Tıp Fakültesi son sınıfında okuyan kuzenini genç yaşta kalp krizinden, eşinin babasını kanserden kaybeder, ardından annesi iki kez kansere yakalanır.
Bu sıkıntılı günlerini atlatabilmek için bir terapi olarak gördüğü butik pastacılığına, pasta tasarımcılığına başlar.
Kocaeli Uluslararası Fuar’ında düzenlenen yarışmaya; üç kategoride katılır. Yarışma sonucunda üç altın madalya ve Türkiye şampiyonu olarak Diyarbakır’a döner.
Şimdi butik pasta ve pasta tasarımcısı olan ve aynı zamanda Uluslararası Gastronomi Federasyonu’nun yönetiminde ve disiplin kurulunda yer alan Elif Demirağ’la altın madalyalara ve Türkiye şampiyonluğuna giden başarı yolculuğunu konuştuk.
Çocukken kekemeliğinden ve fiziksel zayıflığından dolayı arkadaşları tarafından dışlanan küçük çocuğa İlokul öğretmeni tarafından mavi çaydanlık ila su taşıma görevi verilir. Bunun sonucunda dili ve şansı açılan çocuk Elif Demirağ’ın öğretmenidir.
Mardin Artuklu Üniversitesinde formasyon eiğitimi aldığı sırada Eğitim Bilimlerinin Bölüm Başkanı olan Vahap Özpolat’ın, Elif Demirağ’a pasta tasırımında ilham olan mavi çaydanlığını ilğinç öyküsü.
Şimdi butik pasta ve pasta tasarımcısı olan Uluslararası Gastronomi Federasyon yönetiminde yer alan Elif Demirağ’la altın madalyalara ve Türkiye şampiyonluğuna giden başarı yolculuğunu konuştuk.
M
1980 Diyarbakır doğumluyum. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tekstil Moda Tasarım mezunuyum. Daha sonrada Edebiyat Fakültesini bitirdim. Edebiyat öğretmeniydim ama bazı nedenlerden dolayı öğretmenliğe devam edemedim. Çocuklarım küçük olduğundan ve eşim de mesleği gereği burada kalmak zorunda olduğundan başka işe yönelmek zorunda kaldım. Bu işi yapmaya başlarken bu alanda yani pasta tasarımcılığında bu kadar ilerleyebileceğimi tahmin edemiyordum. Şartlar bizi bugün buraya getirdi çok şükür. Tabii yine öğretmenlik yüreğimizdeki meslektir. Unutmuş değilim, zaman neyi gösterir onu da bilmiyorum.
Pasta yapımı ve pasta tasarımcılığına nasıl ve ne zaman başladınız?
Benim pasta tasarımcılığına başlama hevesim 2011 yılında yaşamış olduğum bazı sıkıntılı günlerden kaynaklı başladı. Malum hepimiz insanız ve hayatta her şey bizim için. Geçirdiğim sıkıntılı günlerimi daha rahat atlatabilmek adınaydı pastaya yönelişim şöyle oldu: Bunlardan biri 2011 de ani bir kalp krizi ile kaybettiğim kuzenimin ölümüydü. Burcu yani kuzenim tıp fakültesi son sınıf öğrencisiydi, o benim için çocukluğum, gençliğim ve üniversite yıllarımdı. Biz kardeş gibi hep beraberdik, gülmek istediğimde aradığım tek kişiydi. Ölüm acısının tarifi çok zordur. Onun ölüm acısını, aniden gidişini bastırmak için niyeti ile başladım. Çünkü bir şekilde yaşamaya devam etmek, yaşam kalitenizi yerinde tutmak zorundasınız. Onun akabinde annem kansere yakalandı. Birbirine yakın yıllar içerisinde çocuklarımın büyükbabasını da aynı hastalıktan kaybettik..Bir dönem her gittiğim yere elimde pastayla gidiyorum. Bir yıl boyunca tüm konu komşu pasta yemek zorunda kaldı. Beni meşgul eden bir işle uğraşmasaydım ruhum çok daha büyük darbeler alır, tamir etmem çok zor olurdu.
Butik pasta ve pasta tasarımcılığına profesyonel olarak ne zaman adım attınız?
