Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kimi çevrelerde kıyamet kopartan kulaklara küpe sözü ile başlamak istiyorum, “Türkiye ya büyüyecek yada küçülecek…” Bölgeyi, uluslararası ilişkileri çok iyi bilen, dünyanın geldiği aşamanın farkında olarak, dahası devletin girdisi, çıktısı, gücü, kapasitesi konusunda uzman biri olarak, üstelik Kürt siyasi hareketini bastırabilmek için verilen amansız bir mücadelenin tepesinde yer almış, en sert geçen çatışmalı ortama liderlik yapmış, binlerce köyün yakılıp yıkılmasına, binlerce faili meçhul cinayete, insanları diri diri asit kuyularında eritmelere, sivil savunmasız köylülere bok yedirmelere kadar her türlü kirli işe, devlet suçu sayılabilecek olaya göz yummuş biri olarak Cumhurbaşkanı Özal’ın bu sözü yıllar boyu tartışıldı, konuşuldu. Onu anlayan oldu, anlamayan oldu, anladığını sananlar oldu. Öngörüsü olabildiğince güçlü olan Cumhurbaşkanı Özal’ı anlamayanların, anlamak istemeyenlerin yada anladığını sananların, dahası Cumhurbaşkanı Özal’ın kapasitesine ulaşamayanların başında ise 22 yıldan bu yana ülkeyi yöneten AKP’nin lideri ve akıl danışmanları olduğunu söylemek gerekiyor. Aslında Cumhurbaşkanı Özal’ın bir cümle ile ifade ettiği gerçek, kurguladığı tartışmaya değer önerisi çok basitti, “Ya Kürtler kazanılarak ülke büyüyecekti yada Kürtler kaybedilerek ülke küçülecekti…” hepsi bu kadar…
*
Cumhurbaşkanı Özal, anlaşılmadı yada anlaşılmak istenmedi, müesses nizam bir şekilde 8. Cumhurbaşkanı’nı tasfiye etti, her devrin adamı, iktidarı için her yolu mübah gören 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bir defa daha devletin en tepesine getirildi. Cumhurbaşkanı Özal’ın aşamadığı ağır çatışmalı ortam, Süleyman Demirel-Tansu Çiller’li yıllarda daha da büyüdü, adeta dağa taşa kan kusturuldu, durum ağırlaştıkça ağırlaştı, günümüzün kimi ahmakları tarafından efsaneleştirilen “Sarı torba” siyaseti zirve yaptı, yer gök savaş meydanına dönüştürüldü, onbinlerce genç hayatını kaybetti, kan ve gözyaşı herkesi boğacak kadar aktı, gitti. Ülkeyi kan ve gözyaşına boğan bu kanlı dönem de bitti. Mesut Yılmaz'ın başbakanı olduğu Anasol-D hükümeti derken her türlü kirli işlerin, dahası Özgür Ülke gazetesini bombalattan kadın olarak da bilinen dişi asena Tansu Çiller'in yedeklendiği Milli Görüş'ün babası Refah Partisi lideri Prof. Necmettin Erbakan kısa süreliğine Refahyol hükümetinin başbakanlığına getirildi, çok geçmeden de itile kakıla iktidardan al aşağı edildi. Ardından da Kıbrıs’ın fatihi Karaoğlan Bülent Ecevit, kurulan koalisyon hükümeti ile iktidara geldi. Ecevit’in liderliğinde kurulan hükümet döneminde Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul edildi, bir anlamıyla artık barış ve demokrasi ortamına dönülecekti, Kürtlerin de hayat bulacağı demokratik hukuk devletine geçilecekti, böylece küllerinde doğacak olan ülke nefes alacaktı. Yine olmadı, bu defa Saddam zulmünden kaçan Kürtleri ülkeye kabul ettiği için, YNK lideri Celal Talabani’ye, PDK lideri Mesut Barzani’ye kırmızı pasaport verdiği için, dahası “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek…” dediği için Cumhurbaşkanı Özal’a ifrit olan Başbakan Ecevit’in lideliğindeki hükümet, küçük ortak ırkçı MHP’nin çelmesine takıldı, ülke tepetaklak baş aşağı gitti, sistem tarumar oldu. Derken, “yetmez ama evet”çi liberallerin, milyonlarca yoksulun, ötekileştirilmişlerin, dahası kimi Kürtlerin desteğindeki AKP, büyük bir heyecanla iktidara geldi…
*
