Toprağa düşen anılarına can olmaya yürüyorum…

Zülküf Kışanak
Dan rê
Ji çiya
newal
û ji çemên dilê te
wekî stêrkên şevên me
herikîn çûn, ber bi ronahiya rêhevalên xwe
û her çûn
gulistana min…

*

Seni tanıdığım, seni bildiğim, seni sevdiğim ilk günden bu yana her mevsimine yandığım, asi dağların bile yokluğuna ağladığı kahramanım Şeyh Abdurrahim’in Zixir’ına, Kelkom’una seni bulmaya, sana ses olmaya, seninle sözleştiğim gibi tam vaktinde gittim, yine bu sonbahar. Az ötem, sana dair tüm sırlarımı emanet bıraktığım Bîrik, senin Prêjman vadisi boyunca atılan pusuları yara yara varmaya inat ettiğin menzil, benim gözleri siyah çakmak taşı parlayan çocuklarından en acılı haberini aldığım köy, senin gül yüzlü hayallerini nakşettiğin son sığınağın, fedai yürüyüşünle büyülediğin diyar. Gorse’de sıkışıp kalmış inatçı bir dağ keçisi gibi bir an olsun seni aramaktan, senden bir iz bulmaktan bıkmadım, aradan geçen bunca yıla rağmen senden gelecek bir habere, sana dair bir emareye ulaşmaktan vazgeçmedim, vazgeçemem. Özgürlüğe olan hasretinle yanıp tutuşan İbrahim’i dervişlerin güzel yoldaşı, senden sonra gitmediğim, sen olmadan görmek istemediğim mahallemizde kıyamet kopartan dillere destan aşk arayışını henüz tamamlayamamış eski bir savaşçının izinde yürüyerek, düşe kalka yol alarak sana varmaya, belki de vakitsiz toprağa düşen dağ anılarına can olmaya yürüyorum, umarsız patlayan fırtınalarıma rağmen yürüyorum, yolunu kaybetmiş hal bilmez aklımın iç yakan bitmek bilmeyen sitemlerine rağmen yürüyorum, biriktirdiğim yalnızlığımın vefalı yoldaşı, muhteşem sonbaharlarına delice vurulduğum, bir de baharına, yazına, kışına bittiğim gülistanım, günışığım…

*

Bir tarafım sen, bir tarafım ise Kelkom, küllerinden doğan köy, ta Mir Bedirxan’ın Cizre’sine, Kiki Kürtlerin Musul’una, Arap halifelerin Bağdat’ına kadar efsaneleri yayılmış gözü pek Zaza kelekçilerin yuvası. Çok değil, daha otuz yıl önce hava buz kesmiş soğuk bir günde evleri yakılırken çocuklar gibi ağlayan koca koca adamlar, birkaç adım ötedeki derin vadinin daracık tabanında öfkeyle akmaya devam eden dört kitabın kutsalı, kalubeladan bu yana Tanrı güneşe yürüyen Ezdai kavmin can damarı Dicle’nin suyunda haykırışları kaybolan kadınlar, yeryüzünde yaşayan her Kürt’ün ocağını söndürmeye, her Kürdi yaşama son vermeye yeminli apoletli eşkıyanın korkusundan tir tir titreyen çocuklar gözlerimin önüne geliyor, ilk günkü gibi eziliyorum gülistanım, ömrü boyunca Kerey Rab’de firari yaşayan Pîzed Ağa’nın, büyük yenilgimin sırdaşı Şeyh Mehdin’in, bizim Bişar’ın meskeni Gorse’ye kardeş dağlarda Asur’un zalim Tanrı krallarına, Mısır’ın zorba Firavunlarına diz çökmeyen can Jiyar’ı, Mitanili kayıp prensini arayan ölümsüz aşkım, ateşinde kül olduğum Zagroslu Zerdeşt’in tapınağındaki alımlı tanrıçam. Bir an önümde beliriyorsun yine, sahisin sanki, canlı kanlı sen. Yaz yağmuruna yakalanmış bir çocuğun sevinciyle, gözlerimi kapatıyorum. Yüreğim küt küt atmaya devam ediyor, son nefesime kadar unutmayacağım, dünya durdukça unutulmayacak zafer halayına durduğumuz günün heyecanıyla öylece içime bakıyorsun, seni görüyorum, her bir taraftan toprağa can olan güneşimin kudretini hisseder gibi seni hissediyorum, ışığında kendimi bulduğum, rengine bittiğim gözlerini sırılsıklam yaşıyorum. Ne var ki gül yüzüne dokunmaya, seni bildiğimce sevmeye kıyamıyorum, sana bir ömür yük olma hissi beni öldürecekmiş gibi geliyor, savaşını kaybetmiş bir dervişin acısıyla gözlerimi açıyorum, yangın yerinde annesini yitirmiş Kelkomlu bir çocuğun duygusuyla aşka gelmiş sonbaharına sessizce sığınıyorum gülistanım, yeryüzündeki yalnızlığımın isimsiz sığınağı…

*

Biliyorum, tam da burada, her biri bir taraftan, kimi ta Prêjman’dan, kimi Bîrik’ten, kimi şu arka tarafa düşen dağların ardında her daim buruk yaşamış Cimsak’tan, kimi umudunu düz ovaya salmış Tirmal’dan, kimi şu karşı dağa sırtını vermiş asi Gozel’den, kimi su kadar sevdiğim Zixir’dan, kimi hüznü hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayan Kelkom’dan bir gece vakti yola vurup gitti, kimi ise sana dem olmuş yüreğimi kaptırdığım bu dağlardan, sonbaharlarına bittiğim bu derin vadiden, her mevsim öfkesine yenildiğim bu deli dolu nehirden, ömrüm boyunca güneşine vurgun olduğum, güneşine hasret yaşadığım gülistanımın bu saklı cennetinden öylece çekip gitti bir şafak vaktinden hemen önce, her bir yandan sarılmış dağı, taşı yara yara, vuruşa vuruşa...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.