2018 yılında Kocaeli Uluslararası Fuar merkezinde, Uluslararası Gastronomi Federasyonunun (UGEF) düzenlemiş olduğu bir yarışma vardı. Federasyondan yarışmaya katılmamı teklif ettiler. Kendini denemen, kendine bir şans vermen için gelmen gerekir denildi. Neden olmasın, ne kaybederim? Diye bir hevesle gittim. Orada 3 ayrı kategoride (yöresel yemek, tatlı ve tasarım pasta ) yarışmasına katıldım. Her şey öyle hızlı gelişti ki; iki gün içinde bir maket pasta hazırlayıp gittim. Yani o maket pastayı, o tasarımı hazırlarken çok düşünmeye fırsatım olmadı. Sadece düşünce olarak şu vardı; değişik bir şey olsun, herkesin dikkatini çekecek, herkesin sevdiği bir şey olsun diye düşünürken aklıma çay geldi. Bunun bende ayrı bir anısı vardı. Hem de; Türkiye’de çoğu insan tarafından sevilerek içiliyor ve biliniyor. Bu yüzden çaydanlıklar bizim vazgeçilmez parçamızdır. Çaysız bir hayat düşünülemez. Bunu yapmaya karar verdim.
Unutamadığınız mavi çaydanlığın nasıl bir hikâyesi var?
Mardin Artuklu Üniversitesi’nde formasyon alırken; o dönem Eğitim Bilimlerinin Bölüm Başkanı olan hocamız Vahap Özpolat ilk dersimiz de bize kendi öz geçmişiyle ilgili bir hikaye anlatmıştı. Elazığ’ın Güllüce köyünde doğan hocam o yıllarda köyün çobanlığını yapıyor. Bir keçi çobanının hatta kekeme bir keçi çobanının bir çaydanlık sayesinde, nasıl olur da profesörlüğe kadar gelebildiğini göstermek için bu hikâyeyi anlatmıştı. Bu hikâye bizi çok etkilemişti. Kocaeli Fuarında yarışmaya katıldığımda hocamızın bize anlattığı hikâye aklıma geldi ve o çaydanlığı yapmaya karar verdim. Hocamın da iznini alarak o hikâyeyi pastaya yansıttım. Ortaya güzel bir ürün çıktı. Mavi çaydanlık hepimizin çocukluğuna dokunmuştur. Her sobanın üzerinde kaynamıştır.
Hocamın anlattığına göre; o yıllarda jandarma, okul, cami köy halkı için çok kıymetli mekânlardır. Köyde ilkokulda bir öğrenci için öğretmenin evine konuk olmak, çocuğuna bakmak, öğretmene su taşımak çok kıymetli ve onur vericiydi. Camiyi temizleyen, öğretmenin evine girip çıkan öğrenci köylüler tarafından da takdir edilirdi. Benim hocam o sıralarda kekeme, konuşamayan ve çok fazla Türkçe de bilmeyen bir çocuk. Zülküf öğretmen her sabah elinde mavi çaydanlık ile köyün çeşmesinden lojmanına su taşımak için evden çıktığında, çocuklar kendisine su taşımak için yarışa girerlermiş. Vahap hocam o zamanlar kekemeliğinden ve fiziksel gücünün yetersizliğinden dolayı hep uzaktan seyretmekle yetinmiş.
MAVİ ÇAYDANLIK HOCAMIN HAYATINDA DÖNÜM NOKTASI OLUYOR
Bir sabah lojmanın kapısında elinde mavi çaydanlık ile çıkan Zülküf öğretmen, kapıya hücum eden çocukların biraz uzağında olan Vahap hocamı fark eder. Ve eliyle işaret ederek yanına çağırır. Zülküf hoca o gün diğer çocuklara davrandığı gibi onun kekemeliğini, fiziksel zayıflığını dikkate almadan ona güvenir ve suyu onun getirmesini ister. Bütün gözler üzerindedir. Çünkü o gün hocam fark edilmiştir. Ona da diğer çocuklar gibi davranılmış ve konuşma özürlü olan bir çocuğa güvenilmiştir. O zamana kadar okulda kimsenin arkadaşlık etmediği, yalnızlar arasında olan Vahap hocamın üzerine gözler çevrilir. O da önemsenen öğrenciler arasına katılır. Zülküf öğretmenin kekeme ve fiziksel zayıflığı olan öğrencisine mavi çaydanlıkla su getirme görevi vermesi, Vahap hocanın geleceğinde önemli bir dönüm noktası olur. Çünkü artık kimse onunla dalga geçemez. Vahap hoca artık kendini mutlu hissetmek için sadece keçilerin peşinden gitmek zorunda değildir. Artık dili açılmıştır ve bunu bir öğretmenin duyarlı yaklaşımı sağlamıştır.
