oran, harita göstererek size Suriye'nin yapısı hakkında bu kürsüden bilgilerinizi tazelemeye çalıştım. Suriye'de etnik olarak bakarsak Arap yaşıyor, Türkmen yaşıyor Kürt yaşıyor, Çerkez yaşıyor; inanç gurupları olarak bakarsak Dürzi yaşıyor, İsmailî yaşıyor, Şii yaşıyor, Sünni yaşıyor, Alevi yaşıyor, Süryani yaşıyor, Ortodoks Hristiyan yaşıyor, bir miktar da Katolik Hristiyan yaşıyor ve Ermeni yaşıyor; böyle bir ülke Suriye.
‘Suriye’de değil, Şam'da oturan bir irade var’
Şimdi, bu Suriye nüfusunun yüzde 57-60 dolayında olanı Sünni Arap. Mevcut iktidara Şam'da hükmeden unsur bu Sünni Arap unsurunun içindeki sayısız fraksiyonlardan biri. Bir fraksiyon, bir ideolojik fraksiyon El Kaide'nin devamı olarak geldi. "El Kaideci" demiyorum, değil çünkü, ayrıldılar; önce IŞİD'di, IŞİD'den ayrıldı; şu andaki Ahmed el Şara "Ebu Muhammed el Colani" adını kullandığı sırada gitti, Usame bin Ladin'den sonraki El Kaide Lideri Eymen el Zevahiri'ye biat etti, dedi ki: "Ben IŞİD değilim, IŞİD'den ayrıldım ama sana bağlıyım." O da "Peki." dedi, sonra ondan da ayrıldı. O günden bugüne, 2017'den bu yana, yedi sekiz sene içinde epey de yol aldı. Ne kadar yol aldı, onu bilmiyoruz ama en azından yedi, sekiz senedir El Kaide'ye biat etmeyen birisi olduğunu biliyoruz ve ona İdlib'de de yedi, sekiz sene İdlib ilini, biraz da Türkiye'nin askerî şemsiyesi altında yönetmiş olmaktan gelen bir imkânı da tanıyarak Suriye'nin geleceğinde Türkiye'ye dost bir unsur olarak görmeye devam edebiliriz. Ama Suriye'nin temsilcisi, ama Suriye'nin Cumhurbaşkanı... Hangi Suriye'nin? Daha ortada bütün Suriye'yi birleştirecek olan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin meşhur 2254 sayılı Kararı'na -ki hâlâ geçerli o karar- bağlı oluşmuş bir Suriye henüz ortada yok. O Suriye'nin nasıl oluşacağının yol haritasında belirlemişti, Türkiye de o kararı desteklemişti. Şimdi, bu başka bir şey. Bu rejim, Şam'da yerleşen rejim Baas Partisini lağvetti, kapattı. Suriye Anayasası'nı iptal etti. Dolayısıyla, Suriye'yi şu anda Birleşmiş Milletlerde kim, hangi uluslararası hukuk yetkisine göre temsil ediyor; onu da bilmiyoruz. Yani bizim meşhur Adana Anlaşma'mız cari mi Suriye'yle? Çünkü o bundan önceki rejimle yapılmıştı, bundan önceki rejim yok, iptal. Onun yerine geçen rejim, o rejim Şam'da oturuyor, Suriye'de değil. E, diyeceksiniz ki: "Birleşecekler." Nasıl birleşecekler, neyi temsil ediyor? "Aklı da Türkiye verdi." diyorlar. Hayır, Türkiye -bu Meclis 23 Nisan 1920 tarihinde kurulmuş- temsil yeteneği olan bu Meclisle Kurtuluş Savaşı'nı verdi ve bu Meclis herkesi temsil ediyordu. Üyelerinin büyük bölümü seçilmiş Meclis-i Mebusan üyeleriydi, son Osmanlı Meclisinin üyeleriydi. Şimdi, böyle bir meclisti Türkiye Meclisi. Suriye'de böyle bir temsilî durum, bir ulusal konferans toplanmış değil. Suriye'nin bütün unsurlarını temsil eden insanlar bir araya gelip "Nasıl bir anayasa yapalım, nasıl bir devlet yapalım?" bunları söylemiş değil. Şam'da oturan bir irade var şu anda bundan ötürü ve "Heyet Tahrir el-Şam" denilen, eskiden Kaide olmuş olan ve başında Ahmed el-Şara'nın bulunduğu kuruluş bir siyasi ideolojik fraksiyondur ve bu Suriye'nin tümüne hükmetmeye kadir değildir, muktedir değildir, yeterli değildir.
