Yoğun gündemler girdabında boğulmamak için çırpınıp duruyoruz. O kadar hızlı ve yoğun gündemler etrafımızı sarıyor ki önümüzü göremez hale geliyoruz. Yaşam koşulları bir taraftan sürekli bizi nefes alamaz hale getirirken bir taraftan da iklim krizinin getirdiği sıcaklar bizi canımızdan bezdiriyor. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi daha yaraları sarılmayan 6 Şubat depreminin devamları ile sürekli sarsılıyoruz. Dolayısıyla sürekli bir endişe ve panik içinde günleri tamamlamaya çalışıyoruz. Yani neredeyse günler bıçak sırtında geçiyor. Enflasyonun dizginlenemeyen yükselişinin getirdiği hayat pahalılığına mı yanacağız yoksa sıcaklardan kavrulmamaya mı ya da depremlerin yıkımından kendimizi nasıl koruyacağız? Bunlar da yetmezmiş gibi yoğun mülteci akınından dolayı kendimizi yabancı hissetmenin getirdiği endişe ve duygusal kırılmalarla mı baş edeceğiz. Kısacası sürekli bir endişe ve güvensizlik duygusu etrafımızı sarıyor.
Bir dizi endişe ve umutsuzluk, sorunlarımıza çözümsüzlük bizi sarıp sarmalamışken, belki bir umut olabilirler mi diye sarıldığımız muhalefet partilerinin seçim sonrası kendi iç sorunlarına gömülmeleri, bizi bu karamsarlık ve endişelerden uzaklaştıracak, söylem ve politika üretememeleri birçok insanda gelecek kaygısı doğurmaktadır. Kendi içine kapanan muhalefetin seçimin kaybedeni kazananı, kimin lider olacağı, kimin hangi yetkilere sahip olacağı tartışmalarına gömülme, umutsuzluk, endişe ve karamsarlık içinde bocalayan insanları fazlasıyla tedirgin ediyor ve psikolojik yapılarını da bozuyor. Gıda, barınma, enerji ve borçlanmanın getirdiği sıkıntılar çok sayıda insanın geleceğe olan umutsuzluklarını derinleştiriyor ve yaşama sevincini ellerinden alıyor. Umutlar ve hayaller uçup gidiyor. Dolayısıyla bir yerde endişeli insanlar toplumuna dönüşüyoruz.