DİYARBAKIR’A ÜÇ ALTIN MADALYA VE TÜRKİYE ŞAMPİYONLUĞUYLA DÖNÜYOR
O çocuk bugün Artuklu Üniversitesinin rektör yardımcısı Prof.Dr. Vahap Özpolat’tır. Hikâye hepimizi çok etkilemişti. Ben de hikâyeyi alıp hocamın müsaadesi ile pastaya yansıttım.
Böylece yarışmaya yöresel yemek, tatlı ve tasarım pasta ile üç ayrı kategoride girdim. Üçünde de birincilik aldım. üç altın madalya ve Türkiye şampiyonu olarak Diyarbakır’a döndüm.
Üç altın madalya ve Türkiye şampiyonluğuyla Diyarbakır’a döndünüz. Çok ses getirdi mi?
Beklediğim şekilde ses getirmedi. Ben de mütevazılığı elden bırakmamak adına; bu memlekete Türkiye şampiyonluğunu getirdim diye de çok reklama gitmedim. Sadece kendi sosyal medya hesaplarımda yayınladım. Büyükşehir Belediyesi sayfasında yer verdi. Çünkü ben birileri beni övsün diye yarışmaya katılmadım. Oraya giderken de ödül var mı? Kaç madalyayla dönerim hesabını da yapmadım. Memleketime olan borcumu ödedim gibi hissettim. Her kişinin de; doğduğu, büyüdüğü memlekete, hele de Diyarbakır gibi uzun çilelerden geçen memleketine borçlarının olduğunu düşünen bir insanım. Ben borcumu ödedim. Ben şu an kadınlara, hemcinslerime, çevremdekilere, gençlere, çocuklara ben yapabildiysem sizlerde yaparsınız diyorum. Her kişi böyle düşünse Diyarbakır ihya olur.
‘TATLI HAYATIN’ ARKASINDA ACILI BİR SÜREÇ VAR
Sosyal medyada hesabımdan beni takip eden çoğu insan beni tatlıların, pastaların, şekerlerin içinde devamlı eğleniyor, çok eğlenceli bir hayatı var diye düşünebiliyorlar. Aslında öyle yaşadıklarımız sosyal medyaya yansıdığı gibi değil. Sosyal medyadaki ‘Tatlı Hayat’ın arka planında acılı bir süreç var. Yani bu süreçte pasta yapmak bana terapi gibi geldi. Pasta yapımcılığı ve tasarımı insanın ruhunu dinlendiren ve aydınlatan bir sanat dalı gibidir. Zaman geçince sonradan gördüm ki; pasta tasarımcılığı bir girdap gibi insanı içine çekiyor. Ayrıca tüm dünyayı sarmış ve devamlı gelişen bir sektör. İsteseniz de gerisinde kalamıyorsunuz.
Siz nasıl geliştirdiniz?