Yıllarca devam eden, her türlü askeri, ekonomik, siyasi, diplomatik imkan ve kabiliyet devreye sokulmasına, ülkenin varı yoku heba edilmesine rağmen bir türlü sonuç alınamayan çatışmalı ortamın ardından iktidara gelen AKP ile geniş bir halk kesiminde “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek…” diyen Cumhurbaşkanı Özal’ın bıraktığı yerden yola devam edeceği beklentisi uyandı. Bu uğurda defalarca AKP’ye ve lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kredi verildi, her seferinde büyük bir farkla iktidara getirildi. Derken, AKP iktidarları döneminde bildiğimiz bilmediğimiz, gizli açık devletin tüm yöneticilerine, ilgili kurumlarına yön veren, perspektif sunan Ankara merkezli Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı adlı kuruluş SETA, Kasım 2009 tarihli “PKK Silahları Nereye Bıraksın?” başlıklı yazıda, “Sınır tartışmasından bağımsız olarak; ya Kürt sorunu üzerinden büyüyeceğiz ya da küçüleceğiz. Anlaşılan o ki devlet aklımız büyümekten yana…” değerlendirmesinde bulundu. SETA’nın raporunda geçen Türkiye’nin büyümesiyle ilgili tespitinden sadece 3 yıl sonra, adeta AKP’nin resmi yayın organı gibi faaliyet yürüten Yeni Şafak’ın uluslararası ilişkilerde pek uzman, pek maharetli yazarı Mehmet Acet, 10 Ekim 2016 tarihli “Türkiye ya büyüyecek ya küçülecek” başlıklı köşe yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Beştepe Külliyesi'nde Bakanlar Kurulu’nun bir toplantısının açılışını yaparken masanın iki tarafında oturan kabine üyelerine seslenerek, “Arkadaşlar diye başlıyor Cumhurbaşkanı, Türkiye artık bu noktada kalamaz. Statüko bir şekilde değişecek. Ya ileri hamlelerle atılım yapıp kazanacağız. Ya da Küçülmeye mahkum olacağız. Ben kendi adıma ileri hamleler yapmaya kararlıyım…” dediğini aktırmıştı. Cumhurbaşkanı Özal’ın sözü taklit edilerek düşünce üreten kuruluşun ve ondan 3 yıl sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısındaki söylemini köşesine taşıyan gözde yazarın bu çıkışı dikkatlerden kaçmadı, birçok Kürt çevreyi heyecan sardı, Kürtleri önemseyen, dikkate alan bu yaklaşım nedeniyle Kürtler, daha fazla AKP’ye yanaştı, daha fazla güç ve destek oldu. Bu çıkışlarla birçok Kürt çevre, özellikle de mütedeyyin Kürtler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı son dönemlerinde Kürtlerle yakın ilişkiye giren Cumhurbaşkanı Özal’a, hatta kimi çevre ise “Bavê Kurda” lakaplı Osmanlı Padişahı 2. Abdulhamit’e benzetti, ondan medet umarak yıllarca yanında, yakınında durdu, canla başla onun siyasetine, hayallerine hizmet etti. Ama her seferinde hayal kırıklığına uğradılar, sus pus oldular, birkaç kendini bilmez dışında toplumun içine çıkamaz, dost akrabanın yüzüne bakamaz hale geldiler...
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar, “Türkiye ya büyüyecek ya küçülecek” diyen Özal’ın izinde gittiğini anlatmaya çalışsa da, bu anlamda Cumhurbaşkanı Özal hayranı kimi Kürtleri kafa kola alsa da gerçekte böyle olmadığını, yada Cumhurbaşkanı Özal’ı doğru anlamadığını, dahası Cumhurbaşkanı Özal’la yakından uzaktan ilişkisi olmayan bir mecrada siyaset yapmaya, küçük ortağı ırkçı MHP’nin gazıyla Kızıl Elma dininin iktidarı önünde engel olarak görülen Kürtleri inkar ve imha etmenin dışında bir yol tanımayan, elbette Kürtler başta olmak üzere hinterlandındaki bütün halkları tasfiye ederek küresel bir iktidar hedefleyen Ergenekoncu-Ümmetçi bir yolda yürüdüğü, sonu kötü bitecek olan bu yolda yürümeye devam ettiği olabildiğince açıktır. Son yıllardaki Güney Kürdistan ve Rojava’daki pratik politikasından, ölümüne sürdürülen kapsamlı askeri operasyonlardan yeterince bu anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bilmez ki Cumhurbaşkanı Özal, Katar’ın parasıyla, Suudi Arabistan’ın şatafatıyla, İsrail’in tekniğiyle, İran’ın kışkırtmasıyla, NATO’nun imkan ve kabiliyetiyle Kürt siyasi hareketinin tasfiye edilemeyeceğini, insanlık tarihinin geldiği aşamada ise Kürt halkının haklı ve meşru taleplerinden vazgeçirelemeyeceğini öngördü, devletin en derinini buna ikna etmeye çalıştı, Kızıl Elma dinine sarılmış hayalperest ergenekoncuları, tarihsel sürecini tamamlamış halifeliğin şerbetiyle yanıp tutuşan ümmetçileri tarihten silinmesi mümkün olmayan, olmayacak olan Kürt hakikatıyla yüzleştirmek istedi, ancak ne yazık ki trajik bir halde ömrü buna vefa etmedi. En önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan bilmez ki, belki de bilmek istemez ki Kürtler, Anadolu’nun kapılarını açtığı Selçukluların, kuşku yok ki tarihi boyunca otonom yaşadığı Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye, Kürtlere rağmen küçülebilir, ama büyüyemez...