Altmışlı yaşlarda bir vatandaş, ziyarete geldiği tarihten altı ay önce, evinin balkonunda torunu ile sohbet ederken, dilinin ağırlaşmaya başladığını, o günden sonra bazı sözcükleri ifade edemediğini, eskisi gibi akıcı konuşamadığını belirtmişti.
İnsanlar kendisini anlamadığı ve bazı kelimeleri ifade etmekte zorlandığı için, bağırarak konuşmak zorunda kaldığını, bundan dolayı insanların kendileri ile kavga ettiğini sanarak, kendisini yanlış anladıklarını ifade etmişti.
Düşünebildiği gibi konuşamadığı için doktora gitmiş ve kendisine “Afazi hastalığı ” yani beynin konuşma merkezinde hasarın meydana geldiğine ilişkin, teşhis konmuştu.
İyileşmesi ile ilgili olarak ta, doktor kontrolünde ilaç tedavisine ek olarak, bir konuşma terapistinden rehabilitasyon hizmeti alması gerektiği ifade edildiği için bize gelmişti.
Vatandaşımızın benzeri durumunu, farklı bir tarzda, katıldığım bir televizyon programında, zihnen değil ama dilde yaşayarak sıkıntı çektiğimi söyleyebilirim.
Engelli eğitimi ve hakları konusunda uzmanlık derecesinde bilgi ve tecrübe sahibiydim. Yetkin olduğum konuda, oturumlara katılıyor, seminerler veriyor, radyo ve televizyon programlarına katılıyor, bilgi ve tecrübemi paylaşmakta hiçbir sorun yaşamıyordum.
Yetkin olduğum konu ile ilgili Kürtçe yayın yapan bir televizyon programına katıldığımda, o güne kadar Türkçe öğrendiğim ve rahatlıkla ifade ettiğim hususları, ana dilim Kürtçe ile ifade edememiştim.
Canlı yayındaki programda, bazılarının yaptığı gibi, yarı Türkçe yarı Kürtçe konuşmak ta istemediğim için, kendimi yeterince ifade edememiş ve adeta dilde afazi hastalığını yaşayarak büyük sıkıntı çektiğimi söyleyebilirim.
Türkçe düşünüp Kürtçe konuşmak ya da bir dilde düşünüp başka bir dilde konuşmanın, yaşamın doğal tabiatına aykırı olduğunu, bu şekilde öğrenmiş oldum.
İnsanlarda olduğu gibi, devletlerin de afazi tarzı davranışları, ifade sorunu yaşatacağı gibi, felaketlere varan sonuçların yaşanmasına da sebep olabilir.
1914 yılındaki birinci dünya savaşında Osmanlı Devleti, Almanya’nın menfaatleri doğrultusunda, Almanca düşünüp Türkçe hareket ettiği için devletin parçalanıp yok olması sonucunu yaşamıştır.
2003 yılındaki Irak krizi konusunda, TBMM’ye sunulan” Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de konuşlanması” teskeresi, ABD’nin Amerika’nca düşünün ve Türkçe karar verin baskısına rağmen, Türkçe düşünülüp Türkçe karar verildiği için reddedilmiştir.
Bu kararla Türkiye’nin Irak bataklığına girmesi engellenmiştir.
2015 yılında, Askerin Suriye’ye giriş tezkeresi, Amerika’nın etkisi ile Amerika’nca düşünülmüş ve Türkçe karar verilerek, Ak Parti ve MHP’nin oylarıyla kabul edilmiştir.
TBMM’deki Ak Parti Grubu 2003 yılında, Irak’la ilgili tezkerede, Türkçe düşünüp Türkçe karar verdiği için, bugün Irak’taki sorunlar bizim için temel sorunlar değildir.
Aynı Ak Parti’nin, 2015 yılındaki Meclis grubu, Amerika’nca düşünüp Türkçe karar verdiği için, Suriye konusunda bugün yaşadığımız sorunlar ve benzerlerini, daha uzun yıllaryaşayacağımızı söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Ülkemiz yönetiminde, 2018’den itibaren uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile de devlet yönetiminde afazi yaşanarak, başkaca dillerin kullanımına da şahit olduk.
Bu sistemde, Cumhurbaşkanı’nın ataması ile gelen bakanlarımız, Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu, vatandaşa karşı sorumsuz olduklarından, aldıkları talimatlar doğrultusunda, bürokratik düşünüp diplomatik konuşuyorlar.
2018 yılından sonraki bu idare tarzı, hem ulusal ve hem de uluslar arası arenada birçok yönetim hatalarına sebep olmuş, tesirini uzun yıllar yaşayacağımız; ekonomik, sosyal, hukuki ve diplomatik travmalar yaşatmıştır.
Yeni bir seçim dolayısı ile yeni bir anayasanın konuşulduğu bu günlerde, başta 2023 seçimleri ile halktan yönetim yetkisi almış Ak Parti olmak üzere, mecliste temsil edilen tüm partilerden vatandaş olarak beklentimizdir.
Hukuk sistemimizde var olan, batı kaynaklı Fransızca, Almanca, İtalyanca, İsviçre’ce düşünülüp Türkçe yazılan yasalardan, yıllardır çok çektik.
Hazırlanacak yeni anayasanın, yaşanmış hatalar ve doğrulardan ders alınarak; farklı kökenlerden gelen, Türk, Kürt, Çerkez, Tatarvs halkların, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs inançların, kısacası insan hakları evrensel değerlerinin tümünün dilinde düşünülüp, düşünülen dillerin tümünde yazılmasıdır.
Çocuklarımız ve torunlarımızın yarınlarına hükmedecek anayasanın, seksen beş milyonun dilinde düşünülüp, seksen beş milyonun dilinde yazılması gerekmektedir.
Vatandaşın dilinde düşünülüp, vatandaşın dilinde yazılan anayasayı seksen beş milyon kucaklayacaktır.
Aksi bir tarz,1924, 1961, 1982 anayasalarında olduğu gibi, afazi bir anayasa doğuracak ve kabul edildiği günden itibaren ötekileştirilecektir.
Düşündüğü gibi konuşamamak, mevcut ve geçmiş anayasaların temel sorunudur.
Bu sorun, yüzyıllık Cumhuriyet tarihinde, yaşanan bütün sıkıntıların da temel kaynağıdır.
Yeni yüzyıllarda, geçmişteki sorunları yaşamamak, umudumuz ve temennimizdir.