Yazarlarla dayanışma amacıyla gelen edebiyatçı Tuncer Gencin insana dair anlattığı kısa öykülerden sonra, sanatçı Nilüfer Akbal’ın söylediği duygulu türkülerden sonra yazarlar kitaplarını imzaladılar.
Siverekli yazar Kemal Siyahhan, İstanbul’da kitaplar için çeşitli etkinlikler yaptığını ama aidiyete dayalı olarak neden Diyarbakır’da olmasın? Diye, hep ihmal ettiklerini ama bir etkinlik için de fırsat tanınmadığını belirterek; şimdi burada olmaktan çok mutlu olduğunu, yıllardır resimli roman yaptığını fakat ne zaman çizgiyle yetinemeyeceğini anladığı anda da roman yazmaya başladığını belirterek;
“Roman işi ağır bir sorumluluk gerektiriyor. Çünkü insanı yazıyorsunuz. İnsanın psikolojisini, felsefesini yazıyorsunuz. Detaylarına giriyorsunuz. Dolayısıyla ciddi bir sorumluluk gerektiriyor.
“Son yazdığım, Sandıktaki Babam romanı, Zaza bir babayı anlatıyor. Aile ilişkileri bir anneannenin, bir dedenin, çocuğun aile içindeki bireylerin duygularını kitap da farklı şekillerde okuyacaksınız. Zaman zaman kendinizi bulacaksınız. Zaman zaman geçmişi düşüneceksiniz. Annelerinizin, babalarınızın anlattığı hikâyeleri veya yaşı ilerlemiş olanlar anılarını anımsayacak. Romanın en önemli konusu da özellikle kişilerin sandıkları var. Sandıklar genellikle bunalımlar anında açılır. Kimisi sandığını psikologa açar. Kimisi kendini çok kötü hissettiği anda artık hiçbir şeyi umursamadan ortaya döker. Sandık o şekilde herkesin muhakkak bir sandığı vardır. Sandık açılmadan genellikle, o sandığın içindekiler tam olarak görülmeden birbirleri hakkında farklı zanlarda bulunabilirler. Ön yargılarla diğer insanlar hakkında yorumlar yapabilirler, onu eleştirebilirler. Onun sandığı açıldığı anda sandıktakiler ortaya döküldüğü anda o eleştiriler ön yargılar birden yok olup gidebilir. Dolayısıyla ben biriyle ilgili yorum yapacağım zaman temkinli hareket ediyorum. Çünkü öncesi ve sonrası vardır. Onları görmeden sadece üstünkörü, görünen yüzüyle onu eleştirmek çok da doğru olmaz.” Diyerek son yazdığı Sandıktaki Babam romanın böyle bir kitaptır. Romana mitolojiyle başladığını sonra romanın konusuna girdiğini ve bu mitolojik bölümün sonradan anlam kazanacağının altını çizdi. Araştırmalarla ortaya konan bir romandır. Romanda bende varım sizlerde varsınız, kardeşleriniz de var. Bu romanda çok insanı göreceksiniz. Almanya, İstanbul, Siverek var. Diyarbakır var. Keyifle okuyun.”
Yazar Rıfat Mertoğlu da; Yolculuğa katlanıp Siverek’ten gelen hemşerilerine teşekkür ederek, hepsini sevgiyle saygıyla selamladığını, Nilüfer Akbal’ın İstanbul’dan dayanışmak için geldiğini, insanlık ilişkilerinin, dostluk ilişkilerinin çoğalttığını, kirli bir dünyada bu dostluklar, arkadaşlıklar bizi büyütüp güzelleştirdiğini. Sanatın gücüne vurgu yaparak kendisinin de şiirle sanat hayatına başladığını daha sonra romana yöneldiğini anlatarak sözlerini; “ Öncelikle etrafımda gördüğüm kadınların ve kız çocuklarının ezilmişliğini, onların toplumumuzdaki yerinin çok alt seviyelerde olması, beni incitiyordu. Annem ve kız kardeşlerimden bunu görüyordum. Dolayısıyla ben öncelik olarak kadın sorununa değindim. Kadınların duygularına dil olmaya çalıştım.
Son romanımda ise çocukluk yıllarında yaşamış olduğum bir vadiyi anlatıyorum. Siverek’le Adıyaman arasında Fırat Nehri boyunca Fırat Vadisi var. Bin yıllar boyunca acılarla yoğrulmuş bir vadi. O acısına ben çokça tanıklık ettim. Bunları bir roman olarak dile getirmek boynumun borcu oldu. 1915 yılının trajik olaylarına değiniyor. Roman kahramanı iki âşık sevgili birbirinden ayrılmak zorunda kalıyor. Kız köyde kalıyor. Erkek köyden ayrıldıktan sonra ikisi de birbirinin ölüm haberini alıyor. Sevgilisi öldüğü için roman kahramanı bir daha köye dönmek de istemiyor. Aradan altmış yıl sonra ölmek üzereyken atalarının bulunduğu yere gelip topraklarını son kez görmek istiyor. Köye geldiğinde sevgilisinin yaşadığını, çoluk çocuk ve torun sahibi olduğunu öğreniyor. Onların karşılaşmasını anlatıyor.” Sözlerinden sonra; İstanbul’dan gelen edebiyat öğretmenliği de yapan Tuncer Genç; insanın bireyciliğini, bencilliğini ve egosunu anlatan kısa öyküler anlatarak söyleşiye ayrı bir renk kattı.
Okuyucuları duygulandıran sanatçı Nilüfer Akbal söylediği türkülerden sonra yazarlar kitaplarını imzaladı.
Mümin Ağcakaya / Özel