‘Böyle bir Suriye yok ve olmayacak
Kürtler onlarla anlaşırsa diye cümleye girelim, Suriye'de sadece Şam'daki bu yapıyla meselesi olan Kürtler değil ki. Türkiye'deki kamuoyu bir resmî propaganda bombardımanı altında hiçbir şeyin farkında değil. Suriye'de Dürziler var. Güneyde Süveyda adlı il merkezinin etrafında Arapçası "Cebel el-Dürüz" yani Dürzi Dağı olan ve 1920'li yıllarda Fransa'ya karşı en şiddetli bağımsızlık direnmesini gösteren Suriye'nin alanı, onlar özerklik istiyor, Şam'daki bu yönetime bağlanmak istemiyorlar Dürziler. Onların hemen yanı başında Ürdün sınırının üzerinde adı "Dera" olan bir il merkezi var. Orada da adı -değişmiş, yeni adıyla- "Güney Harekât Merkezi" adı verilen bir yapı hâkim, o da Şam'ın iradesi altına girmek istemiyor yani Heyet Tahrir el-Şam'ın. O unsurlar Heyet Tahrir el-Şam Halep'ten Hama'ya, Humus'a yürürken ondan önce Şam'a girmiş olan bu "Güney Harekât Merkezi" denilen yerel örgütün unsurlarıydı, o örgüttü ve Dera önemli bir yer çünkü 2011'de yıkılmış olan rejime karşı ayaklanmayı bahseden, kimisinin "Suriye devrimi" dediği devrimi başlatan Dera'ydı. Şimdi, orası da Şam'ın, Heyet Tahrir el-Şam'ın merkezî otoritesini tanımıyor. E, Kürtler hiç tanımıyor şu anda. Yani şunu tanıyacaklar: Gelin, konuşalım, anlaşalım, uzlaşalım, birleşelim Suriye'nin içinde.Bu tamam ama "Sen meşru otoritesin, bana ne yapacağımı söyleyeceksin, herkes sana biat edecek, ellerini havaya kaldıracak, silahlarını verecek, senin tayin ettiğin askerlik şubelerine..." Yok böyle bir Suriye, böyle bir Suriye yok ve olmayacak. Dışişleri Bakanımız başta olmak üzere eğer iktidarımızın mensupları hayal satmaya devam ederlerse sıkıntı olacak.
‘Türkiye'de bir süreç başlatmaya çalışıyorsunuz’
Ama daha büyük sıkıntı Suriye'nin doğu bölgelerinde, Kürtlerin yaşadığı alana ilişkin Türkiye'nin de silahlı müdahalesiyle devam eden saldırılar. Teşrin Barajı'nı duymuşsunuzdur en azından medya kanallarından gelen haberlerle.Son birkaç gün içinde orada ölü sayısı -Suriye'nin iç savaş sonucunda değil- Türkiye'den gönderilen "drone"lar, top atışları ve bombardıman sonucunda Türkiye'nin müdahalesi sonucunda 41 ölü, 200 küsur sivil yaralı var. Millî Savunma Bakanı da geçenlerde kalktı ve suçladı, dedi ki: "Canlı kalkan olarak sivilleri kullanıyorlar." Niye saldırıyorsun sen? "Oradaki siviller" dediğin orada yaşayan insanlar, kendi topraklarında yaşıyorlar ve kendi topraklarında "Biz buradayız, buraya saldırmayın." diyorlar ve siz Türkiye'den kaynaklı silah gönderip insan canını alıyorsunuz ve ondan sonra, Türkiye'de de bir süreç başlatmaya çalışıyorsunuz. Orada ölen Kürtlerin, Suriye'de ölen insanların burada yol açabileceği tahribatı, travmayı anlayamıyor musunuz? Türkiye ile Suriye artık ayrı yerler değil Suriye'de kim yaşıyorsa Türkiye'de onların vatandaşı var. Türkiye'de Aleviler yaşıyor, Türkiye'de Hristiyan vatandaşlarımız yaşıyor, Türkiye'de Kürtler yaşıyor. Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu tıpkı Suriye nüfusu gibi Sünni; Türkiye'de Araplar yaşıyor, Suriye'de Araplar yaşıyor; Türkiye'de Türkler, Türkmenler yaşıyor, Suriye'de de Türkmenler yaşıyor. Suriye halkı bizim devamımız, oradaki halkın tümünü birlikte kucaklayıcı bir politika gütmeye kalkın. Bir siyasi fraksiyonu, bir ideolojik fraksiyonu arkalayarak o halkın Türkiye'de kardeşleri, soydaşları olan diğer bölümlerine karşı kendi vatandaşlarımızı incitecek işlere kalkışmayın ne olur.