Pasta tasarımcısının gelişimi öncelikle kendi yeteneği, yaşadığı şehir, o şehirde yaşayan insanların talepleri ve en önemlisi ulaşabildiği malzeme ile doğru orantılıdır. Yani bu saydıklarıma ne kadar kolay ulaşabilirseniz gelişiminiz o kadar hızlı olur. 2011’de hobi olsun diye başladığım bu işin ana maddesi şeker hamuru. Ama o yıllarda Diyarbakır’da şeker hamuru bile bulamıyordum. Sosyal medyanın gücü bu kadar fazla değildi. Mesela benimle aynı tarihlerde bu işe başlayıp İstanbul’da yaşayan bir pastacı şu an benim çok önümde. Çünkü buraya bazı şeyler çok sonradan geliyor. Eğitim’den, malzemeden uzaksınız. İnsanlar o yıllarda böyle bir iş alanın olduğunu bile bilmiyordu. Diyarbakır’a ilk butik pastacılığı ben yaydım diye düşünüyorum. O zamanlar hatırlıyorum İstanbul’a gittiğimde bir kilo şeker hamuru alırdım. Diyarbakır’a geldiğimde kullanmaya kıyamazdım. Bir çiçek yapardım, bozardım tekrardan başka bir çiçek öğrenirken yine aynı hamuru kullanırdım. Tabii şimdi artık öyle değil. Sosyal medyanın gücü var. Şimdi şehirde bulamadığınız bir malzemeyi sosyal medya üzerinden çok kolay temin edebiliyorsunuz. Malzemeleri internet üzerinden isteyebiliyorsunuz.
Koşullarınız zor mu?
Bizim yaptığımız işte; hijyenik olması, fabrikasyon ürün kullanmamak önemli. Çocuğuma yedirmediğim hiçbir şeyi başkasının çocuğuna yedirmiyorum. Çünkü zaten insanların beklentisi de bu. Yani bizim yapmaya çalıştığımız iş; sağlıklı, lezzetli ve daha profesyonel ürün çıkarmak. Bu yüzden işimizin en çok yorucu olan kısmı her şeyi kontrol etmek zorundasınız. Çünkü çalıştığınız iş sanatsal bir iş. Butik pastacı detay görmek zorundadır. Pastayı bitirdikten sonra karşısına geçip resmini çekiyorum bir bakıyorum ki orada bir şey görüntüyü bozuyor.
İşiniz yoğun olsa da, ürününüzün yetişmesi gerekiyor. İnsanlara verilmiş sözleriniz oluyor. Düşünsenize bir genç kızın nişanı var siz o nişana damgasını vuracak ilk insansınız. Pastayı zamanında yetişmediğinizde, masası komple boş kalacak. O sırada ne çocuğunuzu ne kendi sağlık sorununuzu düşünemiyorsunuz. Yani insanız kötü günler yaşıyorsun. Ama yaptığın işi ihmal edemiyorsun. İşini ihmal edersen başkasının en mutlu gününün çok kötü geçmesine neden olabilirsin. Bu yüzden ciddi bir sorumluluğun oluyor.
Pasta yaparken sizi en çok ne heyecanlandırıyor?
Kişi benden sıradan ya da daha önce çalıştığım bir model istediği zaman hiç heyecanlanmıyorum. Daha önce kullanmadığım bir model istendiği zaman, tamam budur diyorum. O zaman beni bir heyecan sarıyor. Malzemeyi bulabilecek miyim? Yapabilecek miyim? Diye bir stres oluyor.
Sizden pasta isteyen insanın hayal dünyası ile sizin yeteneğiniz birleştiği zaman çok güzel tasarımlar ortaya çıkarabiliyorsunuz. Çünkü benim hala denemediğim modeller, çalışmadığım teknikler var. Yüzlerce pasta yaptım ama yine de bütün teknikleri bilmiyorum. Pasta tasarımcılığı öyle geniş bir alan ki; her gün yeni şeyler ekleniyor ve bütün dünyayı sarmış durumda..
Pasta tasarımcılığını bu kadar önemli kılan nedir?
