Konuşmalar/Aliya İzzetbegoviç
Aliya… Nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemiyorum. Belki sayfalar dolusu cümle de kursam eksik kalabilir. Bir cümleye sığdıracak olsam bilinen tanımı ile; evrensel sorunlar üzerine düşünen bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir savaşçı, bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik dehasıyla devlet kurmuş bir önderdir kanımca. Onu tanıdığımda henüz ilkokul sıralarındaydım; dilime pelesenk olmuş; ‘Bosna’da Bir çocuk’ ezgisini söyleyip durduğumu hatırlıyorum. Bosna’da yaşanan sıkıntıları izledikçe oradaki çocuklar düşerdi aklıma, üzülürdüm. Ve ruhuma tesir eden bir kahramanla böylece tanışmıştım; Bilge Kral’la…
1925 yılında doğan ve 2003 yılında vefat eden Aliya İzzetbegoviç, çağdaş dünyada inandığı değerlerden vazgeçmeyişi, yazdıkları, söylemleri ve görevlerinde elde ettiği başarılarıyla yirminci yüzyılın son on yılında oldukça dikkat çekmiş bir şahsiyettir. “İnsanlardan şüphelenmek yerine onlara inanın.” “Tüm acı tecrübelerden sonra dahi insanlardan nefret etmiyorum. Her şeyin güzel neticeleneceğini ve bu cehennemden bir çıkış olduğuna dair ümit etmemi sağlayan şey budur” sözleriyle insanları birer hazine olarak gördüğünü, haklarını korumak ve değer vermek gerektiğini belirtiyor.
‘Konuşmalar’ 1993-1994 yıllarında Bosna Savaşı’nın en zorlu dönemlerinde yaşanılan savaş evrelerinin bize ve tarihe bir yansımasıdır. “Tutkular karanlık, her yerde korkunç cinayetler işleniyor.” Aliya’nın cümlesinde bu çetin savaşta düşmanın ne kadar zalim ve acımasız olabildiğini tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. Kolay olmasa gerek, onca kıyım yaşanırken, savaş ahlakından uzak düşmüş bir düşman karşısında cesur, dirayetli ve bir o kadar dimdik durabilmek ve “Bizler, özgürlük için mücadele veren, kimseden nefret etmeyen bir halkız” diyebilmek…
Eser 36 konuşma metninden oluşuyor. Aliya’nın seminer, konferans, toplantı, demeç, televizyon ve radyo programlarından oluşan ‘Konuşmalar’ını okurken, kendinizi farklı iklimlerde, onu dinlerken bulabilirsiniz. Savaşın çetin dönemlerinde bile gerek komutan, gerekse halka moral veren bir lider olarak hep sahada olduğunu görüyoruz. Korkuları kendi içinde fakat bir o kadar savaşçı Aliya’nın konuşmalarından kesitlerin olduğu bölümlerde azmin ziyadesini gördüm. Bir liderde olması gereken her şey vardı. Kapkaranlık günlerde bile, inatla aydınlığı düşlemek mesela…Yaşamaktan beklentisi var çünkü. Hikayesi kendi içinde saklı, anlatmaya mecalsiz yorgunluklar atlatılmış ki, büyük sıkıntılar, zor dönemler bu halin müsebbibi…
Yaşadığı çağa karşı kendini sorumlu hissetmek, her ruha nasip değil kanaatimce. İç dünyasını işgal eden nicesini ardında bırakıp, yola koyulmak... Hiçbir kapıyı çalmadan, tutunacak dal bulamadan; ama anlamın, varlığın ve hakiki olanın kapısında olmak… Bir çoğumuzun kendine dönük yoğunlukları ve yorgunlukları; kalbinin ve vicdanının sesine sağır kesilmiş. Hayat bir maratonsa, koşmaya süregelen bir monotonda boğazımıza sözcüklerden azade, nefesimiz düğümleniyor. Kimi zaman durmaların, kimi zaman koşmaların bizi selamladığı bu çağda; dili sürçmeden, yere düşmeden ayakta kalabilmek ne kadar güç… İyileştirmek lazım, yara almış yanımızı. En çok da yara alan yüreklerimizi. Silip atmak bir de ön yargılarımızı… Şuursuzca saldırmaları bırakıp, samimiyete sarılmak lazım. Yol olmak, yol almak ve yorulmak lazım…
Yirminci yüzyılın sonunda yaşanmış olan bu savaşı bir medeniyetin işgali olarak gördüğümü dile getirmeliyim. Bulunduğu coğrafya üzerinde halkı esaretten kurtarıp özgür kılma derdinde olan bir liderin batı standartlarıyla adeta yok edilip, köleleştirmek istenmesinin nihayeti diyebiliriz. Düşmanın karaladıkları, yağma ettikleri düzeni, susturdukları insanları saymıyorum bile…Kanlı gürültüleri saklayan ama bir o kadar da barış naraları atıp; kendi sesini kendi duymayanlar bastırsa da vicdanlarının sesini; “bu adil bir barış değil, ancak savaşın sürmesinden daha iyidir” diyerek; “bir insanın hayatını kurtarmak, tüm insanlığı kurtarmaktır” diye düşündüğünü görmekteyiz Aliya’nın. Tek hedefi halkını esaretten kurtarıp özgür kılmaktı. “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir” cümlesini baz alıp, yangından kaçan değil, yananları kurtaran, yangını söndüren olmalıyız. Kırılan umutları bir kez daha onarmayı başarmalıyız.
Bizlere azmin, yürekliliğin, kutsal inadı olanların asla kaybetmeyeceğini en güzel şekilde kanıtlayan ve “ümit en son ölen şeydir” diyen Aliya’yı rahmet ve minnetle anarak, iyi okumalar diliyorum.