‘Suriye'de potansiyel iç savaşa benzin dökmeyin’
Türkiye Suriye'nin tüm halklarını yansıttığı için, hepsini kucaklayan bir politika şart. Eğer Türkiye Suriye'ye ilişkin olarak böyle bir politika izlemez ve bugün izlediği politikaya devam ederse bu, bırakın Suriye'nin ve dolayısıyla Türkiye'nin istikrarını, tam tersine, Suriye'de potansiyel iç savaşa benzin dökmek anlamına gelir. Bundan Türkiye'nin kaçınması lazımdır ve Suriye'ye zaten hep şaşı bakıldı. Rejim düşmeden bir ay öncesine kadar "Acaba nasıl Beşşar Esad'la görüşebiliriz?" diye Rusya'yı araya sokup hamle üstüne hamle yapıyordu buradaki iktidar; olmadı. Hatta bu HTŞ Halep'e yürümeye kalktığı zaman bile "Durun, ne yapıyorsunuz?" dediği, birtakım raporlarda, bazı istihbarat bilgilerinde biliniyor fakat birdenbire ihtiyat kendinin yerini iyimserliğe bıraktı, "Galiba oluyor bu iş, Beşşar Esad gidiyor." dediler ve şu anda Suriye'de Şam'da bulunan bir fraksiyonun, bir ideolojik fraksiyonun hamisi bir Türkiye olarak bölge siyasetinde belirmiş durumdayız. Beşşar'a yatırım yapmaya kalkıyordunuz, yanlış yaptınız, olmadı, yıkıldı. Şimdi bir fraksiyon üzerinden Suriye'ye hükmetmeye çalışıyorsunuz, olmaz, yapamazsınız. Zaten o Ahmed El Şara da önce Suudi Arabistan'a gitti, İstihbarat Başkanını da önce Suudi Arabistan'a gönderdi, Dışişleri Bakanını da önce Suudi Arabistan'a gönderdi.
Türkiye, tüm Suriyeyi kucaklayacak bir Türkiye olmalıdır’
Şimdi, bir de bizim gene Dışişleri Bakanımız daha birkaç gün önce Doha'da IŞİD'e de karşı... Çünkü malum, biliyorsunuz, IŞİD'li tutuklular var doğu Suriye'de, Suriye demokratik güçlerinin kontrolü altında bulunuyorlar. Onlar bunu istismar ederek "Biz bu işi hallederiz." dedi. Nasıl halledeceğiz? "Türkiye, Suriye, Irak ve Ürdün birlikte biz iş birliği hâlinde IŞİD'le mücadele ederiz." Suriye mi? Suriye'de devlet mi var? Hangi Suriye? Suriye neresi? Irak'la iş birliği hâlinde İŞİD ile mücadele edeceğiz. O Irak, IŞİD Erbil, Kerkük kapılarına geldiği zaman darmadağın olmuştu, onunla birlikte biz IŞİD'e karşı mücadele... Niye? Yeter ki Kürtler onları kontrol etmesin orada. Bu kafayı değiştirmemiz lazım. Türkiye Suriye'de hâlâ uzun bir siyasi dönüşüme ihtiyaç gösteren bir siyasi fraksiyonun hamisi görüntüsü veremez, vermemelidir; tüm Suriye halkının hamisi olmalıdır, tüm Suriye halkını Kürt'üyle, Türk'üyle, Türkmen'iyle, Arap'ıyla, Sünni'siyle, Alevi'siyle, Ermeni'siyle, Süryani'siyle kucaklayacak bir Türkiye olmalıdır. O zaman biz göğsümüzü gere gere "Bu ülkenin gerçek güç merkeziyiz." deriz ve o zaman bu bölgede barış için anlamlı bir iş yapılmış olur. (Haber merkezi)