Pasta tasarımcısı; butik pastada kişiye özel çalışır ve kişiye özel bir şey üretir. Birincisi müşterinin nasıl bir şey istediğidir, bunun tasarımını yapıyorsunuz. İkincisi sanayi ürünü kullanmıyoruz. Fabrikasyon hiçbir şey yok, ev yapımı pastaları profesyonel hale getirip sunuyoruz. Butik pasta birkaç saatte yapılacak bir şey değil. Kaliteli ürün çıkarabilmesi için en az üç güne ihtiyaç vardır. Çünkü müşteri memnuniyetinin yanında benim beğenmem de gerekiyor.İnsanlar daha profesyonel, sağlıklı ve lezzetli şeyler yemek tercihlerinden dolayı size geliyorlar.Cesur ve yeniliğe açık olmak ,en önemlisi bu sorumluluğu taşıyabilmek için kendinizi sürekli güncelleyip, yenilemek zorundasınız..İnsanların özel günlerine, bir çocuğun ilk yaş gününe, bir genç kızın düğününe, nişanına dokunuyorsunuz. Bunlar insanın ömründe bir kere olacak şeylerdir. Sizin o pastadaki en ufak bir hatanız o günü zehir etmeye yetecektir. Pasta yaptığınız kişiler o kötü günü bir daha unutmayacaklardır. Bu yüzden bir pastacının bunun bilincinde olması gerekir. Bu yüzden kazandığınız para az ya da çok olsun asla umursamıyorsunuz. Çünkü önceliğiniz farklı olmak zorundadır. Pastayı istenildiği yapayım, o özel günlerine yetiştireyim, bu insanlar mutlu olsunlar, o günü güzel geçirsinler kaygısı daha ağır basması gerekiyor.
Kişilerin özel günlerinde talep ettikleri pastayı yaptıktan sonra onlarla aranızda bir köprü kuruluyor mu?
Pastasını yaptığım insanların çoğu ile sonradan dost, arkadaş oldum. Benim için gurur verici bir şey. Ben bir mekânda oturup kahve içtiğim zaman, yan masada beni tanımayan insanların “Tatlı Hayat” diye bir bayan var, pastasını yedim çok güzeldi” dedikleri zaman ben havalara uçuyorum. Sizce böyle bir mutluluk karşısında çok ya da az kazanmanızın bir önemi var mıdır?
O yüzden butik pastacılık insanı çekiyor yani bırakamıyorsunuz. İnsanların en mutlu günlerine yaptığınız pasta ile salonu süsleyen ayrı bir görüntü, ayrı bir renk, damaklarda unutamayacakları bir tad bırakıyorsunuz. İnsanların talebi üzerine bir şey yapıyorsunuz. Bu yüzden devamlı kendinizi geliştirmek zorundasınız.
Ortaya çıkardığınız bu güzel işten sonra insanlarda seni unutmuyor ve devamlı hatırlıyor.
Böylesi bir çalışma ne tür iş yoğunluğunu gerektiriyor?
Evin içinde iki gün çocuklarımı görmediğim oluyor. Bana deli misiniz? Diyen var. Bir insan sabahlara kadar uyumaz, devamlı pasta yapar ve sabah olduğu zaman mutlu bir şekilde atölyeden çıkar. Bu gerçekten normal bir şey değil. O yüzden bu işi sevmek, sabır göstermek ve insanları sevmek bu işin sihridir. Çünkü insanları sevmediğiniz zaman; ne kendiniz mutlu olursunuz ne de hiç kimseyi mutlu edemezsiniz.
İnsanları memnun etmek zor mu?
Bazı insanlar ne istediklerini çok iyi biliyorlar, onların hayal dünyası ile benim ellerim birleştiği zaman çok şahane ürünler ortaya çıkıyor. Bazen de; çok nadir olsa da ne yaparsanız yapın beğendiremiyorsunuz. İnsanlar bazen “ altı üstü pasta, kesiyoruz bir saate yiyoruz, bitiyor” falan diyenlerde oluyor. Ama ben o pastayı yapmak için üç günümü veriyorum, güzel bir hatırası oluyor, fotoğraflarda kalıyor ve unutulmuyor. Bir pastacı olarak insanların güzel günlerine dokunuyorsunuz. İnsanlarla güzel dostluklar kurabiliyorsunuz. Bu yüzden ben bu işe sadece pastamı yaptım, paramı aldım gözüyle bakamıyorum.
Birinci kalite ürün çıkarmaya çalışıyoruz. Kullandığımız malzemelerin çoğu yurt dışından geliyor. Müşterilerimize en uygun fiyatlarla ürün vermeye çalışıyoruz. Butik pastacı sanıldığının aksine az kazanır ama çok iş çıkarır. Çoğu zaman sadece malzeme parasına ürün verdiğimi bilirim.
