Umudun, hasretin, sevdanın ve dağların şairi olan okuduğumuzda ya da dinlediğimizde bizi bizden geçiren; neredeyse çoğumuzun şiirlerini ezbere bildiğimiz Şair Ahmed Arif; 21 Nisan 1927 yılında Diyarbakır’ın Hançepek semtinde, geniş avlulu bir evde dünyaya gelir. Doğumunun 91. Yılını geride bıraktığımız Ahmed Arif’in asıl ismi Ahmed Önal’dır. Annesi Kürt Sayre, babası Kerküklü Arif Hikmettir. Babası, çeşitli devlet kurumlarında memurluk ve kaymakam vekilliği görevlerinde bulunur. Kardeşinin doğumunda annesini kaybedince, üvey annesi Arife tarafından büyütülür.
Babasının memurluğu dolayısıyla, İlkokulu Siverek’te, ortaokulu Urfa’da okur. Dolayısıyla çocukluğu da; Karakeçi’de ve Harran’da geçer. Buralarda, Kürtçeyi, Zazacayı ve Arapçayı öğrenir. İlk şiirlerini ortaokul sıralarında kaleme almaya başlar. Nazım Hikmet ve Faruk Nafiz’e hayranlığı gelişir. Efsanelerin toplumsal yapısını çok erken yaşta kavrar. Bu kavrayış; destan dilinin şiirlerine yansımasına neden olur.
Ortaokuldan sonra babası, arkadaşlarına bağlılığı, atılganlığı ve haşarılığından dolayı; onlara uyup yaramazlık yapacağı endişesiyle, Diyarbakır’da okuyamayacağına karar verir ve onu Afyon yatılı Lisesine kaydeder. Daha sonra; Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde, Çağdaş Türk Edebiyatı Kürsüsü Bölüm Başkanı olacak olan Gündüz Akıncı’nın öğrencisi olur. Aydın, ilerici birçok kişinin yetişmesinde katkıları olan, Gündüz Aktan’ın, Ahmed Arif’in üzerinde de olumlu etkisi olur. Bu dönemde yazdığı şiirleri yayınlamaz. Yazar daha sonra bir anlatımında şiirlerinin bir bölümü poliste bir bölümü kız arkadaşlarında kaldığını söyler.
Liseyi bitirdikten sonra; 1947’de askerliğini bitirdikten sonra; Ankara Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydolur. İlk şiirleri 1948-1951 yılları arasında, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde felsefe bölümünde okurken bir iki dergide yayınlanır. Şiirlerinde o dönem hâkim olan Orhan Veli, Oktay Rıfat’ların dışında kendi tarzında yazar. Nâzım Hikmet'ten etkilenir. Bazı edebiyatçılar; Nâzım’ı şehirlerden, ovalardan insanlara seslenen, ovada akan, büyük bir ırmağa; Ahmed Arif ise; dağlardan ses veren, asi dağları anlatan, börtü böcek arasında söylenen bir ağıta benzetilir. Ahmed Arif’in şiirleri köken farkı gözetmeden tüm insanlara ve deniz görmemiş çocuklara adanır.
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine okurken, Togliatti için tamamlamadığı bir şiiri, arkadaşı ceketinin cebinden alıp okur ve Ahmed’e haber vermeden daktiloyla çoğaltıyor. Bu dönemde yazdığı şiirlerin birçoğu hemen Kürtçeye, Zazacaya çevrilerek okunur. Siyasal bir anlam kazanan şiirleri, siyasal bir bildiri olarak değerlendirilir. Bu durum başını derde sokar. Bir ihbar sonucu; 1951’de komünist düşünceleri yaymayı amaçladığı ve bu amaçla Türkiye Komünist Partisi faaliyetleri kapsamında gözaltına alınır. Ahmed Arif, savcının tüm ısrarlarına karşın, savcıya yazılı ya da sözlü bir savunmada bulunmaz. Sonunda, örgütün merkezi olarak İstanbul kabul edilerek; Ankara’da tutuklananlar, İstanbul, Sansaryan Han’da bulunan, Siyasi Şube’ye götürülür. Ahmed Arif’den başka aydın ve yazarlardan Enver Gökçe, Orhan Suda, Kemal Ergin, Muzaffer Arabul, Zeki Baştımar gibi aydın ve yazarlar da Sansar Hanında gözaltındadırlar. Gözaltı ve tutuklu kaldığı süreç onun için çok sıkıntılı geçer. Ahmed Arif; “Acı çekmeyen, kimse, şair olamaz. Acı çekmek de, her kula nasip olmaz.” Değerlendirmesi yapar. Bu yüzden yazdıkları mısralar acının ve direnmenin şiirine dönüşür.
1955’de tahliye olunca Ankara’ya döner. Artık okula devam edemez. Ankara Gazetesinde teknik işlerde daha sonra İnkılâpçı Gençlik, Yeryüzü, Beraber, Seçilmiş Hikâyeler, Yeni Ufuklar, Papirüs dergilerinde çalışmaya başlar.