O yüzden para kazanmak birinci önceliğim hiçbir zaman olmadı. Etrafımdaki insanlara da böyle düşünmelerini istiyorum.
MUTFAĞIMI ATÖLYEYE ÇEVİRDİM
Şu an eğitim vermeye başladım, kendi mutfağımı da atölyeye çevirdim. İhtiyacı olana destek olmak için eğitim veriyorum. İnsanlar yeterki üretsin. Bir toplum ancak üreterek var olabilir. Çocuklarımız büyüyorlar. Anamız babamız bize iyi kötü bir gelecek bıraktı. Biz çocuklarımıza ne bırakacağız. Televizyon başında dizi izleyerek bir çocuğa yetemezsiniz. Hiçbir çocuğu eğitemezsiniz. Fuar alanında gördüm, kadınların evde yemeğini yapıp, gelip de yarışmaya katılması, bence çok büyük bir başarıdır. Yani derece alıp almaması hiç önemli değil. O yarışmaya katılması, çok gurur duyulacak bir şey benim gözümde.
Şu an federasyonda hangi konumda çalışıyorsunuz?
Federasyonun yönetim kurulu üyesiyim, aynı zamanda disiplin kurulu başkanıyım. Çalışmalarımdan dolayı benimle beraber yol almak istediler. Bu federasyon Gaziantep kuruluşludur. İnsanlar bazen eleştiriyorlar, Elif Hanım Diyarbakır’da doğdun, büyüdün, mesleğini burada icra ediyorsun, Neden Diyarbakır’da bir dernekte değilsin de, neden Gaziantep kuruluşlu bir dernektesin diyorlar. O kapıyı bana onlar açtılar. Vefa borcu denen bir şey var. Ben onların sayesinde kabuğumdan çıkabildim. Evet, onlar bana bir teklifle geldi, ben de elimden geleni yaptım. Bu şekilde Uluslararası Gastronomi Federasyonu’na girdim. Federasyonun Başkanı Şef Mehmet Kaplan ve kurduğu ekip gerçekten başarılı ve iyi işler yapıyorlar. Onlar bizim elimizi bırakmadılar. Federasyonun Uluslararası olmasından dolayı dünyanın her yerinden gelen şefleri tanıyorsunuz ve ilişkileriniz gelişiyor. Mesela İngilizce bilmiyordum İngilizce öğrenmeye başladım. Çünkü federasyonda Türkçe bilmeyen arkadaşlarımız var. Dünyayı takip ediyorsunuz. Benim yaptığım iş dünyayı takip etmeyi gerektiriyor.
Federasyonumdan memnunum. Hiçbir şekilde yalnız bırakmıyorlar beni, her konuda da destekler. İlerlemeye çalışıyoruz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ben o ilk yıllarda eğitim alamadım, malzeme bulamadım ama bir şekilde tutundum. Bu işe yeni başlayanlar bize nazaran daha şanslı. Yani onlar kendini daha çok geliştirebilirler. Her şartta destek olmaya hazırım. Yeterki bir şeyler üretmek istesinler.
Şu konuya da dikkat çekmek istiyorum. Kadınlara eşleri, ağabeyleri, babaları destek versinler. Kadınlar evden, o televizyonun başından kafalarını kaldırıp dış dünyaya açılsınlar.
Bizim toplumumuzda genelde kadın kırmızı çizgidir. Hiçbir erkek eşinin aşırı göz önünde olmasını istemiyor. Bu boş bir çaba.Dört duvarın arasında da yeteneğini konuşturan kadınlar var.. Yetenek Allah vergisidir rabbim vermişse vardır bildiği. Lütfen yetenekli kadınların önünde durmasınlar yanlarında durup destek olsunlar. Ben başarıyı elde edebildiysem herkes elde edebilir. Sadece biraz sabır biraz sevgi inanın evlerine olumlu şekilde yansıyacak. Çünkü bir kadının kafası rahatsa evine, eşine, çocuğuna da en kaliteli hizmet sunar. Bu şehrin ve bu ülkenin çalışan, işini iyi yapan insanlara ihtiyacı var.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür eder, başarılarınızın devamını dileriz.
Ben de size teşekkür ederim.